“Ben bu devlete 40 yıl hizmet ettim” ya da “20 yıl hizmetim var” gibi lafları duymuşsunuzdur. Eskiden bu lafların bir gerçekliğinin olduğunu zannederdim. Sonra bir gün devletteki çalışma ortamına şahitlik ettim ve kamuda çalışanların devlete değil, halkın kamuda çalışanlara hizmet ettiğini gördüm.
Son günlerde bunları düşünürken konu ile ilgili İsmet Özel’in bir yazısına rastladım. Son zamanlarda okuduğum en zihin açıcı metin bu galiba.
Geçenlerde doktor bir okuru (kendisi profesör, plastik cerrahi ile iştigal ediyor) İsmet Özel’e istikalmarsidernegi.org.tr aracılığı ile elektronik posta yollamış, şöyle:
“(…) Dün 5 ameliyat yaptım. Sabah 8′de girdiğim ameliyathaneden akşam 4′de çıktım ve dışarıda güneşli bir hava olduğunu fark ettim. Kendilerine yardımcı olduğum insanların dertleri tuhaf. İki yaşında domates salçası kazanına düşüp yanan çocuk var, şimdi 13 yaşında. Bütün bunlara rağmen Cumartesi sabahı İsmet Özel’den ne öğrenebilirim diye siteye giriyorum. Orada da melunlar, melanetler. Nedir bu? İsmet Özel’de yüksek bir ahlak, bir algı, yüksek bir düşünce, yüksek bir sanat anlayışı varsa; başkalarında da bunlar yoksa bundan daha iyi ne olabilir. Ben bunun her gün vurgulanmasını dinleyerek ne yapacağım? O kötü yere konan insanlar hiç bir işe yaramıyorlarsa, İsmet Özel’e bu tür yazılar yazdırtıyorlar. Bu benim bu siteyi hazırlayanlara ve dolayısıyla İsmet Özel’e kaçıncı yazdığım mektup sayısını unuttum. Ama anlıyorum ki insanlar kötüleri ve kötülükleri kınamaktan geri durmasalar da kötü olmak iyi bir şey. İsmet Özel bile kötülere bu kadar değer veriyor çünkü.”
Özel’in uzun cevabının bir kısmı ise şu şekilde:
“(…) Bir hekim olarak mel’anetle meşgul olmadığınıza işaret gayesiyle çok çalıştığınızdan, kendilerine yardımcı olduğunuz insanlardan dem vuruyorsunuz. Doğrusu merak ettim: Ameliyatlarınızı bilâ ücret mi yapıyorsunuz? Ben insanlara “yardım ederek” büyük servet yapan doktorlar da tanıdım. Yazdıklarınızın hepsi meraka değer. Öyle olmasaydı zaten bu açık saçık mektubu yazmayı göze alamazdım. İki yaşında domates salçası kazanına düşüp yanan ve şimdi 13 yaşına vardığını söylediğiniz çocuk da ilgimi çekmedi değil. Dünya ahalisi olarak ilginç bir zihin değirmeninde öğütülüyoruz. Buğdayına ve giderek tahılına göre döndürülen bu zihin değirmeni herkese acı veriyor. Değirmenin işkence edercesine hep böyle gıcırtılı dönüşü şimdiye kadar hayatımı çok zorlaştırdı, hâlâ (geriye ne kadarı kaldıysa ömrümün) zorlaştırıyor. “Nedir bu?” diyerek kavrama talebinde bulunduğunuz şeyi size söyleyeyim: Bu Türkiye’nin borçluları ve alacaklıları hakkında bir şeydir. Siz bu ülkede Türkiye’nin size borcu olduğunu düşünerek yaşıyorsunuz. Ben ise Türkiye’nin benden alacağının hâlâ bitmediğini düşünüyorum. Bu yüzden meşgaleyi mucip insanlardan konuşmamız gerektiği zaman siz mahmînizden, müşterinizden bahis açacaksınız, ben karındaşımdan. Ben annemin doğurduğu çocukların dokuzuncusuyum. Uzun yaşayabilenlerin altıncısıyım aynı zamanda. Annemi cennet girişinde istikbale geldikleri inancıyla avunduğum üç karındaşımdan (ağabeyimden?) biri süt kazanına düşüp öldü. Üç yaşına varmamıştı (…)”
İsmet Özel çok iyi bir yere parmak basmış bence. Türkiye’de en dürüstünden en namussuzuna, en çok çalışanından en büyük ranticeyicisine kadar herkes kendini bu vatandan alacaklı görüyor.
Doktorlarda ve birçok okumuş insanda bu his çok daha fazla. Fukaradan toplanan paralarla ayda 50 bin TL kazanan adam “velinimetine” tiksintiyle bakabiliyor. Velinimet diyorum zira hastalarına hiç gereği yokken tahlil yapan bir ticarethanede, performansa tabi olan beyaz önlüklünün odasına gelene hasta değil, ancak müşteri denir.
Yoo, doktorlara “vurmak” niyetinde değilim. Doktorlara vurmak çok moda. Onların kendi mesleklerine ettiklerini kimse edemez. Onlarla fazla bir derdim yok. Hastaneye, doktora gitmiyor değilim.
Ben doktorlarda çok fazla olan, askeriye vb. meslek mensuplarında da fazla bulunan bir zihniyet sorununa laf söylemek istiyorum.
Efendiler siz bu devletten alacaklı değilsiniz! Bu millet sizi okuttu, büyüttü hekim yaptı, asker yaptı. Bin yıl yaşasanız da bu vatanın hakkını ödeyemezsiniz! Bazı haklar vardır ki onları ödemek mümkün değildir. İnsan annesini 80 kez hacca da götürse onun hakkını ödeyemez. İnsan ne kadar şükür etse de bir göz nimetinin bile karşılığını veremez Allah’a. Baba hakkı ödenemez mesela. Vatan borcu da öyle. Günde 200 hastaya da baksan, 36 saat nöbet de tutsan yine bu millet senden alacaklıdır arkadaş. Kaldı ki bu işi bilabedel de yapmıyorsun.
Alacaklı birileri varsa, onlar Dimetoka’da, Balkanlar’da, Sarıkamış’ta, Erzurum’da şehit düştüler.
Biz hemen her şeyimizi onlara borçluyuz.
Salih Kılınç
Kaynak: Cafcaf Dergisi