Muhammet Emin Oyar, bir grup arkadaşıyla gittiği Portekiz gezisini yazdı.
***
On dört günlük Portekiz seyahatimizde Lizbon, Porto, Braga, Gaia ve Espinyo şehirlerini gezme imkânı bulduğumuz gibi Santa Maria de Feira, Espargo, Canedo, Souto, Fatima, Lousada, Fornos, Alcanena ve Argoncilhe gibi irili ufaklı kasabalarda da bulunduk.
Gezdiğimiz her yerde, özellikle turistlerin bol bulunduğu yerlerde horoz simgesinin çok kullanıldığını gördük. Kimseye sormasak da horozun Portekiz’in simgesi olduğunu anlamıştık. Tişörtlerde, magnetlerde, kartpostallarda, masa örtülerinde, düdüklerde… hep o şaşkaloz siyah horoz vardı. Portekiz’in sembolü olan hayvanın bizim sadece bir şehrimizin simgelerinden biri olması da kültür zenginliğimizi hatırlattı. Horozun hikâyesini de öğrenmedik değil. Hikâye şöyle; bir seyyah, mola verdiği bir handa, han sahibesinin kızına âşık olur. Han sahibesi de seyyahı şikâyet eder ve seyyah idam cezasına çarptırılır. Son arzusu sorulduğunda “Suçsuz olduğumu kanıtlamak için hâkimi görmek istiyorum” der seyyah. O esnada hâkim de misafirlerine yemek dağıtmaktadır. Seyyah hâkimin elindeki kızarmış horozun göz kırptığını görünce “Eğer ben suçsuzsam şu horoz üç kere ötecek” der. Hâkim “Hadi ötsün bakalım” der ve kahkaha atmaya başlar. Tam da o sırada horoz ötmeye başlar. Seyyah kurtulur, han sahibesinin kızıyla evlenir, o kızarmış horoz da siyah tüyleriyle Portekiz’in simgesi olur. Bu hikâyeden sonra ilk ve son yorumum “Bu muydu o her yerde karşımıza çıkan horozun hikâyesi” oldu. Horoz hakkında daha fazla yorumu size bırakıp sembol arayışı içinde olanların da fazla kafa yormamaları gerektiğini düşündüğümü belirtmek istiyorum.
Portekiz’e gidip de balık yememek olur mu? Olur! “Oraya gittiğinizde mutlaka balık yiyin” diyenlere selamlarımı gönderiyorum. Onlara uyup “Hadi bir balık restoranına girelim, belki gerçekten de iyidir” dedik. Bir balık restoranına gittik fakat içeri giremedik. Kapıyı açar açmaz bizi karşılayan o iğrenç koku yüzünden içeri girmek şöyle dursun, kapıyı dahi kapatamadan koşarak o bölgeden uzaklaştık. “Restorandan restorana fark vardır” diyeceksiniz. Biz de öyle dedik. Ama öyle olmadığını uğradığımız ikinci, üçüncü ve dördüncü restoranlarda gördük. Daha doğrusu kokladık.
Okyanus kıyısında uzun bir sahili olan Espinyo’da sabah saatlerinde her sokak köşesinde balık tezgâhları gördük. Bir okyanus kasabasında bu gayet normal olabilir fakat tezgâhların başında duran satıcıların hepsinin yaşlı kadınlar olması bizi oldukça şaşırttı. Şöyle tahmin ediyoruz ki, burada kadınlar balık tutup o balıkları öğlene kadar satarken erkekler de dağdan odun topluyorlar. Espinyo’da bir de sahaf bulduk ve dünyanın her yerinde sahafların kokusunun aynı olduğunu aynel yakin bilmiş olduk.
