Akıl Defteri: Bir Şiirin Bakır Çağı

“Bir şiirin “doğrudan” halka hitap etmesi, “doğrudan” halkı gıdıklaması, kullandığı kendine özgü yöntemler yüzünden kolay kolay anlaşılamaması, kendini kolay kolay vermemesi, işe toplumsal açıdan bakanların bile “faydasız şiir” yargısına varabilmesi için bir ölçü olamaz.” [s, 10]

“Bu şiir [İkinci Yeni], şiirimizin içine düştüğü bir bunalımın itmesi ile oluşmuştur. Belki başlangıçta buradan devinmiştir.” [s, 11]

“Çocukların şiirleri bir yana, hiçbir şiir başıboş değildir. Tutumuma, ne yapmak istediğime gelince: İkinci Cephe’yi açmak, us dışında bir anlam olduğunu savunmak, şiir kuralları konusunda bir anarşist davranmak, anlamsızlığın anlamına doğru gitmek, bu gerçekleri dil kurallarıyla sınırlayamadığım için dili aşmak, tilcikleri özdeğinden kurtararak, yeni özün sonucu olan yeni biçim, yeni biçimin de zorunlu sonucu olan yeni özü getirmek diye özetleyebilirim.” [s, 10-11]

“Evet, bu şiir, anlamı mısra, şiir kurulduktan sonra belirlenebilecek bir şiire doğru gidiyor.” [s, 11]

“ (…) Ama yeni şiir kendinden önce gelen şiirin bir devamı değildir. (…) Yeni yeniyle kurulur.  Bunun için yeni özün yeni biçim getirmesi zorunludur. Yeni öz yeni biçim getiremiyorsa, ya öz yeni değildir ya da yapıt daha bitmemiştir, yeni biçimi ortaya çıkarıncaya dek bitmemiştir.” [s, 12]

“Biz ‘İkinci Yeni’ şairleri olarak, yeni bir dilbilgisi ve yeni bir sözdizimiyle, yeni bir istifle de kuşanmıştık.” [s, 15]

“İkinci Yeni akımı ya da serüveni –işte ne denirse densin-, başlangıçtaki ilk anlamıyla Sezai Karakoç ile Cemal Süreya’dır (…)”[s, 15]

“(…) ‘İkinci Yeni’nin benimle doğrudan bir ilişiği yok galiba. Şiirlerden değil de düzyazılardan (tarih ve müzik de) gelmiş olmakla ve kendimi kesin şairden saymamakla da ‘İkinci Yeni’den olmayabilirim. Zaten Memet Fuat gibi önemli eleştirmenler (…) beni antolojilerine iş çok geniş ölçekli olduğu için alırlar ama akıllarınca çok küçültülmüş olarak. Eleştirici Rauf Mutluay hiç almıyor, bence böyle bir davranış daha dürüsttür. [s, 16]

“Turgut Uyar, –ki eski şiirin yörüngesinde Atatürk şiirleri ve iki kitabı vardı ama- ‘İkinci Yeni’ adı konduğunda 29 yaşında genç bir şairdi ve giderek de ‘İkinci Yeni’nin önemli şairlerinden biri oldu. Belki de birinci. ‘İkinci Yeni’ adı konmadan önce eskimiş şiirin yolunda kötü iki kitabı bulunan Edip Cansever, ara kuşaktandı ve arada kaldı filan ama ‘İkinci Yeni’de kendini buldu.” [s, 16]

“ (…) (Bizim Taksim’de geçen çocukluğumuzda yaptığımız futbol kapışmalarımızda toplarımız bezdendi, mahalleye yeni gelen bir çocuk, oyun bilmese bile salt topu lastik diye onu takıma alabilirdik. Edip Cansever’in ‘İkinci Yeni’ye sonradan şartlı olarak alınmasının nedeni acaba bu mudur!)” [s, 17]

“Bir de ‘İkinci Yeni’nin gölgesinde olup da 1969’da ona karşı çıkanlar da oldu: İsmet Özel, Süreyya Berfe ve inanılmaz uzun yeteneksizliğiyle Ataol Behramoğlu.” [s, 17]

“Anlayacağınız İkinci Yeni akımına (‘Sivil Şiir’) karşı olan yazın tarihçilerinin, eleştirmenlerinin kurnazlıklarının, işi Alice Harikalar Ülkesi’ndeki kedi gibi saptırmalarının sonu yoktur.” [s, 19]

“ ‘Mahşerin Dört Atlısı’ için şöyle de diyebilirdik: Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Muzaffer Erdost (ya da İlhan Berk). İlginç bir saptama: Sezai Karakoç ile Cemal Süreya, Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirmişlerdir ama ‘mülkiyet’le bir ilinti kurmamışlardır. (Cemal Süreya bana İkinci Yeni olayının temelde ve bir anlamda (İnek Bayramı gibi) bir Mülkiye Hareketi olduğunu da söyler.)” [s, 20]

“İkinci Yeni akımından sayılan şairlerin hemen hepsi de parasız yatılı ve taşra çocuklarıydı temelde. Akıma sonradan katılan Edip Cansever ise antikacı, tüccar bir aileden geliyordu; yabancı dil bilmezdi ve lise çıkışlıydı ama akıma bir çarşı esnafı şairliği rengini bu arada Kumkapı kültürünü de getirmişti.” [s, 22]

“ … ‘İkinci Yeni’ akımı şairleri, özellikle işi başlatanlardan, ‘parasız yatılılar’ yani Cemal Süreya ile Sezai Karakoç 1950 Mayıs’ında iktidara gelen bu ilk sivillere kesenkes karşıydılar ve zamanın ileri bir gazetesi olan (Muzaffer Erdost’un yönettiği) haftalık Pazar Postası’nda yazıyorlardı, yazıları da, şiirleri de orada çıkıyordu.” [s, 23]

“(Yine söz gelişi, Yeni Laiklerce ‘karanlıkçı bir şair’ sayılabilecek Sezai Karakoç böyle bir lanetlemeden yakınmaz! Fatih’te sarı devletin kara bir çatı katında kirada oturur. -*Sonradan öğreniyorum ki, Sezai Karakoç’un kiralık bir evi dahi yokmuş. –Yaş 55; zamanımızın sessizce iki önemli şairinden biridir.)” [s, 28]

“(…) Hiçbir yeniliğe ve hiçbir yeni biçime yer yokmuş sözde. Tabiî yalnız bizde değil, okurlara ve düz halka da çapraşık ve esrarengiz ve tehlikeli göstermeye çalıştılar Sivil Şiir’i akıllarınca, cüce akıllarında! Özellikle ve ayrıca, bir büyük kuyruklu yıldız gibi parlayan ve bütün Cumhuriyetin üç-dört ve benzersiz şairinden birini es geçtiler. Cemal Süreya gibi! Her şey bir yana; bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar ve ne kadar küplere binerlerse binsinler; yine de, Cemal Süreya’nın, Sezai Karakoç’un ve de İsmet Özel’in ‘Cumhuriyet’le yaralanmış’ olduğunu, bir ölçüde de olsa, sezebilirlerdi.” [s, 43-44]

“Söz gelimi Atilla İlhan (Halk Partisi ödülüyle lekeli olduğu halde), Asım Bezirci, gazeteci Hasan Pulur, Ömer Faruk Toprak vs. Cemal Süreya’yı hep parasız yatılı okuduğu ve anne baba dâhil hiç kimsesi, bir kiralık evi bile olmadığı için olsa gerek onu faşist olmakla, Franco’cu, Mussolini’ci ve Hitler’ci olmakla suçlayabilmişlerdi. Akıllarınca belki de Cumhuriyet’in üç-dört şairinden biri olan ve apaçık da Sivil, belki de ilk sivil şair olduğu olgusunu karambole getirip okurların kafalarını karıştıracaklardı.” [s, 44]

“Doğrusu ya, Yahya Kemal yalnızca ‘devlet şairi’ değil aynı zamanda dört dörtlük bir ‘iktidar şairi’ydi de (nasıl Âşık Veysel ‘halk’ değil de ‘halkevi şairi’ ise). (…) Ona devlet töreni yapılmasında kime yapılsın ki. Çünkü Yahya Kemal ideolojik olarak başlangıcından bu yana hiçbir yere ve yana kıpırdamamıştır. Taş gibi. Yatağında durur.” [s, 56]

“Çok geniş anlamda da olsa, bir gün, ‘çağdaş’ Türk şiir tarihi Ahmet Haşim’le değil, Yahya Kemal’le başlayacaktır. 1912’ye kadarki şiirde egemen olan gülünç Mınakyan biçeminin onunla bir yana bırakıldığı unutulmasın, unutmayın. Sonra şiiri boş vakitlerin bir değerlendirilmesi olarak değil de (bunu yapanlara ben ‘Pazar şairleri’ diyorum) bir ‘meslek’ olarak benimseyenlerin de bir bakıma ilkidir de.” [s, 57-58]

“Sözgelimi; parasız yatılılıktan gelen sivil şairler, şöyle ya da böyle, bu emlak cumhuriyetinden derin bir tedirginlik duymuşlardır hep. Hatta Cemal Süreya’ya, Sezai Karakoç’a ve özellikle İsmet Özel’e ‘Cumhuriyet’le yaralanmışlardır’ diyebiliriz. (…) Ve bence Cumhuriyetle çelişkisi falan olduğu için değil de, bu devlete kesenkes karşı olduğu içgüdüsel olarak sezildiği için İsmet Özel göz göre göre dışlanmış ve ıskalanmıştı. Çünkü İsmet Özel, değil öyle atlanacak, Türk düşüncesinde ve şiirinde büyük bir işlevi olan ve Türkçenin en etkin ve önemli üç dört şairinden biridir. (…) Sivil ya da üniformalı polislerinde başı sayılan İsmet İnönü 12 buçuk yıl, evet 12 buçuk yıl Nazım Hikmet ve şiiri üzerine böyle oturmuştur! Benim asıl tuhafıma giden şey, bugün 92’de yadsınamaz bu olguya kimse şöyle bir değinmeyi göze alamıyor. İnsanlar bu kadar mı korkutulmuşlardır?” [s, 61]

“Sanıyorum ki Nazım Hikmet’in şu kadar yıl hapislerde yatması Kemalistler arası bir iktidar anlaşmazlığı sonucudur. Nazım Hikmet zaten Cumhuriyet çerçevesi ya da ayracı dışında ele alınabilir mi hiç?” [s, 62]

“(… Cemal Süreya ise o günlerde, ‘parasız yatılı olarak, tatil gelip herkes kasabasına ya da evine gittikten sonra yazları da Haydarpaşa Lisesi’nde kalıyordur. – Bu görüşe göre ve özde İkinci Yeni ‘parasız yatılılar’ın bin yıllık tarihimizde ilk ‘sıçrama’sı, ilk ‘sivil şiir’ olayıdır.) [s, 65]

“Yine de Fikret Ürgüp için, şimdi burada, bir Pazar terazisi kullanıyoruz: (…) Sözgelimi kişisel ve bilimsel dürüstlük ve doğruluğuyla da Cumhuriyet’te gelmiş geçmiş en özgün en ilginç ‘uç düşünür İdris Küçükömer’den; Türkiye’nin tek toplumbilimcisi ya da siyasetbilimcisi olan Şeref Mardin’den; yaşayan en büyük iki şair olan Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’nın düşüncelerinden ve şiirlerinde… bir anlamda haberi dahi yoktur. (…) Geçenlerde, Mavi Yolcularla aşağı yukarı aynı eküri’den pazarlamacı ve romancı İbrahim Tatlıses (Yaşar Kemal) bana İdris Küçükömer’in düşüncelerini pek anlayamadığını söylemişti; unutmuyorum. Hiç unutmayacağım da!” [s, 68]

“Sezai Karakoç, 1955-56 yıllarında Ankara’da Muzaffer Erdost’un yönetiminde Pazar Postası haftalık gazetesi çerçevesinde ve bir görüşe göre de tarihimizde ilk kez ‘parasız yatılılar’ın, taşra doğumluların, hiçbir zaman ‘Umran’ görmemişlerin bir ‘sıçrama’sı olarak özetlenebilecek İkinci Yeni Akımından önemli bir şairdir. Yani, kısacası, ‘bakışımsızlık’lar, ‘sivillik’ler, ‘uçtalıklar, ‘atonallıklar! Bin yıldan bu yana İkinci Yeni’yle (Sivil Şiir) ilk kez gündeme geliyordu. Sezai Karakoç da 1962’ye (bilemediniz 1968’e) kadar İkinci Yeni’nin çağdaş ve çağcıl iki-üç şairinden biriydi. Ama şimdi ona artık ‘zamanımızın bir şairi’ denmesi, yerine oturtulması olur.” [s, 74]

“Ahmet Yesevi boş vakitlerinde kaşık ve kepçe yontar, öyle geçinir. Öküz’ünün üzerine heybe atar, kaşıkları ve kepçeleri otraya koyar. Öküz, Yesi’de her gün gezer, akşama da Ahmet Yesevi’ye gelir. Sözgelimi birisi aldığı şeylerin parasını heybeye koymazsa Öküz onun ardından hiç ayrılmaz, parayı bırakıncaya kadar başka bir yere gitmez. Doğu’da ‘müzik’ deveyle anlatılıyorsa ‘hikmet’ de işte böyle ‘öküz’le anlaşılır vesselam!” [s, 94]

 

Aktaran: Davut Bayraklı

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir