Yol Nereye Gider

Abdullah Karaca, yazısına Bitlis’e gitme fikri ile başlıyor ama bir anda kendimizi âlemin ortasında aciz bir varlık olarak buluyoruz. Abdullah’ın kafasının karışık olduğunu biliyorduk ama bizden ne istiyor peki?

***

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Pablo Neruda

Bitlis’e gitme fikri, evden çıkma saatimden saatler önce verilmiş bir karardı. Bazen öyle kararlar verirsiniz ki bu kararlar pişmanlıklarınız olur. Bazen de gemileri yakıp çekip gittiğiniz yerden uzaklaşmanız sizi gerilim filmlerini andıran dar ve karanlık sokaklardan kaçırırcasına rahatlatır, uzaklaştığınız her adımda huzura büyük bir hızla girmiş olursunuz. İnsanın bu garip içsel durumu çocuksuluktan öte gitmez aslında. Yani çocuklar gibi karanlıkta şarkı söylemek, evde tek başınayken anlamsız sesler çıkarmak… İnsanın kendi kendine kalabalıklaşma çabasıdır bütün bu eforu. Bazen yaşadığınız kentten kendinizi başka kentlere seğirtmenizde de bir kurtulma ve yenilenme arayışının bulunması vardır.

***

Peki, biz yola neden çıkarız? Bu soru bize kendi göbek bağından kopmuş bir korelasyonu tekrar kurmamıza yardım edecek. Bu kordonu yerine düğümlememiz, bir damlanın o debdebeli hareketi başlattığı dişlilerde saklı. Gökyüzünde nefes eskitmenin, yaşıyor olmanın, her an bir iş ve oluşla kucaklaşmanın esaslı örneği ve numunesi doğumumuzda gizli bir başlangıçtır. Bir spermden vücuda gelen insanoğlunun yumurtalığa ulaşana kadarki süreci de yine bir yolculuğu işmar eder. Gözle görülemeyen bir su damlacığının müthiş heyecanı… İnsan olmadan bile zaten bir akış ve oluş fiili içinde olan bizler; bu devinimden kurtulacak değiliz. Durduğumuz an ise esasen sosyal olma niteliğimize ket vurmaya başlamışız demektir.

Sosyallik ve aksiyon? Güncel terimlerle soğutulmuş ve öldürülmüş bir kelime. Nedir bu hakikat özünden tecrit ve tehcir edilen kavram? Bir spermin kendini bulabilmesi için canlılığını başka bir varlığa tahvil etmesi gerekiyor. Bir spermin amacında bile kendi eksikliğini bütünle tamamlamak, imge âleminden simge âlemine geçmek derdi sözkonusu. Sperm bir nutfedir. Damlacık bile değildir. Zerrecik belki. O damlanın kastı, varlık uzamında kendi kemâlâtına gıpta etmesidir. Nutfe denilen Spermatozoon’un hücrelerinde yatan bu idea, onu kendi hakikatine dokuz gibi bir ayda ulaştırmaya yetecektir. Bu ilerleyiş ve gelişim kendini dünyaya gelmiş bir bebeğin vücut fiziğinde olağanüstü bir sanatta temaşa ettirecektir.

Dünya bir anne karnı gibidir, bütün yaşamsal döngümüzü sağlayacak gıda ve iklim şartları biz buraya ilk adımlarımızı attığımızda vardı. Cenin kendi maddeleşme evresini kemiklerin oluşumu, duyu organlarının bir bedene özenle monte edilişiyle sürdürürken anne karnında geçirdiği dokuz aylık ömrünü kâmil bir varoluşla sonlandırır. Bu son; insanın ceninle erginliğe ulaştığı anne karnındaki âraftan yeni bir dünyaya gelişidir. Varlığın hacmine yokluk zarından geçmektir.

***

Hilkat, kendi özünde elbet büyük bir enerji ve devinimi taşımaktadır. Bizler insanız. Öncelikle bu kısıtlı gerçekliği özümsememiz gerekiyor. Bir kapsam içinde kalan her zaman içeridedir, kucaklanılandır. Bütünün mülahazasına vâkıf olamaz, zira bütün değildir. Kendi nokta-i nazarından etrafında olanları gözlemler. İnsan ve kâinat arasındaki bu maddesel tenakuz biz insanlar için yalnızca tanımdır. Hakikate ne kadarıyla dokunabildiğimiz ise hiçbir zaman bilinemeyecek. Bizler insanız. İnsan olduğumuz kadar keşfedebiliriz dünyayı. İnsanın erişemeyeceği dolap rafları da vardır bu âlemde. Yasak olduğundan değil, insan olduğumuzdan. Sonradan ortaya çıkmış bir canlı olduğumuzdan kaynaklı bütün bu noksanlığımız. Yaratılmış olduğumuzdan. Peki bu duygunun bunun bize verdiği bir rahatsızlık ya da eksiklik var mı? Elbette hayır. Zihnimizin çitleri öyle bir örülmüş ki bahçe içinde bulup keşfedebildiğimiz her türlü bilgi insanlığa ziyadesiyle yetmekte. Yetmeyen şey nedir? Ruhun, tüm bu sanatı ve açığa çıkarımı olan sanatkâra hayranlığı ve ona olan çocuksu, saf aşkı. İşte âlemin ne kimya ne de fizik elementlerinde en gelişmiş teknolojik aygıtlarla dahi görülemeyen ve her an yaşayan canlı: Aşk atomcuğu…

***

Yola çıkmak bizim tabirimiz değil… O, evrenin toz bulutlarından itibaren maddeleşme süreciyle birlikte bütün canlı ve cansız canlılara dağıtılan bir dokunuştur. Cansız dediğimiz madde ve eşyaların kendi içindeki mükemmel ve hareket içindeki dengelemi bunların bizim sağlıklı gözlerimizle göremeyeceğimiz kadar zerreciklerden oluşması ise taraflı bir bakışı su yüzeyine çıkaran farkındalıktır. Kaldı ki bizim bu mikro varlıkları görüp göremeyeceğimizin onların kendi büyük âlemleri karşısında hiçbir hükmü yok.

Her halükarda cüsselisinden zerresine şu evren üstü ve evren altında hiçbir şey durağan değildir. Bu çıplak gerçeği ayan edecek bir milimetreden ötesini göremeyen, rengini, biçimini, boyutunu ayırt edemeyen gözlerimiz yahut kendi buluş sınırlarımızla ürettiğimiz araçlarımız hiç değildir. Ne trajiktir ki bütün bu devasa aygıtlar da efendisine; bize mahkûmdur. Odakta insan var ise nakıslık her zaman vardır. Çünkü Yaratan’ın olduğu gibi tıpkı yaratılan her şeyin de kendi imzası vardır. Kendi uzamımıza göre kusur ve eksiklik gibi böylesi bir takım alâmetlerimiz elbette olacaktır. Evrene hâkim olamamamız gibi, insanız.

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • kargacı başı , 20/10/2013

    malum kuşun uzun seneler hiç bıkıp usanmadan yaşaması dışında tek budalaca hareketi yoktur. zehir zıkkım gibi kafası vardır. peynir meselesi de tilkinin kendini bişey sanması için oynanmış bir oyundur sadece.

  • Ağzından peynirini düşüren kuşu gören adam , 19/10/2013

    Yol bize hiç bir şey söylemez. Biz durup dururken yola dil takarız, ağız biçeriz hadi konuş deriz, sonra da yol bize iki şeyi, yok üç şeyi söyler diye boş lakırdı ederiz. Yoksa söyler mi? Bak bilemedim şimdi. Evet evet yol bize iki şeyi söyler. Birincisi: eşyalarını hazırla. İkicisi: şarj cihazını unutma!

  • kargadan başka kuş tanımayan , 16/10/2013

    ben yola yalnızca memlekete gitmek için çıkarım.

  • Absence , 12/10/2013

    ***
    “Peki, biz yola neden çıkarız?”
    Bir yerde okumuştum; “İnsan, nerenin toprağından yaratıldıysa orada can verir, bunun içindir uzakları özleyişimiz.” diyordu.
    Belki bunun içindir gerçekten uzaklara özlemimiz.

  • eleştirmen , 12/10/2013

    Abdullah Karaca her geçen gün büyük bir yazar olma yolunda ilerliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir