Evvel Zaman İçinde
Bir sevdiği vardı. Her Allah’ın günü, o şimdilerde birer ikişer yıkılıp da yerlerine yenilerinin dikildiği cumbalı evlerin altında beklerdi sevdiğini. Cumbalı bir evde yaşardı sevdiği. Fena rüyalar görürdü insan bu evlerde; çok fena… Cumbalar da bu rüyaları savuşturmak içindi. En azından Cebi Delik Tarık’ın sevdiği böyle düşünüyordu. Gel zaman git zaman mahalleli işkillendi Tarık’tan. Sözün biri biter biri başlar, biri biter, biri başlar… Aman Allah’ım o ne gümbürtü öyle. Mahallenin, börek yağıyla beslenen kadınları hep bir ağızdan “Şu iş tutmaz veled, Semra’nın kıza yanık, şu pantolu düşük sıbyan bizim gıza yanık” diye diye… Mahalleli lafı kıyma makinesiyle çekip de böreklerin içine dolduradursun bizim Cebi Delik Tarık da maşallah çoktan kızı kaçırma planları yapmaya başlamıştı. Fakat bu işten kızın haberi yoktu. Kız ne baksın böylesine. İş yok, güç yok, haytanın biri sade! Öte yandan pek de albenisi yoktu Cebi Delik Tarık’ın.
Tüm bunlar bir yana dursun, Tarık’ın âdet olduğu üzere kızın ağabeylerinden yediği dayağın tadı halen damağına yapışık vaziyetteydi. Alt çenesini damağına kaynak yapan kızın ağabeyi Masum, -hakikaten masum biriydi- Tarık’ı zıpçıktının biri diye bildiği için paylamıştı. Aslında önce bir dinleseydi fena olmazdı. Artık iş işten geçmişti. Çocukcağızın ağzını odun testeresiyle açmak bile pek kâbil değildi. Çok da mübalağa etmeden şunu söylemeliyim ki insan kara sevdaya tutuştuğunda sadece tutuşur ve başka bir şey olmaz. İşte bu sebepledir ki diğer ayrıntılar bu meselenin içinde toz bile değildi.
Memmet, kız kardeşini kolundan tuttuğu gibi odasından alıp da pişmaniye kıvamına getirene kadar çevirdiği sıralarda Cebi Delik Tarık yalvarır gözlerle, Memmet’e oranla daha insaflı olan ağabey Masum’a bakarken bir bağırış, bir çağırış koptu beri taraftan. Dönüp baktılar ki iki ev ötede yangın var. Kâgir bir evin omzuna yaslanıp beni gömecek kimse yok mu diye bağıran ahşap iki katlı evin üst katından yükselen dumanlar mahalleliyi sokağın ortasına döktüğünde ise bizim Cebi Delik Tarık sıvışmak için giriştiği ilk hamlede başarılı olmuş ve Masum’un elinden kaçabilmişti. İtfaiye gelene kadar herkese bir tas su düşmüş gibi kim ne bulduysa yangın yerine sökün etti. Tabiî gündemin seyri de bir o kadar çabuk değişmişti. Birçokları Cebi Delik Tarık’ın, Lale’ye askıntı olduğu lakırdısını kaynatırken iş bir anda yangın meselesine gelip toslamıştı. Tulumbacılar yaşasaydı yangın daha vakitlice söndürülürdü herhalde. Hay ömrüne bereket İstanbul! Şu evler yüzünden kangren olan yollar bir yana dar sokakların bir yana… Neyse bir şekilde yangını söndürdü ahali fakat ev kullanılmaz haldeydi. Mahallenin en yaşlısı Fikret Dede bir başına yaşıyordu o evde. Ne yapsın adamcağız. Eli ayağı düzgün değil ki. Yüksek apartmanlardan dolayı güneş girmeyen evi karanlık oluyor diye ne kadar mum varsa yakmış meğer. Günlerden Cumaydı. Komşusu Deli Hayriye’nin söylediğine göre dedeye sahip çıkılmazsa bugün yarın ölecekti. Bu onun ikinci vukuatıymış. Neyse ki mumdan çıkmış yangın. Yoksa bu iş de Cebi Delik Tarık’ın üzerine kalabilirdi. Şunu söyleyebiliriz ki o gün, Cebi Delik Tarık’ın tutuşmasından biraz sonra bir evin tutuşması tesadüf olamazdı.
(Devam Edecek)
Mehmet Erikli
1 Yorum