Küçük bir kasaba olan Fatima’da biri eski tarzda diğeri de modern tarzda karşılıklı bir şekilde yapılmış iki kilise bulunuyor. Fatima, Hıristiyanların hac merkezlerinden biriymiş. Söylenceye göre yaklaşık yüz yıl önce Hz. Meryem üç çocuğa görünmüş. Onlara gelecekle ilgili bazı öngörülerde bulunmuş. Çocuklar bu öngörüleri bir süre sır olarak saklasalar da içlerinden biri başkalarına da anlatmış. Çocuklara kimse inanmamış. Çocuklar tekrar Hz. Meryem’i görmüşler ve bu sefer de Hz. Meryem çocuklara insanları toplamalarını ve onlara bir mucize göstereceğini söylemiş. Kısa bir süre içinde dünyanın birçok yerinden yetmiş bin insan Fatima’ya toplanmış. Yetmiş bin kişi meydanda beklerken birden yağmur bastırmış. Kısa bir süre sonra da yağmur sona ermiş ve güneş açmış. Oradaki birçok kişi bu olayın mucize olduğunu düşünmüş. Çocuklardan ikisi kısa bir süre sonra hastalanarak ölmüş. Lucia ise rahibe olmuş ve 2005 yılında vefat etmiş. Vefat edene kadar Hz. Meryem ona birçok kez görünmüş. Mış mış da miş miş! Kiliselerin bulunduğu büyük meydanda dizlerinin üstünde yürüyen insanlar gördük. Bu da adak sürünmesiymiş. Örneğin; bir kadın “Kızım evlenirse Fatima’da otuz tur sürüneceğim” diyor ve kızı evlendiğinde de otuz tur dizinin üzerinde yürüyor. Yine bu bölgede bulunan Meryem Ana heykelinin tacındaki kurşun dikkatimizi çekti. Ve bu kurşunun da Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya sıktığı kurşun olduğunu öğrendik. Papa, suikast girişiminden sağlam çıkınca Fatima’ya olan bağlılığından dolayı hayatta kaldığını söylemiş ve o kurşunu buraya getirmişler.
Gaia ve Porto şehirlerini birbirinden ayıran Altın Nehir ve bu şehirleri tekrar birbirlerine bağlayan dört köprünün (bize yedi köprü var deseler de biz sadece dördünü gördük) manzarası gerçekten de mükemmeldi. 1886 yılında yapılan altından karayolu, üstünden de demiryolu geçen Ponte Louis köprüsü birçok kişiye “Gâvur yapmış arkadaş” dedirtse de biz, “Mimar Sinan’ın Uzunköprü’sünün kemerine su dökemez” yorumunu yaptık.
Braga’da bir hediyelik eşya dükkânından alış veriş yaptık. Hesap 18 Euro tuttu. Ben tezgâhtara 20 Euro uzattım ve onun da bana “3 Euro’nuz var mı?” diye sormasıyla benim “Yok artık” demem bir oldu. 3 Euro’yu uzattım ve o da bana 5 Euro verdi. Para üstü tamamlama hadisesini Portekiz’de yaşamak garibime gitti. Tezgâhtara “Türk müsün?” diye sorduğumda bana sadece bön bön baktı.
Eğer bir şehri gezmek için bir günden fazla vaktiniz yoksa tur otobüsleriyle ya da tur tekneleriyle şehir turu yapmanızı daha sonra da şehrin en yüksek yerinden tüm şehri ayaklarınızın altına almanızı tavsiye ederim ki biz Lizbon’da öyle yaptık. Yaklaşık bir buçuk saatlik şehir turunun ardından Sao Jorge Kalesine çıkıp meydanlar şehri Lizbon’u önümüze serdik.
Karabaşlı martıları, seksen model Mercedes taksileri ve bayan taksicileri, bizdeki 1 milyoncuların benzeri olan Çin pazarları, ayrana tuz yerine şeker atan insanları, fasonlukta sınır tanımayan formaları, evlerin dış duvarlarındaki seramik kaplamalar ve desenleri… ve daha birçok anıyı hafızama kazıyan Portekiz seyahatimizi TK bilmem kaç sefer sayılı uçağa binerek sonlandırdık.
Muhammet Emin Oyar
3 Yorum