“Hayatın Tadı Yorgunluktadır”

Cafer-i Sâdık hazretleri bir gün; “Yaratılmamış bir şeyin ardına düşen sadece kendini yormuş olur, emeline ulaşmaz.” dediğinde oradaki birisi; “Yaratılmamış şey nedir?” diye sorar. Cafer-i Sâdık da; “Dünyada rahatlıktır” cevabını verir. Hâlbuki rahatlık aramayanımız yoktur! İşimiz rahat olsun, gündelik işlerimizi kolaylıkla yerine getirelim isteriz. Bir zorlukla karşılaşınca, eğer imkân varsa kolay bir çözüm yolu, kısa yol tuşu ararız. Kısacası içimizdeki rahatlığa erme ihtiyacını sürekli besleriz. Rahata eremeyeceğimiz bilsek de durum böyledir, bilmesek de. Oysa insanın en büyük düşmanıdır rahatlık. Rahatlık içimizdeki potansiyel enerjinin ortaya çıkmasına engel olur. Kendimizi tanımanın önündeki en büyük engellerden biridir. İnsan zorlanmadıkça, denenmedikçe, imtihana tâbi tutulmadıkça olduğu halden bir üste çıkamaz. Kısacası rahata düşkünlük kemal merdivenini tekmelemektir.

Rahatlığa düşkünlük rehaveti doğurur. Tembellik, gevşeklik, kendini salıverme gibi anlamlara gelen rehavet, insanın baş düşmanlarından biri olup tek derdi insanın kendini gerçekleştirmesini engellemektir. Rehavete kapılan insan ilk olarak yapmayı planladığı işleri yerine getirmekten vazgeçer. Belirlenen plan doğrultusunda hareket etmeyi bırakır. Olduğu yerde kalmanın, sakince durmanın iyi bir şey olduğuna kendini inandırır. Başarısız olmaktansa hiçbir şey yapmamayı tercih eder. Tercihlerle karşı karşıya kaldığında seçim yapmaktan çekinir. Böylece en iyiyi seçtiğini düşünür. Aldanır…

Gerçeklerle yüzleşmek istememek, büyümeyi reddetmek olarak da görebileceğimizi rahatlık arzusu, insanın bebeklik yıllarına duyduğu toksik özlemden başka bir şey değildir. Tüm ihtiyaçların anne tarafından giderildiği ve bir şey istemek için sadece ağlamanın yettiği bu yıllar, özlemle anılacak yıllar değil, insanın yetkinliğe doğru yolculuğunda bir süreçtir sadece. Bu sebeple yaşanır ve biter. Rahatlık tutkunları ise bebeklik yıllarının bitimini kabul edemeyen ve bu sebeple bir bebek gibi düşünen insanların tutulduğu hastalıktan başka bir şey değildir.

İnsanın karşısında her zaman en az iki seçenek olur. Bunlardan biri rahatlık iken diğeri hayatın gerçeklerini kabul ederek eyleme geçmektir. Eylem, haliyle çeşitli sorunlara ve hatta acılara sebep olur. Acılardan geçmek insanın insanlaşmasının kaderi olsa da bunu kabul etmek istemeyen rahatlık düşkünleri eylemsizliği bir seçim sanarak, keyiflerini bozmak istemez. Ama vakti geldiğinde yapılmayan her tercih, daha sonra pişmanlık olarak daha büyük acılara sebebiyet verir. Hâlbuki insan etrafına dikkatli gözlerle bakıp, varlığın gidişatını izlese tekâmülü görmemezlik edemez. Bir ağacın ağaç olmak için tohumun çatlamasından itibaren çektiği sıkıntıları düşünse, hayatta geçerli olan yasanın da farkına varır.

Filozof Immanuel Kant; “Rahat düşkünlüğü hayatın bütün kötülüklerinden daha fazla zarar verir. Bu yüzden çocuklara erken yaşlarda çalışmanın öğretilmesi hayati önemi haizdir.” derken insanın en büyük düşmanını da işaret etmiş oluyordu. Çünkü rahatlık, kendisiyle yatağa girildiği an alışılan (sevilen) ve bu sebeple çok zor terk edilen bir sevgili gibidir. Ve rahatlık en kolay kabullenilen alışkanlıklardan biridir. Alışkanlıkların, daha alışkanlık olmadan yani küçükken yüzlerindeki peçeleri açılmalı ve ne kadar tehlikeli bir ahtapot olduğu çocuklara öğretilmelidir.

Rahatlık düşkünlüğü, aslında insanın yenildiğinin farklı bir itirafıdır. Ben pes ettim, oynamıyorum demek zor geldiğinde insan rahatına düşkün biri oluverir. Böylece hem kendisine saygısını kaybetmediğini düşünür hem de insanların gözündeki imajının yıkılmadığını! Hâlbuki bu sadece biz zandır. Rahatına düşkün kişi, sorunlardan kaçan bir korkaktır ve tanıyanların gözünde de imajı buna göre oluşur: korkak.

Olduğu kişiden ve kişilikten memnun, kendiyle savaşmaktan çekinen insanların da ilk ve ebedi istasyonu rahatlıktır. Bu sebeple sabitlik ve kokuşmuşluktur bu istasyonun diğer adı. Potansiyelin öldürüldüğü, tek bir halin (kişiliğin) ebedi kılındığı bu istasyon, insanın kendinin diğer versiyonlarından habersizliği anlamına da gelir. Evet, insan kendinin bir versiyonundan diğer versiyonuna doğru ilerleyen bir varlıktır. Ama rahatlık istasyonunun yolcuları, yolcu olma vasfını terk ettikleri için memur sıfatını alır. Bir istasyonda bir ömür bekleyen bu memurlar, beklemenin felsefesinden de habersizdir, çünkü ağızlarının (zihinlerinin) tadının bozulmasını istemez.

İnsan, eylemin tadını almak, değişimin rüzgârını sırtında hissetmek, düştükten sonra ayağa kalkmanın hazzını yaşamak ve kişiliğinin yetkin halleri ile karşılaşmak istiyorsa rahatlıktan uzak durması gerekir. Çünkü, “Hayatın tadı yorgunluktadır.”

Sulhi Ceylan

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • sokout , 25/07/2024

    sulhi ceylan yazısı görmesem hüzüntüden ağlardım oh be okuyalım şimdi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir