Doğu Anadolu’nun En Batısı: Malatya

Malatya yolculuğumuz beklenenden uzun oldu. Antep’ten Malatya’ya aktarmasız giden seferler dolu olduğu için Maraş üzerinden gitmek zorunda kaldık. Maraş’ın girişindeki ufak otogarda yaklaşık iki saat aktarma yapmayı bekledik. Hınca hınç dolu bir otobüsle sabah erken saatlerde Malatya’ya vardığımızda henüz güneş doğmamıştı. Bir önceki gün geleceğimizi haber verdiğimiz ve Malatya’ya gelişimizden ayrılışımıza kadar bize eşlik eden Mustafa Bey bizi karşılayacağını söyledi. Sözleştiğimiz gibi saat sekizde bizi otogardan aldı. Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra ayağımızın tozuyla Arslantepe Höyüğü’ne geçtik. 26 Temmuz 2021 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Arslantepe Höyüğü’nün en çarpıcı özelliği Anadolu’daki en eski şehir devletinin kurulduğu yer oluşudur. Malatya’nın Battalgazi ilçesinde şehrin yedi kilometre kuzeydoğusunda eski Malatya olarak bilinen bu yer açıkhava müzesi özelliği taşıyor. Kazıları Fransız uzmanlar 1932 yılında başlatmış fakat düzenli kazıları 1961 yılından bu yana Roma La Sapienza Üniversitesi’nden gelen İtalyan uzmanlar önderliğinde karma bir ekip devam ettiriyor. Kazı alanı hem güneşten hem de rüzgârdan korunması amacıyla üstten ve içten tahkim edilmiş. Girişte Battalgazi Belediyesi’nin bilgilendirme için hazırladığı görseller ve kazıdan çıkarılan birkaç heykel dikkatimizi çekti. Biraz ilerleyip yetkililerden bilgi aldıktan sonra höyüğü gezmeye başladık. Bilgilendirme panoları Türkçe, İngilizce ve İtalyanca… Kazılar henüz bitmediği ve bazı bölümlere giriş geçici olarak yasaklandığı için ayrıntılı olarak inceleme imkânımız olmadı ama görülebilen kısımlar ve yukarıdan çekilen fotoğraflara bakıldığında gebe kadın göbeği gibi gözüken bu höyüğün bizleri heyecanlandırdığını söyleyebilirim.

2019 yılındaki gelişimizde Malatya mutfağına çok önem verdiğimiz için bu gelişimizde kültür ve tabiat varlıklarını merkeze alarak gezmeye karar verdik. Yolumuzun üzerinde olduğu için Çavuşoğlu Mahallesi’ndeki Taşhoron Ermeni Kilisesi’ne uğradık. Birkaç sene öncesine kadar âtıl vaziyette olan bu kilise restore edilmiş ama faaliyete geçmemiş. İçeriye giremedik. Malatya’da Ermeni vatandaşlarımız hatırı sayılır bir nüfusa ve yere sahip. Herhangi bir okulda Sevan ya da Sarkis isimli öğrencilerin olma ihtimali diğer illerimize nazaran daha fazla. Kültürlerini yaşama ve devam ettirme konusunda kendilerine duyulan saygı bu duruma katkı sağlamış denilebilir. Malatya’da yaşayan geleneklerden biri de hamam kültürü. Hamamlar özel bir öneme sahip ve vatandaşlar tarafından rağbet görüyor. Haftanın belirli günleri kadınlara ve erkeklere özel olarak yararlanma imkânı mevcut. Şehrin her yerinde rastlayabilmeniz mümkün.

Başka bir önemli yapı Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı. Burası Osmanlılar için önemli bir ticaret noktasıydı. Dikdörtgen yapı, dışarıdan bakıldığında çok sağlam inşâ edildiğini hissettiriyor. Şu anda genel ve yüzeysel anlamıyla Malatya’nın tarihini ve kültürünü tanıtma amacıyla kullanılıyor. Aslında çok daha aktif ve işlevsel olarak kullanılabilir. Hem dışı hem avlusu hem de içi aynı anda çeşitli faaliyetlere ev sahipliği yapabilir. Bu heybetli yapıyı durağanlıktan kurtarıp dinamik bir şekilde kullanmanın yolları aranıyor mu bilmiyorum. Bu tür mekânlar sadece evlilik merasimi için kullanılmamalı. Mesela çocuklar için geleneksel sahne oyunlarını sergilenebilir. Battalgazi efsanelerinin canlandırıldığı bir sahne bile çocuklarda ufuk açabilir. Nemrut Dağı’na dair efsaneler canlandırılabilir. İnsanın yer aldığı zamanı kavraması, bulunduğu yeri anlamlandırmasıyla başlar. Buna katkı sağlayacak şekilde birçok şey akıl edilebilir. Bu şehrin çocuklarının Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı denildiğinde “biz oraya nikâh törenlerine veya nişan organizasyonlarına giderdik” dememeleri bile başlı başına bir amme hizmeti olacaktır.

Malatya Tren Garı tarihi bakımdan özel bir yere sahip. Gazi Mustafa Kemal’in 13 Şubat 1931’de Malatya’ya geldiği tren hâlâ burada tutuluyor. Bu trene uzaktan bakılınca her an hareket edecekmiş hissi veriyor. Raya oturan çarkların büyüklüğü insanı ürkütüyor.

Malatya Doğu Anadolu’nun en batısındaki şehir. Malatya Kayısı Borsası abartıdan uzak bir şekilde dünyada kayısıyla ilgili en belirleyici ve etkili kararların verildiği yer. İlçeden ilçeye değişen kayısı türleri mevcut. Yaz vaktinde şehre Batı’dan giriş yaptığınızda her yer alabildiğine sarıdır. Sonra yer yer kayısı bahçeleri görülmeye başlar. Kayısı tarlaları ikiye bölünerek ekilir. Bir kayısı ağacının ömrü ortalama on dört yıldır. Bu yüzden tarlanın bir yarısına kayısılar ekildikten yedi yıl sonra diğer yarısına ekilir. Bu şekilde süreklilik sağlanır ve verimlilik korunmaya çalışılır. On dört yaşını dolduran ağaçlar kesilip yerlerine genç fideler ekilir. Gün kurusu ve islimli kayısı olmak üzere iki çeşit mevcut. İslim kayısının sarı rengi korumasını sağlaması bakımından önem taşıyor. En doğal olanı ise gün kurusu kayısılar. Hasat edilen kayısıların sergilendiği en büyük merkez Şire Pazarı. Burada çeşit çeşit kuru kayısıyı bulabilmeniz mümkün. Toptancıların dükkânlarının önündeki her tezgâh ayrı bir güzelliğe sahip. Şire Pazarı dünyanın en çok kayısı arzının yapıldığı yer olmasıyla ön plana çıkıyor.

Malatya’ya gelip de orijinal lezzetler tatmamak şehre hürmetsizlik olarak kabul edilir. Şehrin orijinal lezzetlerinden bir tanesi Koyunoğlu kurabiyesi. Tereyağlı olmasına rağmen güneşsiz ve nemsiz bir ortamda bir yıl kadar tazeliğini korumasıyla meşhur. Üstelik buzdolabına koymaya gerek yok. 1980’den bu yana hizmet veren bu işletme kayısı çekirdekli kurabiye de yapıyor. Halkın güvendiği işletmelerden birisi olmasının altında müşterilerle kurulan samimi diyalog etkili olmuş denilebilir. Dükkâna girdiğimde sorduğum tüm soruların sıcak bir tebessümle cevaplanması bu kanaatimi güçlendirdi. Kurabiyeyi tattıktan sonra ağızda hamurlaşmadığını fark ettim. Bunun sebebini sorduğumda kayısı çekirdeği ununun bunu sağladığı söylendi. Katkı maddesi olmadan yağ, şeker ve kayısı çekirdeği unu ile yapılan bu kurabiyenin tanıtımının zayıf kaldığı söylenebilir.

