Bu metinde, Şule Gürbüz’ün kategorize edilmeye pek müsait olmayan deneme-metinleri üzerinde yapılan okumaların daha sağlıklı olması için bazı konu başlıkları incelenecek ve Şule Gürbüz okuyucusuna kılavuz oluşturmak amacıyla ilk taş atılacaktır. Kendimi bu metni yazmaya her ne kadar lâyık görmesem de kendisine deruni bir sevgi beslemem ve karşılaştığım -nedenselliği makul olmayan- kirli yorumlar sebebiyle bu metni yazmak cüretiyle cezalandırıldım. Ele alacağım konu başlıkları: Şule Gürbüz kimdir ve Şule Gürbüz’ü anlamanın nasıllıkları.
Şule Gürbüz, 1974 yılında İstanbul’da doğar. İstanbul Üniversitesinde Sanat Tarihi ve İspanyol Dili ve Edebiyatı, Cambridge Üniversitesinde ise felsefe eğitimi alır. 1997 yılında Dolmabahçe Sarayında antika saatler üzerine ustası Recep Gürgen’in yanında çırak olarak çalışmaya başlar. Çalışmalarını halen Millî Saraylar Müdürlüğü bünyesinde sürdürmektedir. Herhangi bir insanı anlamak adına onun hayatını ve o hayatın içindeki tercihleri de göz önünde bulundurmak elzem bir durumdur. 1992 yılında, 18 yaşında, henüz çok gençken üstelik juvenilia de denmeyecek kalibrede bir eser (Kambur) yayımlatıp sonrasında Cambridge’e felsefe eğitimine giden Şule Gürbüz’ün dönüşte hayat uğraşı olarak saat ustalığını, zanaatkârlığı tercih etmesindeki nedenselliği konuşmak zorundayız. Şule Gürbüz, “Zanaat, sanat eseri oluşturmak gibi kendi kimliğinizin, isminizin ön planda olduğu bir şey değildir. ” der. Belki de Şule Gürbüz okuyucusunun bu metinlere bunca tutkuyla yaklaşımını, Şule hanımın kibir menşeli olmayan samimi mütevazılığına borçluyuzdur. Bir sır olmadığı aşikârdır ki, modern yüzyılın ideal karakter inşâsının içine kibirden yapılma bir mütevazılık da maya ediliyor. Bu mayanın rahatsız ediciliği kibrin bizzat kendisinden bile daha büyük olduğu için, yorgun edebiyat okuyucuları ellerini koyacak yer bulamayan yazarların halis mütevazılığını görünce onları tutunacak dal belliyorlar. Şule Gürbüz, yorgun edebiyat okuyucularının tutunacak dalıdır. Müphemlik kavramı üzerine Bauman’dan, Bauer’den alınma doktrinleri yazımın içerisine paralayarak yine müphemliğin ekmeğine yağ sürmek istemiyorum. Fakat özellikle modernizasyon sonrasında metin (edebiyat, şiir, resim, mimari) okumalarındaki hermenötik açıklar okuyucuya küstahlık cüreti de sunmaya başladı. Okuyucu, amiyane tabirle, kalibresinin yetmediği metinleri müphemlikle, obskürantizmle yahut alegoriyle suçlamayı bir refleks haline getirdi. İndirgemeci bir yaklaşımla varoluşçu metin kategorisine sokabileceğimiz Şule Gürbüz metinleri, analitik okuma yapmak için okuyucudan müthiş güç ve sabır talep ediyor. Bu kudreti metne sarf etmeyen okuyucu ise üslü sayıları bilmeyip binom açılımı yapmaya çalışan bahtsız öğrenci gibi kalakalıyor.
Felsefenin kapısını bir kez tıklatmış olan hemen herkes bilecektir ki varoluşçu metinleri anlamanın mesaisi bir başka tip mesai oluyor. Daha zor ya da daha külfetli demek istemiyorum. Yalnızca, Sartre’ı, Kierkegaard’yü kavramak elinizde sabun tutmaya benziyor; muharririn zihnine girebilecek kadar hakimiyet kazanamıyorsunuz fakat sizi tırmalayan bir şeylerin anlamları da zımnen bilincinizde canlanıyor. Ayrıca bu tarz metinleri katmanları bol olan metinler olarak tanımlamakta da fayda görüyorum. Zira çok basit anlatımla, 6 seviyesinde bir malumat bagajınız varsa 6 seviyesinde bir katman yakalıyor, 8 ise 8 seviyesinde bir katman yakalıyorsunuz. Yine herkesin anlayabileceği bir örnek üzerinden bu iddiayı destekleyeyim. “Öyle Miymiş?” isimli kitabın 26. sayfasında “gök Herakleitos ne derse desin kendi renginden emin” diye bir ifade var. Bu ifade okuyucudan Herakleitos’un devinim teorisini bilmeyi talep ediyor. Bu örnek yukarıda verdiğim malumat bagajı ve katmanların yakalanması ilişkisi için basit düzeyde bir örnektir. Örnekler çeşitlendirilebilir fakat şimdilik bununla iktifa edeceğim. Katmanlar çoğaldıkça paralelinde bagaj boyutunuzun da büyümesi gerekiyor, aksi halde varoluşçu metinleri ve konumuz olan Şule Gürbüz metinlerini anlam dünyanızda canlandırma olanağınızın kısıtlılığı söz konusu oluyor. Bu kısıtlılık ise -maalesef- okuyucuya metin için mâkuliyeti olmayan eleştiriler sunmayı teşvik ediyor. Son olarak, yalnızca metinler üzerinden değil birçok koldan kendisiyle kalben derin bağlantılar kurduğum yazar Şule Gürbüz üzerine yazdığım bu yazı için zoraki anlam kotarması yapmış olma ihtimalimin pekâlâ farkındayım fakat bu telaşımı bir şekilde aksiyona dönüştürmeseydim bunca anlama karşı olan sadakatimi heba etmiş olacaktım.
Mahmut Fanya Genç
7 Yorum