Soykırımı reddeden, Yahudilerin sömürü yaptığına dair konuları dile getiren ve bu sebeple Antisemitisttik eserlerinin Fransa’da yasaklı olduğu Louis Ferdinand Céline, “Değer taşıyan tek hikâye, bedelini ödediğinizdir” der. Hikâye kelimesini duyar duymaz aklıma nedense insan gelir. Çünkü bana göre her insan bir hikâyenin bedenleşmiş halidir. İnsan, doğumuyla kendi hikâyesine başlar ve nefes aldığı sürece bu hikâyeyi yaşar. Yani hikâye içinde hikâyedir insanın hayatı. Fakat bazı hikâyelerin bedeli ödenirken bazılarının ki ödenmez. Ya da insan ödemeye cesaret edemez. Bedelini ödemediği için de yaşadığı hikâyenin değerini, ânının ve kendinin kıymetini bilemez. Bir Arap atasözü, zamanın iki tarafı keskin kılıç olduğunu söyler. Zaman her türlü keser, ama insanın hikâyesini keser. Bu kesiş bazen son derece acıyla hissedilir. Bazen de farkına varılmaz. İşte farkına varılmayan durumlar, kişinin bedelini ödemediği hikâyelerine denk gelir. İnsan kendi kendinin katilidir anlayacağınız.
***
İnsan kendisini bilebilir mi? İşte orta yerde duran ve cevaplanmayı bekleyen kadim soru… Bu soruya “düşündüğü gibi biri olmadığının” farkında bile olmayan insan, kendisini nasıl bilebilir ki diye başka bir soruyla cevap verebilirim. Her ne kadar soru sormuş gibi gözüksem de bir cevap verdiğimin farkındayım. O halde önce düşündüğü gibi olmadığının farkına varmak için insanın kendisine dışardan bakması gerektiğinin altını çizmeliyim. Şimdi yeni bir soru elde ettik: “Kendimize nasıl dışarıdan bakabiliriz?” ya da “Kendimize dışarıdan bakmak nedir?” İnsanın kendini masaya yatırması ve adeta bir cerrah dikkatiyle duygu ve düşüncelerini incelemesinden bahsediyorum. Ve yine bir başka cerraha duygu ve düşüncelerini açıp, onun yorumlamasını istemekten… Geleneğimizde bu durum ayna metaforu ile açıklanıyor. İnsanın kendine ayna tutması… Yani insanın kendini bir başkasında izlemesi… Yazarken kolay gibi görünüyor ama bu anlattığım durum hiç de kolay değil. Etrafımız, değil kendine ayna tutmak, aynalara düşman insanlarla dolu değil mi?
***
Açıkçası, ‘hayatın anlamı nedir’ diye bir soru sormaya çekiniyorum. Çünkü bu sorunun altında kalmak işten bile değil. Yine de cevabı, anlam ve amaç birlikteliğinde aramak gerektiğini düşünüyorum. Yani anlam kişinin amaçlarının birleşiminden ortaya çıkan bir sonuç. Kişinin uğrunda koştuğu amaçların, hayatının anlamını belirlediğini söylemek istiyorum. Günlük yaşantımız aslında bizim anlamımızı da oluşturur. En çok neye değer verdiğimiz ve bu değerin arkasındaki amaç yani niyet insanın bireysel anlamını oluşturuyor. Bu tanıma göre hayatının anlamı olmayan pek çok insan olduğu ortaya çıkıyor. İnsanın yaptığı her hareketin arkasında bir duygu durumu var. Çünkü insan diyorsak beden ve ruhtan bahsediyoruz demektir. Fizik ve metafizikten… Ruh nasıl bedenin (nefs) yaptıklarından etkileniyorsa, beden de ruhun yaptıklarından etkileniyor. Vücut bir savaş meydanı olup bu savaşta nefs ve ruh birbirine düşmandır ama beden ülkesinde savaşı yenenin hükmü geçer. Dolayısıyla hayatın anlamı bu savaşın galibine göre belirlenir. Bu arada Wittgenstein’in “Dua dünyanın anlamını düşünmedir” sözünü buraya ekleyeyim.
Sulhi Ceylan
2 Yorum