Kiraz yaprağı sarması, Malatya’ya Ermeni azınlığın kattığı değerlerden bir tanesi. Bununla beraber fasulye yaprağı sarması ve ayva yaprağı sarması da bu kültüre ait bir yemektir. Mustafa Bey’in annesi Filiz Teyze ,bu tür lezzetlere olan merakımızı duyunca bize fasulye yaprağı sarması pişirdi. Normalde acı olan fasulye yaprağı şeker gibiydi. Karamelize soğan ve ekşi yoğurt yemeğin bütününe yemeğin önüne geçmeden dâhil olabilmişti. Yoğurdu ateşte kesmeden bu kıvama getirebilmek ayrı bir maharet gerektiriyor. Sadece fasulye yaprağı sarması için bile Malatya’ya gelinirdi. Hele yapan kişi Filiz Teyze’yse.

İspendere şifalı içme suları halkın yazları akın akın gittiği bir yer. Şehrin nispeten doğusunda kalıyor. Ailelere hitap edecek şekilde mesire alanı ve içme suyu konsepti beraber tasarlanmış. Tepelerin arasına gömülü bu alan aklımıza Gürün’deki Gökpınar Gölü’nü getirmedi değil. Buraya gelirken gördüğümüz depremzedeler için yapılan köy tipi ufak evlerin bölgenin doğallığına uymadığını söyleyebiliriz. Bu şaheserleri(!) TOKİ’nin yaptığı söyleniyor.

Malatya’nın bir diğer önemli ilçesi Yeşilyurt. Oraya gittiğinizde ilçenin adının neden Yeşilyurt olduğunu anlarsınız. İlçede aslına uygun şekilde restore edilmiş sokaklar ve binalar mevcut. İlçeye gelir gelmez meydanda bulunan Cami-i Kebir hemen dikkati çekiyor. İçi çok nezih ve ferah olan bu caminin insanı kendisine çeken bir cazibesi vardı. Taş yapı olduğu için yaz mevsiminde içimize ayrı bir serinlik verdi. Yeşilyurt Kahve Konağı, şehrin kahveyle olan hikâyesini anlatan ve sadeliği ile ön plana çıkartan bir müze. Bahçesinde oturup kahvelerimizi içtikten sonra başka bir ritüeli daha gerçekleştirdik. Meşhur Pınar Pide Fırını’na, kasaptan aldığımız kıyma ve sebzeden oluşan malzemeyi verip pide yaptırdık. Bu Yeşilyurt’un geleneklerinden birisi. Kasaptan kaç kişilik olduğu söylenerek malzeme alınır. Fırına verilir. Pideyi ister orada ister evde yersiniz. Ekranlara aşina olanların bileceği Danilo Usta bile buradaki pideyi tatmadan dönmemiş. Yeşilyurt’un yukarısında, ortasından kanal geçen şirin bir mahalle var. Adı Gündüzbey. Şeftalisi ve zenginleri ile meşhur. Eğer bu mahalle yürünerek gezilirse sakinlerinin buraya dinlenmeye geldiklerine ikna olursunuz. Bahçesi bostanı eksik olmayan çeşit çeşit evler gelenlerdeki dinginlik isteğini aşikâr ediyor. Akşam vakti gidildiğinde yaza özel olarak kahvehane ve çay bahçelerinin dopdolu olduğunu görürsünüz. Mahallenin halk tarafından bu kadar benimsenmesi ve o muhitin abat ediliyor olması sevindirici. Bu bilincin oturması kolay değil ve bu yüzden çok değerli.

Malatya’ya veda ederken herkesin kendisiyle yalnız kaldığı o sessiz zaman başladı. İnsan, hayata korunmasını istediği çerçevelerden bakan bir varlık. Bundan dolayı her insan, insanın taşıdığı değer veya değersizliklerin manzumesi. Hayat romantik ressam gibi değil realist romancı gibi görülmeye başlanırsa bu dediklerimin realiteyle temasının çok büyük bir yüzeyde gerçekleştiği görülecektir. Tabii bu yaklaşım için toplumla ilgili kavramlardan duygusal anlamları soymak gerekir. Yani kavramları onlara yüklediğimiz anlamlar değil taşıdıkları gerçek anlamlar üzerinden konuşmalıyız. Bu yöntem çok salık verilir ama neredeyse hiç uygulanmaz. Çünkü insanı kendisinden başlayarak tüm dünyayı sorgulamaya iter ve farkındalığı ölçüsünde mutsuz olmasına sebep olur. Topluma rağmen kendisi olmanın imkânlarını zorlayanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Muhammed Furkan Kâhya

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir