Rivayet o ki, Yunus Emre’nin söylediği 3000 şiir daha sonraları Molla Kâsım adında birinin eline geçmiş. Bu Molla da bir su kenarına oturup şiirleri okumaya başlamış. Okuduğu şiirlerin dine aykırı olduğunu düşünüp, 1000 şiiri üşenmeyip yakmış. Diğer 1000 şiiri ise suya atmış. Kalan 1000 şiiri okumaya başladığında da Yunus Emre’nin şu beytiyle karşılaşmış: “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sıgaya çeken bir Molla Kâsım gelir.” Molla Kâsım şiirde kendi ismini görünce haliyle hatasını anlayıp tövbe etmiş ve Yunus Emre’nin büyük bir veli olduğuna kanaat getirmiş ama ne yazık ki 2000 şiir de yok olmuş.
Bu beyti okuyunca aklıma ilk olarak Necip Fazıl’ın bahsettiği “kaba softa ham yobaz” tiplemesi gelir. Necip Fazıl bu tipi şöyle açıklar: “İslam’ı kendi çıkarları uğruna ve başkalarının emelleri doğrultusunda kullanıp, kafalarına göre Müslüman portresi belirleyen ve de halka bunu yutturmaya çalışan, sonuç itibari ile de İslam düşmanlarının eline müthiş bir koz veren insanlardır.” Kaba softa ham yobaz dinin kışrında (kabuğunda) kalmış, özünü idrak edememiş şekilci Müslümanları anlatmaktadır. Yani ruhsuz İslam anlayışı diyebiliriz. Olayların niçininin derdinde olmayan, görünen ile yetinen bu anlayış aslında dine en büyük zararı veren tipi simgelemektedir. Ana özellikleri ise samimiyete ulaşamamaktır. Şekil özelliklerinin kendini kurtaracağını sanan ve bu sebeple kalbin gıdasını ihmal edenler de bu gruba dâhildir. İşte Yunus Emre’nin şiirinde geçen “Molla Kâsım” tam olarak “kaba softa ham yobaz” tanımına uyar. Yunus Emre’nin şiirlerindeki samimiyeti göremeyip, derinine vakıf olamadığı için şiiri akla gelen ilk manasıyla değerlendirmiş ve imgelerini/işaretlerini çözememiştir. Bu sebeple de şiirleri dine aykırı görüp yakmış ve suya atmıştır. Ne zaman kendisine hitap edilen beyti görünce uyanmış ve hatasını da anlamıştır. Ama bu hata 2000 şiire mal olmuştur. O halde Molla Kâsım’ı hem gerçek bir kişi hem de bir tipleme olarak görebiliriz.
Fakat bu yorum ne kadar doğru? Hakikaten Molla Kâsım adında biri yaşadı ve Yunus Emre şiirlerini yok etti mi? Yoksa şiirdeki Molla Kâsım bir simge mi? Şiirin arka sokaklarına girdiğimizde Molla Kâsım’ın Yunus Emre’nin aklını simgelediğini söyleyebiliriz. Yani Yunus kendi aklı ile konuşmaktadır. Yunus Emre öncelikle bir derviştir. Derdi Allah aşkıdır, kulluktur. Bu sebeple kırk yıl şeyhi Tapduk Emre’nin dergâhında hizmet etmiş ve nefsini terbiye etmiştir. Haliyle tasavvufun en yüksek makamlarına kadar çıkmıştır. İşte bu makamlarda yaşadığı halleri bazı şiirlerinde anlatırken kendi ile konuşup adeta “Ey Yunus, bu sözler yanlış anlaşılabilir. İlim ve irfan mektebinden geçmemiş kişiler şiirlerini okuyup farklı yollara girebilir. O halde sözünü dosdoğru söyle!” demiş olabilir. Yani Yunus Emre kendi şiirlerini yine kendisi eleştirmiş ve aklına da Molla Kâsım ismini vermiştir. Aklın özelliği doğruyu görünce yanlışta diretmemesidir. Akıl, ispat karşısında doğruyu hemen kabul eder. Aklın fıtratı budur. Şiirde de Molla Kâsım’ın tövbe etmesi aklının mutmain olması (delilleri görmesi) sonucu gerçekleşmiştir.
Şiir üzerinde biraz daha düşünürsek Molla Kâsım’ın şeriatı (fıkhı) simgelediğini de söyleyebiliriz. Yunus kendine her sözünün şeriata uygun olması ihtarını yapmaktadır. Tasavvufa sufilerin cezbe ve vecd yani kendilerinden geçmiş bir halde iken söylediği sözlere şathiyyat deniyor. Şathiyyat sufinin kalbinden taşan ilahi hakikatlerdir. Bu sözler zahiren dinin genel hükümlerine aykırı gibi gözükebilir ama sözün hakikati anlaşılırsa sorun kalmaz. İşte Yunus Emre kendini uyarmakta ve insanların anlamayacağı manaları söylememesi gerektiğini ifade etmektedir. Her nefes hissettiği ilahi aşkı şeriata (fıkha) uygun bir şekilde ifade etmesi gerektiğini bize haber vermektedir. Manevî coşkunluk anında söylenen sözlerin, bu hali yaşamayanlar tarafından yanlış anlaşılması son derece doğaldır. İşte Molla Kâsım (fıkıh) burada ortaya çıkmakta ve sözün hitap edilen kişilere uygun olması gerektiğini ihtar etmektedir. Zaten Yunus Emre bir başka şiirinde “Haktır şer değil mürşiddir Kur’an bana” diyerek şiirlerin Kur’an-ı Kerim’e dayandığını ve feyzini buradan aldığını hatırlatarak şeriata son derece uyduğunu bildirmektedir. Yine bir başka şiirinde ise “Korkaram söylemege şerî’at edebinden / Yohsa eydeydüm sana dahı ayruksı haber” diyerek yaşadığı manevi hallerin hepsini anlatmadığını ve bunu da şeriata olan saygısından dolayı yaptığını ifade etmektedir.
Son iki yorumdan biri doğru ise Molla Kâsım olumsuz bir karakter olmaktan çıkar. İster aklı ister şeriatı (fıkhı) simgelesin Molla Kâsım bize ölçülü olmayı ve sınırlara dikkat etmeyi salık verir. Çünkü sınırlar insanın günaha düşmesine ve kendine zulmetmesine engel olur. O halde her insanın içinde bir Molla Kâsım (eleştirel düşünce) olmalı ve böylece onu cehaletten korunmalıdır. Yani insan kendine verilen nimetlerin hakkını vermelidir. Bunların başında da aklı gelmektedir.
Buraya kadar yaptığımız yorumlar sözkonusu beytin Yunus Emre’ye ait olması durumunda geçerlidir. Abdülbaki Gölpınarlı “Yunus Emre ve Tasavvuf” kitabında, “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sıgaya çeken bir Molla Kâsım gelir.” şiirinin içinde “Yunus” ismi geçmesi sebebiyle Yunus Emre’ye ait olduğunu sanılıp Divan’a alındığını, hâlbuki bu şiirin Şair Kâsım’a ait olduğunu söylüyor ve çeşitli kanıtlarla bunu ispatlıyor. Şair Kâsım bu şiiri, Yunus Emre’nin “İşbu vücud şehrine her dem giresim gelür / İçindeki sultanun yüzün göresim gelür.” şiirine nazire olarak yazmış. Yani Molla Kâsım’ın şiirleri yaktığı ve suya attığı iddiasının bir gerçekliği yok. O halde nereden çıktı bu hikâye diyebilirsiniz. Bir yanlış anlaşılmanın üzerine halkın Yunus Emre’yi temize çıkarması olarak durumu özetleyebiliriz. Anadolu halkı Yunus Emre’yi o kadar çok sevmiştir ki, ona yan gözle bakanları olumsuz bir öğe olarak kodlamıştır. Bunu da Molla Kasım’ı bir şahsiyet olarak somutlaştırarak gerçekleştirmiştir.
Sulhi Ceylan
2 Yorum