Muhammet Emin Oyar, üniversite maceralarını anlatmaya devam ediyor.
***
Okuldan eve, evden okula gelip giderken minibüs ya da belediye otobüslerini kullanıyoruz. Yine bir gün okuldan eve gitmek için minibüse bindim. Dokuz kişilik bu minibüslerin orta koltuğuna “muavin koltuğu” da denir. Ben de tam oraya oturdum. Şoföre arkadan birkaç öğrenci ücreti uzattıktan sonra ince bir ses “Şuradan iki kişi uzatabilir misiniz?” dedi. Gayrı ihtiyari “İki öğrenci mi?” diye sordum. “Hayır, hayır. İki tam” dedi. O “tam” kelimesindeki yapmış olduğu vurguyla beraber başıma bir balyoz yemişe döndüm. Bir muhatap olduğum kişiye baktım, bir de kendime. Aramızda bir fark göremedim. Fakat o tam. Uzatılan paralar hâlâ elimde.
Anlaşılan o ki insan yavruları en az on altı sene okuyup mezuniyet nişanı diplomalarını aldıklarında tam oluyorlar. Hadi bunu kabul ettik diyelim. Biz de yaklaşık on altı senedir öğrenciyiz. Tam olamadığımızı varsayalım. Ya 0,9 da mı olamadık? Veya 0,75? İlköğretim çağındaki çocuk nasıl bir buçukluksa, üniversite son sınıf öğrencisi de aynı muameleyi görüyor. Ne zaman ki elimize diğer yarımızı tamamlayacak diplomamız geçecek, işte o zaman biz de tam olma şerefine nail olacağız.
Bu arada biz ilkokullulardan daha büyüğüz, öğrenci olmayanların daha fazla para verdiği gibi bizim de ilkokul ve liselilere göre daha fazla para vermemiz gerekiyor, diye bir şey anlaşılmaz umarım. Öğrenciler arasında böyle bir farklılık olması gerekiyorsa mutlaka en düşük ücreti üniversite öğrencileri vermeli. Bu konuda açıklama yapmaya gerek bile duymuyorum.
İsyanımız kullanılmış olan “tam” kelimesine. Bunu her kullanan kişiye bir çift lafım var: “Biz yarım mıyız gardaş?”
Birkaç dakika başımın içinde kopan bu fırtınanın ardından paraları şoföre uzattım. “Ağabey buradan iki tam alır mısın? Biri mayonezsiz olsun.”
Muhammet Emin Oyar
3 Yorum