“Bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.”
Sohrab Sepehrî
Arapça iştikak kelimesi şakk yani yarmak kökünden geliyor. Şakketmek olarak dilimize de geçen bu kelimenin türemek anlamındaki iştikâka kök olması basit bir kural dâhilinde, çekerek gerçekleşiyor. Türkçe’de kökün ç-ekilmesi hâdisesi ekler mârifetiyle. Yarmak köküne gelen “at” eki, anlamı tersine çevirip yaratmayı meydana getiriyor. Ekler, her ne kadar kökü takviye etmek görevinde olsalar da, kendileri de başlı başına birer kelime ve anlamı değiştirebilirler. Esnek bir şey ç-ekildiğinde gergin bir hâl alır ve biz vaziyeti farklılaşan aynı şeye zıtlık hamlederiz.
İtibârî zıtlığın, kelimelerin üstündeki köpük durumunda olduğunu görmek için sayılara bakmalı. Matematik kesinlik bildiren “sayı” kelimesinin kendisi bile varsayım anlamı taşıyor. Sanmak kelimesi, saymak kökünden gelip kaynaklarda birbiri yerine kullanılıyor. (Kendini akıllı sayıyor!) “Sen öyle say!” diyoruz ve sayı oluyor. Bir sıra halinde devam eden sayılar tek ve çift olarak ikiye ayrılıyor. Bir sayısı, ortağı bulunmaksızın bir başına anlam kazanıyor; iki ise münferit olan birin eki olarak anlamını buluyor. Bu itibarla münferit bir ve mütemâdî iki arasında zıtlık var. Birlik ve ikilik kelimelerinde iyice ortaya çıkıyor. İkircikli derken de iki ve birden yine beraber söz ediyoruz. Öte taraftan, birin bir devamındaki iki ile bir sayısı arasında da aynılık (1+1) var. Birlikte bir çifti meydana getiriyorlar, birikim olup pekişiyorlar.
Tek kelimesi, farklı katmanlarda zıt anlamlara geliyor. T-ek dediğimizde eke yani ötekiye muhtaç olandan söz ediyoruz. Bu kısmı şöyle açıklayabiliriz: Tekil isimler ben, sen ve o. Burada ben ve sen teke tekiz, ismimizi birbirimizden alıyoruz, bence ben benim, sence sen. Bir anlaşmaya varamadığımız için kavgaya tutuşuyoruz. Oradaysa ben ve sen gibi birisi daha yani “o” var. İşte öbür (o bir) tekimiz o, gelip bizi birbirimizden ayırıyor ve “biz” artık tekilliğimizi kaybediyoruz. Teklik, öncelikle “o” hâliyle mukayyet. Ötekinin berikiyle ilişkisi olduğu için bir birim hâlini alıyor. Böylece birbiri için değer ifade edenlerin her bir tekine tek deniyor. Tüm bu zıtlıklar birin ekleri ve eksikleriyle ilgili ârızî bir haldeler.
Bütün kelimelerin birden yani bir kökten gelmesi, zıtlık üzerine kafa yormayı mecbur kılıyor. Yaratıp “yeni” bir şey ortaya koymak için evvela yarmak ihtiyacı duyuyoruz. Netameli bir iş olan yarmakla kılı kırk yarmak da mümkün başını gözünü yarmak da. Yarık diye bütünlüğünü kaybedenden bahsediyoruz ama içine nüfuz edebilmek için bir gedik açmış oluyoruz. İyice anlamak istendiğinde, o şey neyse, ters yüz etmek gerekiyor. Yarmanın yaratmaya medar nasıl bir maden olduğu ve doğrudan kendisinin maden olduğu, eski Türkçe’de ışık anlamına gelen yaruk kelimesinden de belli oluyor. Eşya, tabiatı itibariyle aydınlığı örterken yarılan yerden tekrar ışık doluyor. Demek oluyor ki yaratılanların, yarıktan çıkıp süzülenlerin birincisi ışık. Yardığımızda içini görüyoruz ve görünenin iç yüzünden haberdar oluyoruz.
Yarmakla anlamanın buluştuğu yer, ilkinin yarmakla ikincisinin ayırmakla olması. Anlamak için ayırt edebilmek ve bu yüzden yarıp ayırmak gerekiyor. Çünkü anlamanın ilk kökü an kelimesi, “iki tarlanın birbirinden ayrıldığı sınır” ve temyiz etmeye yarayan “zihin” anlamlarına geliyor. Kararlı kökü ise ağ. Terzilikte, pantolon bacaklarının ayrıldığı kısım için kullanılıyor. Kâşgarî’de “iki bacak arasındaki boşluk” olarak târif ediliyor. Yine Dîvânü Lugati’t-Türk’te “anğ” kelimesinin yanak ve çene anlamları var. Çenenin ikiye ayrılması, yanağın ikiz olması kayda değer. Altun Yarık’ta “angsız” kelimesi “ayrımsız” anlamına geliyor. Anlamak yerine kullanılan “ang” kelimesinin (angamak, anglamak, angkara) tarihi, Uygurca Mahayana sutralarına kadar dayanıyor. Anlamanın ters yüz etmekle ilişkisini ise en güzel ağnamak kelimesi veriyor: “Eşege dediler, meʿrifetiyi göster, küle ağnadı.” Hayvanların debelenip yuvarlanması anlamına gelen ağnamak, farklı lehçe ve ağızlarda anlamak mânâsında da kullanılıyor. Emsâl-i Nesâyih-i Türkî’deki tarifi şöyle: “Arka üstü uzanıp ayaklarını yukarı kaldırarak, o yüz-bu yüze çevrilmek.” İş ki ağnak kelimesi, hem hayvanların debelendiği yer anlamına geliyor hem de anlayışlı kimse yerine.
Anlamanın semantik yorumlarının temelinde “bir şeyin kendine özgü özelliğini ayırt etmek” ve görecelilik var. Bir kelimenin anlamı, doğrudan onun dildeki kullanımıyla ilgili. Türkçe anlamın y-an ve y-önle bir kökten gelmesi bu özü teyid ediyor. Anlamın anlamı, neyin yanında istihdam edildiğine göre değişebiliyor fakat kendisinden başka bir şeyle anlamlanması meselesi sabit kalıyor. Bu sebeple anlamın düşmanı kibir. Başkasından dikkatini esirgemek, ağ gibi ince ve saydam gözenekleri olan anlamı gözardı etmek oluyor. Tanımak ve danışmak bir kökten ve muhtemelen anlamdan geliyor.
Anlamanın daha alttaki kökü olan ağ kelimesinin öğ ile münasebetleri var. Ök için Oğuzca bütün köklerin kökü denebilir çünkü kök kelimesi de buradan geliyor. Öksüz hem annesiz demek hem de akılsız ve şaşkın demek. Ök’ün anne ve akıl anlamına gelmesi öğüt kelimesinde daha belirgin. Annenin en yakındaki olması, çocuğu eğitmesi, öğretip öğüt vermesi münasebetiyle akıl anlamı anneden çoğalmış olmalı. Türklerin aklı ve bilgeliği dişiliğe yasladıkları, erkek için savaşçılığı ve mücadeleciliği önde tuttukları biliniyor. Nitekim kaynaklarda ök’ün fitne anlamı da var. Bu halde anne mesleği olan ögürmenin anlatmak ve açıklamak anlamlarının bulunması, ağ kökünü oluşturmuşa benziyor. Ayrım anlamına gelen an kelimesinin en kökünde yakınlığın bulunduğunu söyleyebiliriz. İki tarlanın birbirinden ayrıldığı sınır, hâliyle birbirine en yakın yer oluyor.
Mehmet Emir