Uzakları Yakın!

Açık bırakılmış demir kapıya kadar gittin. Öncesini hatırlayamıyorum. İlk adımınla beraber etkisi giderek büyüyen bir duygunun içinde, evveli ile ilgili her saniyeyi tek tek silen bir eylemdi yürüyüşün. Bir elinle kapıyı tuttun. Yüzünü döndün. Bana baktın. Uzakta değilsin, ama benim gözlerim bozuk. Böyle anlarda gözlerimi kısarak netleştirmeye çalışırım gördüklerimi. Hiçbir zaman işe yaramaz. Bilirim, bu da kendimi kandırmanın yollarından biri. Görmeye çalışırım ama göremem uzağı. “Uzak” bulanıklaştıkça birden çok görünmeye başlar, “uzaklar” olur. Sinirlenirim. Sinirlenmek çare olmaz. Kısmalıyım gözlerimi. Fakat kısamıyorum bu sefer. Korkuyorum. Gözlerimi kısarken kapanırsa gözlerim, kaybederim çünkü. Belki de bu yüzden, benden uzaklaşırken attığın tüm adımları bulanık hatırlıyorum. Bu hatırlayışlara da şükür. İnsan yaşarken bazı ayrıntıları gözünden kaçırıyor. Sonra tekrar tekrar hatırlamaya çalışırken sorular artıyor, beynin kıvrımlarına saklanmış cevapları bulmaya çalışıyor. İnsan yoruluyor bu arayıştan, beyni uyuşuyor. Sorular ve cevaplar uçup gidiyor, insan tek başına kalıyor. İnsan er ya da geç kendiyle baş başa kalıyor. Her ne kadar, bayılıyorum yalnızlığa, dese de yalnızlığın her türlüsünden nefret ediyor. Bu çiğ benliğine tahammül edemiyor. Nereden mi biliyorum? Bilmiyorum.

Demir kapıya neden tutunduğunu da bilmiyorum. Belki sadece yüzünü dönebilmek içindi. Belki destek olmasını istedin herhangi bir nesnenin. Attığın birkaç mağrur adımdan sonra gücün kalmadı, bir dayanak aradın. Belki de aklıma gelenlerin en kötüsüdür. Kararlılığını göstermek için son kez bakıp kapıyı kapatmak istedin. İstedin mi? Çünkü bu an bir komadan farksızdı. Nefes almak zorlaşıyordu, hareketsizdim. Gözlerim de görmüyordu zaten. Yani ben ölüme daha yakındım. Seni bilmem.

Sen elini yavaş yavaş kaldırırken derin bir nefes aldım. Denize dalıyormuş ve uzun süre su altında kalacakmış gibi ciğerlerimin daha önce oksijen görmemiş en ücra köşelerine kadar çektim oksijeni. Başım döndü. Ben bu baş dönmesinin gökyüzüne doğru kalkan elinden mi yoksa çektiğim fazla oksijenden mi olduğunu da bilmiyorum. Ne çok şeyi bilmiyorum değil mi? Ama bu güzel. İnsan cevaplarına ulaştığı şeyleri daha çabuk unutuyor. Cevabını bulamadığım birçok soruyla hatırımda tutuyorum bu anı. Cevapları buldukça silinirse diye cevaplayamıyorum. Bazı soruların cevaplarını zaten bulamıyorum. Yani kısır bir döngü içinde soru sormaya devam ederek sonsuza kadar bu anı yaşayacağım. Bir süre sonra sorular ve cevaplar uçup gidecek, beynim uyuşacak, kendimle baş başa kalacağım. Ben bunları düşünürken hâlâ aldığım nefesi tutuyorum bu arada. İnsan veda denilen eylemi de ölüm gibi başına gelmeden anlayamıyor. Uzak geliyor insana. Uzaklar bu kadar yakına nasıl gelebiliyor?

Beklediğimden daha kısa sürdü. Elini birkaç defa salladın ve indirdin. İşte tam o anda bir süper gücüm olsun istedim. Zamanı durdurabilmeyi! Bir süper gücünüz olsa, diye başlayan saçma sapan bir soruya “Uçabilmeyi isterdim.” diye cevap verecekken “Sadece zamanı durdurabileyim yeter.” demek istiyordum. Özgürlük yerine mahkumiyete âni bir dalış yapıyordum. Durduramadığım zamanın içinde yaşananların gerçek olduğuna hep yaşadıktan sonra inanıyordum. Yaşamadan evvel, bunlar hep rüya, gerçek olamaz, diye içimden bir ses bağırıp duruyordu, o sesi susturamıyordum. Yaşandığı anda ise kendiliğinden susuyordu geveze. Konuşsana, diye bağırıyordum içime. İçimden ses gelmiyordu. İnsan kendini “umut” denilen büyük bir boşluğun içinde buluyor, umut kelimesinin üstü çizilince “boşluk” kalıyordu. İnsan boşlukta yankılanan sesine dayanamıyordu. Sonra adına tecrübe diyordu. Düzeltemediği, değiştiremediği, durduramadığı ne kadar an varsa, tecrübe.

Demir kapıyı tutan elini de çektin. Öylece durup birkaç saniye daha bekledin. Galiba gülümsedin. Malum gözlerim bozuk benim. Net göremiyorum. Ne diyorlar adına “flu” mu? Tamamen “flu” bir vedanın sonuna geliyoruz senin anlayacağın ama benim anlamayacağım. Evet ben anlamıyorum. Yani öyle bir umut boşluğu işte. Yine içimde bağır çağır sesler. Zamanla geçer diye düşünüyorum. Zaman her şeyin ilacıdır ya, bu söze güveniyorum fakat her ilacın yan etkisi vardır.  Umut boşluğu içimde büyüdükçe sesler daha çok yankılanıyor. Neden mi? Demir kapıyı açık unuttun. Bundan sonrası için önümde iki yol var: İçimdeki sesleri susturup kapıyı kapatabilirim veya kapıyı sonsuza kadar açık bırakabilirim. Ben ikinci olasılığı seçiyorum. Bıraktığın demir kapı öylece açık kalacak. İçimdeki umut boşluğu daha da büyüyecek, sesler çıldırtacak derecede yankılanmaya devam edecek. Ben seve seve bu sonsuzluğa razı olacak…tım fakat beklediğim gibi olmadı. Meğer üçüncü bir olasılık varmış. Ani bir rüzgâr esti. Demir kapı kendiliğinden, sertçe kapandı. Kendiliğinden dediğime bakma, hiçbir şey kendiliğinden olmaz.

Umudun üstü çizildi.

Boşluk kaldı.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Adı lazım değil baş harfi Ben , 21/08/2018

    Çok çok güzel olmuş, yüreğinize sağlık Ömer Bey.

  • Edebifikir takipçisi , 19/08/2018

    “Kendiliğinden dediğime bakma, hiçbir şey kendiliğinden olmaz.”
    Dediniz sonuna biraz daha açılabilir burası sanki çok gizli kalmış🤷🏻‍♀️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir