Öyküleriyle farklı bir ses yakalayan Mehmet Erikli, öykü dünyasının o renkli alegorisini okuyuculara aktarmaya devam ediyor. Öykülerindeki o vurucu hali kelimelere yaslayarak sağlam bir olay örgüsü içerisinde, merak uyandıran bir tarzla sunan Erikli, zamanla hesaplaşma halini tüm kitaplarında olduğu gibi yeni çıkan kitabında da bırakmadı.
Öykü yazmak bir nevi zamanı durdurup, masaya yatırmaktır. Erikli’nin hali ise durdurulan zamanı tekrar tekrar başa, tekrar tekrar sona alan bir yapıya sahiptir. Bu yüzden Erikli’nin öyküleri için belirli bir zaman yakıştırması yapılamaz. Çünkü her zamana uyan insan acısını ve rahatsızlığını dillendirdiği için insan özünde aynıdır.
Sonbahar Bitimi, Zaman Kurucusu, Bohem Apartmanı‘ndan sonra Boşluk Kuruntusu ile okuyucular karşısına çıkan Erikli kendine çizdiği yolda sağlam adımlarla ilerleyeceğe benziyor.
TADIMLIK
Yarının Adı
Yampiri yampiri gidiyordu. Çüş dedi. Durdu. Az ötesinde bir çöp bidonu vardı. İçine ne attılarsa insan ölüsünden beter kokuyordu. Tenekeye doğru gitti. Kendi gövdesi kadar geniş olan teneke çöp bidonunu üç tekmede yere yıktı. Bugün tatil yapmak istemişti ama fazladan çalışmak göz çıkartmaz diye düşündü. Zaten her sabah, her akşam ikişer defa teneke bidonların içinde işine yarayacakları alıp at arabasına koyuyordu. Ama dinlenmek niyetinde olduğu o gün daha önce hiç olmadığı kadar kötü kokan atıkların gerçekte ne kadar pis olduklarını anladı. Bunu daha önce hiç düşünmemiş miydi? Düşünse ve ayırt etse de bu denli fark etmemiş olacak ki çöp bidonu ilk defa burnunun direğini kırmak üzereydi. Neredeyse son nefeslerini vermek üzere bekleşen zavallı iki atın, bu soğukta uyuz gibi titreşen toynaklarında nal namına da bir şey yoktu. Yere her bastığında acısı gözlerinde okunabilen hayvancıklar oracığa bayılabilirdi. Çünkü nalsız kalan toynakları neredeyse eriyip bitmişti. Bu suç, adamın mı şimdi? Kendi karnını zor doyuran adam atlarının iyiliğini ne kadar düşünebilirdi ki? Bırakınız kendisini bir kenara, evde bekleşen sabiler bir yana dünya bir yanaydı. Baba olmak kolay mı? Dört duvar sıcak bir odada yediği önünde yemediği an geçmeden arkasında biten insanlar anlar mı bizi? Anlarlar elbet ama dünyanın bu taraftan nasıl göründüğüne pek kulak kabartmazlar. Her kimseler işinde gücünde. İyi ve temiz işlerde… O da isterdi çok temiz bir işi olmasını. Akşama evine döndüğünde çöp gibi kokmamak isterdi. Sonra her gün banyo yapmak da mümkün olmadığından üstüne yapışıp kalan bu amansız kokudan kurtulmak çok zordu. Gene de çocukları büyütecek kadar, pencereleri güzden bu yana talan görünen (ki şuan martın ortasındaydılar ve bu ay hakikaten kazmayı küreği yaktırıyordu.) gecekondularını idare edecek kadar çalışıp kazanıyordu yıllardır ve çok az şikâyet ediyordu halinden ve bir gün daha iyi bir işim olur diye umut etmekte geri durmuyordu. Ama bu Cem Karaca’nın şarkıda söylediği gibi “Umut fakirin ekmeği, umar ha, umar, umar” kabilinden bir şey değildi. Bu umut, birçoklarının kuruldukları köşelerinden göremeyeceği uzaklıkta ve bir o kadar yabancılaştırılmış umuttu. Deh dedi. Yamru yumru dönen tekerlerin sesi yeri nalsız döven ve en az sahibi kadar dayanmayı öğrenmiş ayakların sesini örterken, son bir çöp bidonu kalmıştı önlerinde. Bu tenekeden bidon, at ve sahibi için yarının adıydı. Oysa birçoklarına göre pislikten başka bir şey değil.
Boşluk Kuruntusu
4 Yorum