Sibel Kaya, ölçülebilir aşkları anlattı ama hüzünle…
***
Kızın saçları ipek gibi… Endamı, tavırları, o dupduru yüzüyle eksiksiz ve kusursuz bir görünüm sergiliyor kaldırımdan arkadaşlarıyla birlikte geçerken. Kelimelerini içine saklayan kadifeden, zarif bir kutu oluyor sesi. Yürüyüşü desen ayrı bir âlem… Bembeyaz bir kuğu ağır ağır süzülüyor sanki… Süzüldükçe kanatlarına takılıveriyor zaman; dingin bir göl kıyısında nasıl akıyorsa öyle akmaya, yavaşlamaya başlıyor. Çok süslü bir paket bu… Üzerini kaplayan kâğıdın desenlerinden tut, kurdelesinin biçimi, rengi, düğümleniş biçimine kadar gözleri üzerine mıhlamaya ahdetmiş… İçindekine dair en küçük merak uyanmasına imkân bırakmayacak kadar zihinleri kendiyle meşgul eden…
Sonra kızın birkaç kelimesi çalınıyor kulağıma. İçinde saklandıkları o kadife sesten nasıl kurtulup döküldüler ortaya çözemeden daha, ardı ardına bir sürü kelime daha sökün ediyor. Paketi saran kâğıt yırtılıveriyor birden, alttaki kutuda koca bir delik açılıyor… Ve içerideki şey olduğu gibi görünüveriyor. Kızın son birkaç saniye öncesine dek zerre merak etmediğim içi sere serpe ortada, az önceye kadar içinde saklandığı o muhteşem paketle tam bir tezat teşkil ederek kendini teşhir ediyor büyük bir keyifle. Sanki benim yüzümdeki şaşkınlık kırbaç etkisi yaratıyor üzerinde, daha da gür perdeden duyuruyor sesini. Artık sesin niteliği, ruhu okşama derecesi önemini tamamen kaybediyor, kelimeler bu kadar net duyulurken. Küfürleri duyuyorum. Ardından onları daha da beter korkunç hale getiren kahkahaları…
Rüzgâr gibi geçiyorum önlerinden o kızla arkadaşlarının. Tek bir kelime bile duymak istemiyorum artık. Süslü paketlere güvenmek istiyorum yeniden.
Tam önümde fiyakalı iki genç… Bir yarıştan söz ediyorlar. Arabalarının motor gücünden, gece tavan yapacak adrenalinden… Kız adları geçiyor konuşmalarında. Geceki şölene adların sahiplerini de davet etmeyi düşünüyorlar herhalde. Az önce o sunturlu küfürleri savuran kız gibi olmalılar onlar da. Gece gece arabalara binip ölümle dans etmek için epey bir miktarda erkekleşmek gerekir çünkü. İşin tuhafı öyle kızlar; konuşmaları, su gibi bira içmeleri, gidip geldikleri yerler açısından bu kadar erkekleştikleri halde kadınlıklarına da toz kondurmazlar bir yandan. Saçlarının şekli, giyim tarzları, kısacası paketlerinin mükemmeliyeti hanım hanımcık, hayatı boyunca ağzından tek terbiyesizce kelime çıkmamış kızlar için olduğu kadar hatta belki de onlardan da fazla önemlidir bu zümre için. Hatta öyle ki bu hayatlarının en önemli anlamlarından biridir.
Erkeklerin durumuysa, aç kalmayacağına emin birinin eve giderken ki telaşsız haline benzer. Evet, bir an önce bir şeyler yemelidir, ihtiyacı vardır buna çünkü. Ama buzdolabı tıka basa doludur, aç kalmayacağına en küçük şüphesi yoktur yani. Gerçi aman aman da bir yiyecek yoktur evde. Dumanı üzerinde tüten, mis kokulu bir çorba beklemiyordur onu sofrada. O kokunun içinde şefkat, sevgi gibi duygular yoktur. Çorbayı yapanla çorba arasındaki köprü olmaktan çıkmıştır kendisi. Ona özel, o doysun diye yapılan çorbalardan değildir çünkü. Markette herkesin rahat rahat alabileceği, insanları eşitleyen, özel olmaktan çıkaran o hazır çorbalardandır. Bu yüzden ne kadar sabırsızlansa da kapıdan içeri girmeye, yiyeceklerin hayali ağzını sulandırsa da; evde onu bekleyen, sofrayı onun en sevdiği yiyeceklerle donatmış bir anne, eş ya da sevgilisi olan birinin duyacağı heyecandan çok uzakta bir duyguyla atıyordur kalbi. İşte günümüz erkeği de böyle telaşsız, doğal bir kabullenişle yaklaşır kızların cömert bedenlerine.
Ne o erkekler sevdiğinin saçının teline bile zarar gelmesinden korkan, onun için canını verecek geçmiş zaman erkeğine benzer, ne de o kızlar o zamanın bir kuşun kırık kanadına saatlerce gözyaşı döken, sevdiğinden başkasına bir an gözü değse yanakları alev alev yanan nazlı nazenin kızına.
Tuzu azdır sanki çorbanın, öyle ya da değil bir şeyler eksiktir… Ama evet, karnını doyurmuştur yine de. İşte şimdiki gençlerin gönül ilişkileri de genelde böyledir. Tuzu az, sasık bir çorbaya benzer. İçinde aşk yoktur çünkü.
Sibel Kaya
1 Yorum