
Hayatın olağan akışı içinde kendini bir şekilde gizleyebilmiş pek çok sorun ve tehlike var. Dikkat dağınıklığı ve odaklanma sorunu da bu konuların başında geliyor. Konu hakkında yapılmış birçok araştırma ve çalışma olsa da Johann Hari’nin 2022 yılında Barış Engin Aksoy tarafından dilimize çevrilen ve Metis Yayınlarından çıkan kitabı Çalınan Dikkat, içeriği itibariyle oldukça önemli bir yere sahip.
Johann Hari, 1979 yılında Glasgow’da doğup Londra’da büyüyen, Cambridge mezunu, depresyon, bağımlılık ve dikkat dağınıklığı gibi konular üzerine çalışan Britanyalı bir araştırmacı. King’s College’da sosyal bilimler ve siyaset bilimi okuyan Hari’nin kitapları, kırk dile çevrilmiş ve üçü New York Times’ta en çok satanlar arasına girmiş.
Johann Hari’nin son zamanlarda oldukça popüler hale gelen Çalınan Dikkat adlı eseri yukarıda bahsettiğim görünmezliği bertaraf etmekle başlıyor işe. Kitap 14 bölüm ve bir sonuç kısmından oluşuyor. Dikkat eksikliği kitapta, toplumsal düzenin içimize yerleştirdiği bir sistem bozukluğu olarak tarif ediliyor. Hari, dikkatimizin çalındığını söylüyor. Ama parmak sallamıyor, ele aldığı problemin ehemmiyetini edindiği tecrübelerle destekleyerek ve bilimsel verilerle temellendirerek anlatıyor. Kitap teknik bir incelemeden çok bir sorgulama formatında. Hedefi, insandan sisteme uzanan bir çizgide dikkat dediğimiz etkenin nasıl çözülmeye başladığını göstermek.
Hari’nin kitabı, sadece bilgi aktarmakla yetinmeyen, düşünceyi eyleme çağıran bir metin olarak kurgulanmış. Yazar, kişisel tecrübelerinden yola çıkarak başladığı anlatısını, dünyanın dört bir yanından araştırmacılarla bir araya getirerek zenginleştiriyor. Ancak bu karşılaşmalar, entelektüel bir sohbetten ibaret değil. Her görüşme ve toplantı, dikkat eksikliğinin sebeplerine dair yeni bir boyut ekliyor. Bu haliyle kitap, bir araştırmacının sahaya inmesi kadar insanın kendini hesaba çekme çabası olarak da okunabilir.
Johann Hari kitabın sıfır noktasını “Memphis’te Yürürken” bölümünde özetle şöyle anlatıyor: “Odaklanma becerimizi ve dikkatimizi nasıl geri kazanabileceğimizi öğrenmek için 50.000 kilometre yol katettim. Dikkatimize ne olduğunu fena halde yanlış anladığımıza inanmaya başladım. Aslında burada kişisel başarısızlıktan ya da tek bir yeni icattan çok daha derinlere uzanan bir şey olduğunu öğrendim. Dikkat becerimizin gitgide azalmasının öncelikle benim, sizin ya da çocuğunuzun kişisel hatası olmadığına dair kuvvetli kanıtlarla karşılaştım. Hepimize yapılan bir şey bu. Çok güçlü kuvvetler tarafından yapılan bir şey. Aralarında teknoloji devleri de var ama onların da çok ötesine uzanıyor bu kuvvetler. Ortada sistemik bir sorun var.”
Odak Probleminin Sebepleri
Hari, dikkat meselesini ilk bakışta psikolojik veya nörolojik bir sorun olarak gören yaklaşıma karşı çıkarak, onun daha çok sosyo-kültürel boyutlarını ve sistematik yönlerini sorguluyor. Hızın artması, sosyal medyada geçirilen zaman, uykusuzluk, çevre ve hava kirliliği, beslenme alışkanlıkları, hatta eğitim sistemleri bile dikkat kaybının yalnızca kişisel zafiyet olmadığını, daha çok dikkat yetisinin bütünlüklü biçimde çözüldüğünü ortaya koyuyor. Kitap, klasik akademik bölümlendirmeden uzak bir yapıyla tasarlanıp yazılmış. Her bölüm dikkat kaybına yol açan bir sebebin peşine düşüyor. Hari, bu meseleleri işlerken klasik araştırma yazılarındaki gibi başlıkları alt alta dizip analiz sunma üslubunu tercih etmiyor. Bölümleri, odağa aldığı sorunun etkenlerine göre ayırması, maksadını okuyucuya kolayca aktarmasını sağlayan unsurlardan biri.
Hari, zihnin bir spot ışığı gibi işlediğini söylüyor. Bu ışık, kimi zaman irademizle yönlendirilirken, kimi zaman da dış müdahalelerle istemediğimiz alanlara sapabiliyor. Spot ışığının yönünü değiştiren unsurların başında, algoritmalarla donatılmış sosyal medya uygulamaları geliyor. Bu uygulamalar, sadece dikkatimizin nereye kayacağını önermekle kalmıyor, aynı zamanda onu manipüle ediyor. Böylece, özgür irade fikrini sarsan, sessiz ama köklü bir tahakküm biçimi olan gönüllü dikkat sömürüsünü dayatıyor. Bununla ilgili yapılan bir çalışmadan bahsediyor Hari. İnsanların en hızlı nasıl okuyabileceği konusunda yıllarca araştırma yapan bilim insanları, çalışmalar sonucunda bunun mümkün olduğunu, ancak bir bedeli olduğunu ortaya koymuşlar. Hari şöyle devam ediyor: “İnsanların bilgiyi ne kadar çabuk özümseyebileceğinin azami bir sınırı vardır ve bu sınırı aşmaya çalışmak beyninizin bilgiyi anlama yeteneğini yok eder. İnsanların hızlı okumasını sağlarsanız, karmaşık veya zorlayıcı materyallerle boğuşma olasılıkları çok daha düşük olur. Basit ifadeleri tercih etmeye başlarlar.”
Zalim İyimserlik
Hari’nin dikkat çektiği en çarpıcı kavramlardan biri “zalim iyimserlik.” Bu kavramla Hari, dikkat eksikliğinin bireysel olarak çözülmesi gerektiğine dair empoze edilen anlayışı sorguluyor ve şöyle diyor: “Bu yaklaşıma ‘zalim iyimserlik’ diyoruz. Bu, obezite, depresyon ya da bağımlılık gibi kültürümüzde derin nedenleri olan gerçekten büyük bir sorunu ele aldığınızda ve insanlara neşeli bir dille basit bir bireysel çözüm sunduğunuzda ortaya çıkar. Kulağa iyimser gelir, çünkü onlara sorunun çözülebileceğini ve yakında çözülebileceğini söylüyorsunuzdur; ancak bu aslında acımasızdır, çünkü sunduğunuz çözüm o kadar sınırlıdır ve daha derin nedenlere o kadar kördür ki çoğu insan için başarısız olacaktır.”
Bizi meşgul eden ve dikkatimizi dağıtan sistemler, aynı zamanda bu bozulmayı düzeltmek için kişisel uygulamalar da öneriyor. Yani bozan da aynı, çözüm sunan da. Bu durum, insanın yalnız bırakılmasının yanı sıra sistemin masumlaştırılmasına da sebep oluyor. Zalim iyimserlik, bize umut aşılıyor gibi görünse de çözümün önünü kapatan bir teslimiyet biçimi dayatıyor aslında. Söz konusu teslimiyetin çıktıları ise oldukça iç karartıcı. Hari bir örnek olarak uyku düzensizliğinin yaşlara göre farklı sonuçlar doğurduğunu söylüyor: “Aldığımız uyku miktarı sadece yüz yıl içinde yüzde 20 oranında düştü. Uyku yoksunluğunun etkileri özellikle çocuklar için korkunçtur. Yetişkinler genellikle uykulu hale gelerek tepki verirken, çocuklar genellikle hiperaktif hale gelerek tepki veriyor.”
Dikkat kaybı Hari’ye göre yaşadığımız çağın krizi. Bu kriz sosyalleşmeyi ve empati kurma kapasitemizi de tehdit ediyor. Çünkü dikkat dağınıklığı aynı zamanda analitik düşünmeyi, tefekkürü, sabırlı okumayı ve bir meseleyi farklı yönleriyle tartışabilme kabiliyetini de ortadan kaldırıyor. Kişinin kendini değersiz görmesinin sebebi de bu. Hiçbir işe yaramazlık hissi bir anlam kaybına uğratıyor. Haliyle sosyalleşememe ve çevreyle bütün bağların koparılması bir zaman sonra kişiyi farklı arayışlara yönlendiriyor: “Yirmi yılı aşkın bir süredir, gün boyunca çok sayıda insanla sinyal gönderip aldığımı fark ettim. Mesajlar, Facebook mesajları, telefon görüşmeleri… bunların hepsi dünyanın bana şunu söylediği küçük yollardı: Seni görüyorum. Seni duyuyorum. Sana ihtiyacımız var. Geri sinyal ver. Daha fazla sinyal ver. Kendim teknoloji diyetine girdiğimde artık sinyaller gitmişti ve sanki dünya şöyle diyordu: Senin bir önemin yok. Bu ısrarlı sinyallerin yokluğu, bir anlam yokluğuna işaret ediyor gibiydi.”
Çocuklar Eskisi Gibi Değil
Kitabın en güçlü yanlarından biri dikkat eksikliğini biyolojik ya da psikolojik problemlerin yanında çevresel ve toplumsal boyutlarıyla da ele alınması. DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) gibi tıbbi etiketlerin, çevresel sorunların üzerini örttüğü ve insanları ilaçlarla susturmanın, sorunu görünmez kıldığı fikri burada temellendiriliyor. Özellikle çocuklar üzerinde yapılan çalışmalar, oyun alanlarının daraltılması, sosyal baskıların artması ve eğitim sisteminin yarışmacı yapısının, dikkat bozukluklarını tetiklediğini gösteriyor. Hari bu noktada oyun oynamanın önemini vurguluyor. Çarpıcı bir gerçekliği kısaca şöyle anlatıyor: “Okullarımızda egzersize daha az imkân sağlanıyor. Çocukların oyun oynamasına daha az imkân veriliyor. Sınav çılgınlığı okullarda kaygıyı artırıyor. Çocukların içsel güdülerini bulabilecekleri koşullar yaratılmıyor. Ve birçok çocuğa ustalık kazanma, bir alanda iyi olduğunu hissetme fırsatı tanımıyoruz.”
Hari kitabın girişinde yer verdiği tecrübelerini, yani internetsiz, akıllı telefonsuz üç aylık bir dijital detoksun sürdürülebilir olmadığını ifade ediyor. Şehir hayatına, sosyal bağlara ve çalışma düzenine dönüldüğünde, dikkatini geri kazanan insanın yeniden sisteme entegre olması kaçınılmaz hale geliyor. Buradan çıkış yolu olarak ise kitap okumaya daha çok zaman ayırmanın gerekliliğinden bahsediliyor: “Amerikalıların yaklaşık yüzde 57’si artık normal bir yıl içinde tek bir kitap bile okumuyor. Kitap okumak bizi belirli bir şekilde odaklanmaya alıştırırken; ekranlardan okumak bizi farklı bir şekilde, bir şeyden diğerine manik bir şekilde atlayarak okumaya alıştırıyor.” Hari, “Uzun Süreli Okumanın Kaybolması” bölümünde, kullandığımız araçların aynı zamanda bir bakış açısı sunduğunu anlatıyor. Mesela kitaplar düşünmemize, okuduklarımız arasında bağlantı kurmamıza ve istediğimizde ara verip sonra kaldığımız yerden devam etmemize imkân tanıyor. Fakat X (Twitter) gibi platformlarda işler çok farklı. Orada durup düşünmeye zaman yok. Her şey kısa, hızlı ve basit olmak zorunda. Bu da kullanıcıyı sürekli dikkat dağıtan, yüzeysel bir dünyaya alıştırıyor.
Mücadelelerin Ön Koşulu
Yazılabileceklerin çok az bir kısmını yazsam da Çalınan Dikkat kitabının klasik bir kişisel gelişim kitabı olmadığını söylemem gerek. Hatta kitap kişisel gelişim türüne yöneltilen çoğu eleştiriyi içinde barındırıyor. İnsanla birlikte onu kuşatan yapıyı da sorgulayan, insanların üzerinde kurulan dikkat ekonomisini ifşa eden ve çözüm olarak küçük çaplı çabaların toplumsal dönüşüme evrilmesini öneren bir kitap. Hari’nin en büyük katkısı da burada aslında. Çünkü kitap, dijital çağın sunduğu hayat biçimini sorgulamak isteyen herkes için bir başlangıç noktası mesabesinde. Yazar bu sorgulamanın gerekliliğini ve ardından verilecek mücadeleyi kitabın sonuç kısmında şöyle özetliyor: “Çoğu insan hızlı bir yaşam istemez, iyi bir yaşam ister. Hiç kimse ölüm döşeğinde yatarken ekonomik büyümeye yaptığı tüm katkıları düşünmez. İnsan dikkatinin özgürleştirilmesi, zamanımızın belirleyici ahlaki ve siyasi mücadelesi olabilir. Bu mücadelenin başarısı neredeyse tüm diğer mücadelelerin başarısının ön koşuludur.”
N. Cihan Karakurt

