Her şey o soru ile başladı:
“Peki, ne olacak?”
Günler geçtikçe, rüyamda dahi bu soruyu sormaya başladım. Öyle ki, bu soruyu kendime sormaya başlamam ile anlam dünyam yörüngesinden çıktı. Kendime dair tüm çıkarsamalarım tuzla buz oldu. Gözlerimin önünden, açık denizler çekildi. Hayalimdeki düşler düştü ve fikirlerim karanlıklarda yolculuğa başladı.
Bu sorunun önemi ne diye düşünmeye başladım zamanla. Bu kadar büyük deprem etkisi yapmasının sebebi de neydi? “Peki, ne olacak?” sorusu aslında hayatın anlamını eşeleyen, “varlığa” dair fikir üretmeyi sağlayan bir sorgulamayı mı getiriyordu? Ya da bu soru devrimci karaktere haiz put yıkan bir serserimiydi?
Sorun şu ki, cevap veremedim söz konusu soruya. Evet, cevabım yok. Ama bu sorunun bir cevabı var mı ki? Ya da bu soruyu cevaplayan biri var mı? Bilmiyorum.
Hayatın anlamı; anlamın kendisini arama süreci ise, bu sorunun cevabı sorunun kendisi olamaz mı? Ya da hayatın anlamı, başkalarına rağmen, kişinin hayat kadranı doğrultusunda beliren, yani kişinin kendi hakikatini belirlediği değil midir? Veyahut hayatın anlamı, kişinin aramalarının sonuçsuz, çalışmalarının başarısız olması ile bulunmaz mı? Belki de hayatın anlamı, sanıldığı gibi felsefi, derin ve anlaşılmaz değil bilakis anlam, kendini kişiye açtığında “Ben nasıl fark edemedim?” dedirtir. Her halükarda kişi, anlam arama yoluna niyet ve iradesi ile giriş yapar. Burada Salih Mirzabeyoğlu’nun sözünü hatırlamakta fayda var: “Çözdük her müşkülü derlerse, de ki: Sonunda var olma müşkülü kaldı.”
Bazen en büyük meseleleri çözmek için en basit soruları sormak gerekir. Doğrudur, fakat en basit soruyu soracağımız zamanı nasıl bilebiliriz? Bu da ayrı bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Her halükarda bilinmezlik ile çepeçevre sarılmış durumdayız. Biran sonramızı bilememenin büyük ağırlığı altında ezilerek yaşıyoruz her saniye. Belki de sır buradadır. Bilmemeyi bilmektedir. “Peki, ne olacak?” sorusunun cevabını bilmemeyi bilmek, cevabın kendisine gidişte ilk basamak olamaz mı? İkinci basamağı hiç sormayın zira bilmiyorum. Belki de teslimiyet…
Bildiğim tek şey, bilmediklerim ile bilinmeyenlere gidebileceğim. Burada durup Dücane Cündioğlu’na bakabiliriz. Ne diyordu kendisi; “Gaflet, sıcak mı sıcak ana kucağıdır bilincin.”
Peki, sizin haliniz ne olacak?
4 Yorum