“şükür kalbine denk gelmemiş
kahrından ölemezdi yoksa.”
orta doğusundan bıçaklanmış bir kadın
çay koyuyor misafirlere, kendi cenazesinde
babası gelene kadar namussuzluk yaparcasına izlediği fox tv dizisi gibi izliyor;
dişleri ucuz sigaradan sararmış yaşlıların çay tabaklarını
ödü kopuyor bitince hemen dolduramazsa diye.
babasının gözlerine bakıyor, her başka yere baktıktan sonra
tanrı taklidi yapan babasından emir bekliyor,
orta doğusuna bir emir bekliyor, bıçaklanmış kadın.
sanki dışarıdaymış gibi
içeriye gidiyor “sus kız”ın yanına.
biyolojik aynılığın getirdiği cüretle ağzını açabiliyor annesinin yanında
ve hemen şikayet ediyor tanrısını.
“sus kız” diyor annesi,
o kadar çok diyor ki;
adını unutuyor kızının.
susuyor kız
ve bir çay daha götürüyor
titrek elleriyle.
yalnız, biri ölünce gelen büyük fabrikatör dayı
çayının yanındaki ucuz, susamlı çubuk krekere tiksintiyle bakarken
soruyor sessizce, daha az büyük olan dayıya
neydi bu kızın adı diyor.
cevap veriyor dayı
orta doğusundan bıçaklanmış bir kız işte diyor
ama kalbine denk gelmemiş, kahrından ölebilmiş.
bir adı olmalıydı bu kızın, bir sanı, bıçaklanmış olmaktan başka
bir uyku tutmazlığı, bir uzaklarla alıp veremediği belki
fakat, bekaretini yaşmak bağlayarak koruduğu yüzü
ve yere bakmaktan kırılmış boynu ile
kalakalmak memuru olmuştu, bıçaklanmış kız
oturunca yok olurdu sanki bacakları
ontik unutuluş,
aşırı iç mimarlık
ve en önemlisi de, sofra kurmak mühendisliği
kendisinden sorulurdu.
öksürerek başlardı konuşmaya
çünkü ilk denemede çıkmazdı sesi boğazından.
etrafındakilerce hep önemsiz kabul edilmiş sözleri;
yalnızca, sessizlikten iyidir diye konuşturulur,
akla bir şey gelirse de, kolayca susturulurdu.
zaten kapanmaya bin kere iknadır çenesi.
yüzeyinde peyderpey kan birikmiş,
herkesin uyumaktan ölmüşlüğüne kani olunca
soluk soluğa ısırılmış dudakları…
işte! bıçaklanmış kadın; tanrısını bıçaklamıyorsa, bıçağını çıkaramadığındandır.
Mahmut Fanya Genç
5 Yorum