İsrail’i ve Yahudi Diasporasını Çıldırtan Şiir

İSRAİL BAŞBAKANI İZAK ŞAMİR, 28 NİSAN 1988’DE MECLİS KÜRSÜSÜNE ÇIKIP “YÜRÜYENLER EĞRETİ SÖZLER ARASINDA” ADLI ŞİİRİNDEN SÖZ EDEREK MAHMUD DERVİŞ’İ SUÇLAMIŞTI

Mahmud Derviş’in “Yürüyenler Eğreti Sözler Arasında” şiiri, İsrail hükümet yetkilileri başta olmak üzere, bütün Yahudi diasporasını ayağa kaldırmış ve şairi hakkında çok ağır suçlamalar yapılmıştı.

Filistin topraklarının işgalcilerini ve bu işgalin destekçilerini küplere bindiren bu şiir üzerinde olumlu olumsuz birçok eleştiri yapıldı ve bu eleştiriler ayrı bir kitapta toplandı. Simone Bitton, Ouri Avnéri ve Matitiahu Peled’in katkılarıyla derlenen eleştiriler, 1988 yılında Paris’te Minuit Yayınları arasında 94 sayfalık Palestine, mon pays: l’affaire du poème (Filistin, Benim Ülkem: Şiir Meselesi) adıyla kitap olarak yayımlandı. Yayınevinin editörü eseri takdiminde şu hatırlatmalarda bulundu:

“İşgal altındaki topraklarda ‘intifada’nın başlamasından dört ay sonra 28 Nisan 1988’de zamanın İsrail Başbakanı İzak Şamir, Meclis kürsüsüne çıkıyor ve bir şiiri şöyle suçluyordu: ‘FKÖ çatısı altında örgütlenmiş katil çetelerin güttükleri hedefin gerçekte ne olduğu, onların şairlerinden biri, FKÖ’nün sözde kültür bakanı ve hangi sıfatla ılımlı olarak tanındığını merak ettiğimiz Mahmud Derviş tarafından nihayet ortaya konuldu. Parlamento huzurunda bu şiiri okuyabilirdim; fakat kendisine Meclis arşivlerinde yer alma şerefini kazandırmak istemiyorum. Bu şiirin ve İsrail’de ve Diaspora’da sebep olduğu korkunç öfkenin hikâyesi, Yahudi devleti ile Filistin halkı arasındaki karmaşık ilişkiler çerçevesi içinde değerlendirilmelidir.”

Eser piyasaya çıktığında, Pierre Vidal-Naquet de La Croix gazetesindeki bir makalesinde şu tespitleri yaptı:

“Elimde Minuit Yayınları’ndan çıkmış küçük bir kitap var. Sunumu ve formasıyla, Cezayir Savaşı sırasında bu yayınevine nam ve şan kazandıran ve Henri Alleg’in “İşkence” adlı eseri gibi eserler yüzünden de baskılara maruz kalmasına yol açan kitaplarını hatırlatıyor. Mahmud Derviş’in bu kitabına kimse el koyamayacak; fakat bu kitabın sebep olacağı polemikler belki çok daha şiddetli olacaktır, meğerki bu ses boğula.

Bu şiir Yahudilerin denize dökülmesi için bir çağrı mıydı? İsrail’de böyle algılandı ve Amos Kenan gibi diyalog taraftarı sol entelektüeller arasında bile skandal olarak nitelendirildi. Mahmud Derviş ne demek istediğini İsrail basını aracılığıyla anlattı. Söz konusu olan, İsrail’in imha edilmesi değil: ama İşgal Altındaki Toprakların boşaltılmasını ve Filistinlilere bir devlet kurma imkânıın tanınmasını İsraillilere ihtar etmekti.”

Derviş’in Cevabı

Mahmud Derviş ise şiirine karşı yapılan saldırılara, 18 Nisan 1988’de Yawmu’s -Sâbi’de kaleme aldığı “Şiir Histerisi” başlığı altında şu bilgece cevabi vermişti:

“Şiir, şiir… Ne zaman kadar? Bir başka şairin işgalcilerin çekip gitmesini istemek için yazacağı müstakbel şiirin karşısına çıkabilecek İbranicede hâlâ yeterince kılıç olacak mi?

İsrailli Nathan Zakh önce bana hakaretler yağdırdı, ama ardından da şu yerinde soruyu sormak ihtiyacını duydu: ‘İsrailliler Filistinlilerle barışın ön şartı olarak onların bize âşık olmalarını mı istiyorlar? Eğer öyleyse, uzun zaman beklemek durumunda kalırız, hem de çok uzun zaman.’

Filistin halkının işgali de işgalcileri de sevmediğini keşfedince şaşkına döndüler. Öylesine bir şaşkınlık ki, başbakanları kürsüden benim şiirimi işgalin devam ettirilmesi gerektiğinin en iyi delili olarak takdim etti ve Yediot Aharonot gazetesi de şöyle bir manşeti atabildi: ‘Meclis Tek Yumruk Oldu.’ O ölesiye barış tutkunu olan liberal yazarlara gelince, onlar da bu vesileyle Filistinlilerin Filistin’in kendi vatanları olduğu konusunda ısrar ettiklerini nihayet anladılar ve anladıkları zaman da timsah gözyaşları döktüler. Dahası, Amos Kenan bundan böyle aranızdaki tek lisanın silah olabileceğini söyleyerek beni alenen tehdit etme yoluna gitti.

Bu arada İsrailli oryantalistler de, şiirimdeki ‘keklik’ (hajal) kelimesini ve ben onu “tay” (hajar) kelimesinden sonra koyduğuma göre acaba hangi anlamı vermek gerektiğini uzun uzun araştırmaya koyuldular. Öte yandan, Mati Peled ise, bunun aynı toprak üzerinde yaşayan iki kültür arasındaki anlaşmazlığın ve hatta gerçek bir kopukluğun en belirgin işareti olduğuna haklı olarak dikkat çekti. Hiçbir mütercimin kekliğin güvercin büyüklüğünde ve taşlar arasında yaşayan bir kuş olduğunu fark etmemesi için artık kimsenin kimseyi anlamaz olması gerekiyor.

Likud Partisi’nin falan milletvekiline biri, ‘İsrail milli marşı, Şeria Irmağı’nın biri batı, diğeri doğu iki kıyısı olduğundan bahsetmiyor mu?’ hatırlatmasını yaptığında, verdiği cevap, ‘Milli marşımı söylemek benim en tabiî hakkım’ oldu. İyi de İsraillinin yayılmacı olarak marşını söylemeye hakkı var da, Filistinlinin kendi vatanının marşını söyleme hakkı yok mu? Yok. Arap’ın İsraillinin kendisi için belirlediği sınırların dışında kendi lisanını işleme, süsleme ve geliştirme hakkı bile yok. İsrailliye göre bu sınırları aşan şey insanlık dışıdır. Onların kastettiği insanlık, Filistinlinin kendi alanını terk edip başkasının ‘getto’suna sığınıp teslim olmasıdır. Başkasının varlığı yararına, kendi yokluğunun muhafızı kesilmesidir.

Peki, madem yan yana yaşamayı başaramıyoruz, öyleyse niçin yine de birlikte ölelim ki? Bir insanın verebileceği en son tavizi dile getiren bu soru, İsraillilerin kafasında, vahşi saldırganlığın en son noktası olup çıkıyor; bu soru başkası için tespit edilmiş rolün sınırlarını gerçekten aşıyor, o başkası ki onun sorular sorma hakkı yoktur.

Böylece, İsraillinin kafa yapısına göre, Filistinli kendi insanlığını kazanabilmek ve İsrail varlığının yapıcı bir unsuru, İsraillinin istediği zaman, istediği gibi kullanabileceği frenlenmiş, gerekli bir vatandaş olmak için kendisini hiçleştirme hakkına sahip bir insan durumuna geçmesi gereken kişidir.

Gerçekten de İsrail mozaiğine bütünlüğünü kazandıran, cisimleşmekte olan bir hayale karşı zafer kazanmanın ortak iradesi, bir bozgun korkusuna karşı birlik olma zarureti değilse acaba nedir? Her şey, Filistinli ister var olsun, ister yok olsun, sanki o İsraillinin varlığının bizzat cevheriymiş gibi cereyan ediyor. Bu Filistinlinin elbette kendisine tanınan role riayet etmesi şartıyla… Onun varlığı ne kadar fazla inkâr edilirse, ağırlığını da o kadar fazla hissettiriyor. Tam aksine İsrailli bu varlığı tanımaya ne kadar çok meylederse, kendi varlığını da o oranda tehlikeye sokuyor. Sanki İsraillinin İsrailli kalmak için tercih ettiği imaja uygun bir Filistinliyi karşısında bulundurmaya ihtiyacı vardır.

Bunun dışında kimlik yok mudur?

Şurası apaçık bir gerçektir ki düşman korkusuyla bizzat kendisini yoksullaştıran İsraillidir. İliklerine kadar işlemiş bir korkuyu, kaçınılmaz olan, baştan sona özenle uydurulup ortaya atılan bir düşman, ezelden beridir ve ebediyete kadar Yahudi’den başka kendisinin düşmanı olmayan bir düşman korkusunu kendi kendisine zerk ederek kendi cevherini fakirleştiren İsraillidir. Ve şayet bu düşman, bütün bir dünya ise, o zaman bu Yahudi dehasının verimliliğini daha da canlandırmaya yarıyor.

‘Bütün dünya bize karşı’ ifadesi, İsrail’in bir hususiyeti ve varlığının şartı haline gelmiştir. Niçin bütün dünya haksız da İsrailli haklı sorusuna gelince, bu tamamen gereksiz bir sorudur. Çünkü İsrail’in her eyleminin meşruluğu ve başka hiç kimsenin sahiplenemeyeceği bir hakikate sahip olduğu iddiası, onun bütün dünya düşmanlığının ilk şartıdır.

Bu âmentü, bu kesin inanç, İsraillinin mantığına kendi çelişkisini yenme imkânı veren kuşkusuz en basit silahtır. Bu silah geçmişte Yahudilerin içinde yaşadıkları toplumlarda asimile olmaların engellemeye yaradı. Bugünse, başkasının su yüzüne çıkıp kendisini göstermesini ve aynı topraklar üzerinde ortaklaşa yaşamak için açılım yapmasını engellemeye yarıyor. Çünkü bunun ilk şartı başkasının da bu toprak üzerindeki hakkını tanımak olacaktır, hem de bu toprak asıl ona ait olduğuna göre… Zira göçmenlerden sığınma isteyen kimse mülteci değildir!

(…)

Ben Guryon bir goy (Yahudi olmayan biri) değildi. Bununla beraber, özel konuşmalarında, bu çatışmanın ırkçı bir çatışma olmadığını kabul ediyordu. Onun kanaatine göre, bütün dünyanın Yahudilere karşı düşmanlığından değil de, bizzat kendilerinin yapıp ettiklerinden dolayı, barışın sağlanamamasının sorumlusu doğrudan doğruya İsraillilerdi. Bir akşam, dostu Nahum Goldman’a gelecek için duyduğu endişeyi şöyle dile getiriyordu: ‘Araplar diyorum, niçin bizimle, evet niçin barışıp uzlaşsınlar ki? Onların topraklarını ellerinden alan biziz.’

‘Onların topraklarını ellerinden alan biziz.’ Günümüz Arap hafızasının tanıklıkları karşısında İsrail’in gösterdiği kudurganlığın sebebini acaba bunda mı aramalı?

Bizimle yan yana yaşamak istemediklerini söylüyorlar. Fakat onların ikilemi şu ki, bizsiz de yaşayamıyorlar. Bir cangıl canavarlığı doğuran veya efsaneyi oldubittiyle ve insanın kırılganlığını çelik sertliğiyle birleştiren bu paradoksu halletmek bize düşmez. Onların sürekli düşman ihtiyacına, üstelik de davranışını, lisanını, tepkilerini ve hatta rüyalarının şeklin dahi onların dikte etmek istedikleri bir düşman ihtiyacına biz cevap veremeyiz. Onların bütün emirlerine âmâde olacak ısmarlama bir düşman…

Benim o şiirim sadece bir bahane. İyi de, ne zamana kadar… Ne zamana kadar?

Biz kendilerine bir teklifte bulunuyoruz. Onlar topraklarımızdaki yerleşimcileri söküp atsınlar, biz de şiir söküp atalım.”

Cemal Aydın


YÜRÜYENLER EĞRETİ SÖZLER ARASINDA

I
Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
Sırtlanın isimlerinizi, çekip gidin
Saatlerinizi çekin zamanımızdan, çekip gidin
Denizin maviliğini, belleğin kumlarını
çalın dilediğinizce çalın
Dilediğinizce fotoğraf çekin ki anlayın anlayamayacağınızı
toprağımızdaki bir taşın
nasıl öreceğini göğün çatısını…

II

Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
Sizden kılıç -Bizden kan
Sizden çelik ve ateş – Bizden et ve can
Sizden yeni bir tank – Bizden taş
Sizden gaz bombası – Bizden yağmur
Bizim üstümüzde de sizinki gibi gök ve hava
Hissenizi alın kanımızdan, çekip gidin
Danslı yemekli bir akşam partisine gidin
Bize düşen korumaktır şehitler gülünü
Bize düşen yaşamaktır dilediğimizce

III

Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
İğrenç tozlar gibi dilediğiniz yerden geçin ama
uçan haşarat gibi dolaşmayın aramızda!
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda
Buğdayımız var yetiştireceğimiz
bedenimizin teriyle sulayacağımız
Sizi hoşnut kılmayacak şeylerimiz var burada:
Bir taş ya da bir keklik
Alın maziyi, dilerseniz çıkarın elma pazarına
Dilerseniz sedef bir sini içinde
Mabed-i Süleyman’ı geri verin hüdhüde
Bizimdir sizi hoşnut kılmayacak şeyler: Bizimdir yarınlar
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda

IV
Ey yürüyenler!
Eğreti sözcükler arasında!
Yığın kuruntularınızı boş bir çukura, çekip gidin
Ayarlayın akrebini zamanın
kutsal buzağının meşruiyetine
ya da tabanca müziğinin vaktine!

Bizimdir sizi hoşnut kılmayacak şeyler, çekip gidin
Bizimdir sizde olmayanlar: Halkı kan ağlatan bir vatan
Nisyâna ya da belleğe yaraşan bir vatan
Ey yürüyenler!
Eğreti sözcükler arasında!
Nerede isterseniz orada oturun ama oturmayın aramızda

Geldi artık çekip gitme zamanınız
Nerede isterseniz orada ölün ama ölmeyin aramızda
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda
Burada bizimdir mazi
Bizimdir hayatın ilk sesi
Bizimdir bugün, bizimdir gelecek
Burada bizimdir dünya ve ahiret

Çıkıp gidin toprağımızdan
denizimizden, karamızdan
buğdayımızdan, tuzumuzdan, taşımızdan
defolun her şeyimizden!
Defolun
belleğimizdeki anılardan
ey yürüyenler eğreti sözcükler arasında!

Mahmud Derviş

 

Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı
(Çeviren: Lütfullah Göktaş)
Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008, s. 149-157


 Kaynak: Türk Edebiyatı Dergisi, 424. Sayı, Şubat 2009, Cemal Aydın, Sayfa:30-34.

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir