aleyhte konuşmak bize şifadır, gayrıya haram

abdulkadir bey,

edebifikir’deki “abi senin arabanın radyosu niye yok?” yazısı için derç ettiğiniz 23 mayıs 2018 tarihli yorumunuzu okudum biraz evvel. ilk başta bunun bir yanlış anlama olabileceğini düşündüm. biz edebifikir yazarları için “burada çirkinleşmeye gerek yok” gibi cümleleriniz italik ve ciddi göründü gözüme. ancak bende biraz komploculuk vardır, komplo teorilerine ideolojiler çağının masalları ve efsaneleri olarak bakarım. pargalı ibrahim paşa, bir kehanet kitabından, içinde bulundukları çağda iskender gibi büyük bir fatih’in geleceği ve bunun da ibrahim adında bir kurmayı olacağı bilgisini gençlik zamanlarında kanuni sultan süleyman ile beraber okuduğunu söylemiş bir avrupalı elçiye. o devrin siyaset erbabınca, böyle efsaneleştirmeler bir “söylem”, bir “imaj” olarak nasıl kullanılıyorsa komplo teorileri de bu devirde öyle bir vazife görüyor, kullanılıyor galiba. komplo teorisi yazmak zor bir iştir, şöyle zevkli bir komplo teorisi yazısı okumak her zaman nasip olmaz. yazarken her an metni bir masal havasına düşürmek tehlikesi vardır, örnekleri için ergün diler’in yazılarına bakabilirsiniz, eğer okumaya tahammül edebilirseniz. bu arada, yeri gelmişken mükerrem mete’nin edebifikir kitap pusulası için iyi bir “komplo teorileri” listesi hazırlaması gerektiğini de yazayım.  her neyse, komplo teorileri insanın zihnini işlek tutar, dikkatini artırır. komplo teorilerini okumayı severim ama yeteri kadar vakit ayıramam, amatörüm. mükerrem kadar profesyonel olmam mümkün değil elbette. mükerrem mete, henry kissenger’in adamıdır. mahir kaynak’ı dezonforme etmekle görevliydi, yeni görevi nedir bilmiyorum. mesela sulhi ceylan’ın kırklar meclisinin ajanıdır. aydoğan abi, çin menşeili bir şirketin iletişim departmanındaki siber ajanların taktisyenliğini yapıyor diye şüpheleniyorum. bahadır dadak ise greenpeace kızlarının gönüllü ajanıdır. davut bayraklı sorulursa, süleyman demirel’in manevî torunudur. mehmet erikli’ye gelince “sait faik medeniyeti”nin ajanlarından biridir. silsileyi uzatmak mümkün, bu bağlantıları nasıl kurduğumu, bu ajanlıkları nasıl deşifre ettiğimi anlatmam için her birini ayrı bir yazıyla ele almam gerekir. bu da pek zahmetli bir iş. komploculuğumun sizinle alakalı kısmına gelecek olursak sentaksınız, üslubunuz niyeyse bendenize hayli müennes geldi. bu bir şüpheden ibaret, itham etmek veya tahfif etmek kastıyla söylemiyorum ama bana hayli müennes geldi. iddialı değilim, bir intibadan söz ediyorum. üstünü handan inci tamamlasın, biz meseleye avdet edelim.

eğer sizinle alakalı geliştirdiğim şüphenin (suizan demiyorum çünkü iyi veya kötü bir durum değil, objektif bir durum bu.) yeri yoksa, siz gerçekten ciddi ciddi bu cümleleri kurmuşsanız (umarım ciddi değilsinizdir) başka bir bahis açacağım. eğer ciddiyseniz, bundan sonraki yazacaklarımı üzerinize alınabilirsiniz. değilseniz, bu yazacaklarımın başka müşterileri var, onlara hayırlı uğurlu olsun. mevzu komplo teorilerinden açıldı, oradan devam edeyim. galiba beş altı yıl evveldi. ismini verip vermemekte tereddüt ettiğim bir müşterek arkadaşımız davut bayraklı ile bu fakir-i hakiri, şedit bir ısrarla “davamızın mümtaz kılıcı üstad kadir mısıroğlu”nun bürosuna götürmek istiyordu. herhalde o sıralarda mısıroğlu youtube kanalı üzerinden bir tesir uyandırmaya başlamıştı. internet kuşağının dünyasına öylece girdi sanırım. bizim arkadaş da youtube’dan pençesine düşmüştü ve hayli etkilenmişti. kabul etmek gerekir ki mısıroğlu’nun komplo teorileri de bu devir için hayli bayattır; mehmet erikli’yle biz onu gülmek için izlerdik. tahkir etmek için demiyorum, bize komik gelirdi, bazen bir filmden bir parçayı izler gibi izlerdik. “şeyh pir” hadisesinden evvel, mısıroğlu’nun daha parlak buluşları vardı, onlar pek fazla piyasa olmadı. her neyse, bizim arkadaş tek başına gitmekten çekiniyordu, bize “sizin ağzınız laf yapar, bir mevzu açarsınız” diyordu. ben gitmek istemedim başta ama davut abi “yayınevinin kitaplarından alırız, üsküdar’da da bir çay içeriz.” deyince arkadaşlar karşısında tek kalmış oldum, fazla direnemedim. gitmek istemeyişim de kadir mısıroğlu hakkında menfi bir kanaatimin oluşundandı. tavrını o gün de tasvip etmiyordum, bugün de etmiyorum. hak teâlâ, sağcılıktan hepimizi korusun, âmin.

sadede gelelim, arkadaşlarla gittik. birçok mevzular geçtiğini hatırlıyorum. orada bulunan, bir nevi sekreter gibi bir genç arkadaş davut hoca ile benim semerkand’ta çalıştığımızı söylememize binaen bize bir tenkitte bulundu: “semerkand dergisinde neden mustafa islâmoğlu, abdülaziz bayındır gibi şahıslar hakkında reddiyeler neşretmiyorsunuz? ehli sünnet müdafaasıdır bu iş!” hatırımda kaldığı kadarıyla davut hoca bu tenkitle muhatap oldu, ben o sıra mısıroğlu’yla bir şeyler konuşuyordum. bu arkadaşa ne dediler hatırlamıyorum. sonradan aramızda konuşmuştuk. semerkand dergisi, iki yüz binden fazla abonesi olan geniş bir kitleye hitap eden bir neşriyattı. rize’nin bir kasabasındaki bir mecliste de okunabiliyor, istanbul’un bir semtinde okunabiliyordu. hitap edilen kitlenin, kuşa çevrilmiş “din kültürü ve ahlak bilgisi” derslerinden pek bir şey alamayacağı kabul edilirse, bu dergi vesilesiyle oluşan sohbet halkalarında din-i mübinin vaz ettiği temel meseleler hakkında teçhiz olması mevzubahisti burada. böyleyken anadolu’nun bir köşesinde fatiha-i şerife’yi düzgün okumayı öğrenmeye çalışan bir ihtiyar amcaya o sohbet meclisinde abdülaziz bayındır’ın falanca makalesinde yanlış görüşü, bilgiyi duyurmanın bir anlamı olabilir miydi? o sekreter gencin tenkidi hakkında bu konuşulduktan başka, ben de kadir mısıroğlu’nu ve muhitini tenkit ettim: yıllardan beri övmek ve sövmekle “dava kahramanlığı” yapmak ne kadar anlamlı olabilir? sarıpaşa’ya sövmeyi ekmek kapısı etmiş kalemlerin vaziyeti de problemli değil mi? bunların işleri tarihi “övmenin ve sövmenin” parantezine sokmuyor mu?

abdulkadir bey,

sizin yorumunuzdaki ikinci paragraf da bendenize mısıroğlu’nun bürosundaki gencin tavrını hatırlattı. bizi “ortak bir derde”, çabaya, birtakım hedeflere teksif olmaya davet etmişsiniz. edebifikir’de yârenlik maksadıyla neşredilen taşlamalar, tenkitler, mizah yazılarını anlamamışsınız. bizi yüksek perdeden konuşan bir âmir edâsıyla vazifelendirmiş, ikâz etmişsiniz. dahası var, bizi yanlış anlayıp saf saf “çirkinleş”tiğimizden dem vurmuşsunuz. “laf sokmak” gibi argo tabirler de kullanmışsınız. canınız sağolsun. edebifikir’deki arkadaşların birbirine kızdığı, küstüğü veya birbiriyle tartıştığı olmuştur. ancak aralarındaki meşrep ve meslek farkından ötürü zuhur eden fikir ayrılıklarını bilir, görür ve onu kalenderce yazıp konuşurlar. birbirimizin aleyhine konuşmamız, yârenlik ve muhabbet vesilesidir. medyadaki kaş çatan ve had bildiren insanlardan, sokaktaki karşılaştığımız bönlük ve peşinhükümlerden, daha birçok şifasız, tatsız tuzsuz, nursuz hâllerden edebifikir’e kaçıyoruz. size tuhaf gelebilir ama sulhi ceylân’ın bana “aristokrattır, röpdeşamır giyiyor” diye iftira atması ve beni “tuhaf türk kahvesi içme âdetleri var!” diye tenkit etmesi sevindirir, bu tenkitler gıdadır ve de şifadır. yine bahadır’ın beni ve feyyaz’ı memur olmaya çok kıymet verdiğimiz iftirasıyla suçlaması memnuniyet vericidir. bunlar edebifikir’in geleneğidir. misal, edebifikir her evlenen arkadaşımızın aleyhinde komplolar tertip eder, yazılar yazar. davut bayraklı evlenirken ona neler yaptığımızı görmek isterseniz “arama motoru”na müracaat edin lütfen. ezcümle aleyhte konuşmak bize şifadır, gayrıya haram.

(11 ramazan 1439 – 26 mayıs 2018 kahramanmaraş)

mehmet raşit küçükkürtül

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • AaAyesil , 30/05/2018

    Off!! okkalı bir başlık, yazı ve cevap olmuş…çok iyi

    Abdulkadir beyin yorumu şaşırtıcı ve alâkasızdı…nasıl böyle bir izlenime kapılmış merak etmiyorum.

    Yalnız yukarıdaki yazıyla Ivan Konstantinovich’in muhteşem tablosu arasında bir bağ kuramadım :)

  • Şeyh Pir , 29/05/2018

    Evvelden haftada bir giriyorduysam, dör döküntü defterini okumak için hemen hemen günlük girer oldum siteye. Abdülkadir Bey görüşünde münferit kalmış, diğer okurlardan yana da bir memnuniyetsizlik olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki yazarların memnun etmek gibi bir yükümlülüğü de olmaz.

    Ancak, Kadir Mısıroğlu’nu yedirmeyiz. Bir ülkede insanlar yüz yıla yakın zamandır Sarıpaşa’ya ismiyle hitap etmekten bile çekiniyorlarsa övmek ve sövmek gayet manidar olsa gerek.

  • HüsnaMerve , 28/05/2018

    “Bu dünyada insana en çok azap veren şey meşrebine uymayan kimseyle beraber olmaktır”
    Muzaffer Ozak(rha)
    Yazıdaki meşrepten kasıt nedir acep?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir