Biz çay ocaklarında çayın kaç lira olduğunu hesaba katarak büyüttük içimizdeki ekonomi politiği. Hep iktisadi hayatın nüvelerini ortaya sererken yenilen taraf olmanın hesabıyla ayağa kalktık.
Serbest piyasa ekonomisinin de kapitalist anlayışla insanları aç gözlülüğe ittiğini ve de konjonktürle alakası olduğunu, karşı çay ocağının gençleri ortay koydu. Bizim çay ocağının gençleri ise sistemin hayat alanımıza müdahil olduğunu ve nefes alış verişlerin dahi bu kolonize çabalarından etkilendiğini praksis felsefe yorumuyla çaycı Mehmet ile ortaya koydu.
İsim aramadık kendimize, çaycı Mehmet, ayakkabıcı İrfan, lahmacuncu Tanju, fotoğrafçı Enes, çıkamadığımız yerlerde Abdülvahab’tık, adreslerimiz belliydi.
Müdavimi olduğumuz yerlerin başında çayhanelerin ve lahmacuncuların gelmesi sistemle bir alıp veremeyişimizin bir çetelesi gibiydi.
Nereye gitsek oraya sakallarımız battı. Gözlük numaralarımızla yargılandık, içtiğimiz tütünün hakkını vererek, proleterlerle burjuvazinin temel fıkralarına güldük. Güldük ve görüp geçirdik. Aslında ciğerlerimizde soluyan bir çöl rüyası besliyorduk. Her gece…
Her gece amansız düşlere daldığımız pencere kenarlarında, sokak başlarında, vita tenekelerinde yaktığımız ateşin etrafında toplanan, dönenip duran, durup durup efkârlanan, sebepli sebepsiz efkârlanan, gülüp ağlayıp efkârlanan hüzünlü insanlardandık.
Çağrımız ve kalbimiz, kabilesinden kovulan göçmen kuşlar gibiydi, yalnız fakat dimdik… Bir araya gelince yine kabile gibi güçlü ve etkili, birbiriyle olunca kavga eden çelimsiz ve fakat hainlik beslemeyen, dostunu sırtından vurmayan, yumruğuyla yere seren, çok yalnız olanlardandık…
Bizim derdimiz, derdimizi kaldırabilecek insan bulma derdi. Bizi bizi yapan temel aksiyon bu. Bizi, bizim sokaklarla birleştiren, ateşin etrafında hemfikir olduğumuz dünya mevzularında, aşk mevzularında, çayın, tütünün ve lahmacunun fiyat artışında hep birdik. Söz konusu vatan olduğunda ise bir olamadığımız kadar bir olduk ve öylece giriştik, Allahu Ekberlerle…
İnsanın insana yaptığını, başka bir canlı insana yapmamıştır çünkü. Dinlenilen şarkıya göre ideolojik cenahlaştırma projesinden geçerek büyüdük. Oysa aşkımıza sadece ses arama derdiydi bizimkisi. Buysa eğer eksikliğimiz evet, biz acı çekerken bile şarkılar söyleyen kabilelerdeniz. İçerimizdeki hüzün Anadolu’nun dağlarında, ovalarında ve ırmaklarında binlerce yıldır mayalanarak gelen bir hüzündür.
Hüzündür aslımız ve soluğumuz.
Nana, suya, çaya, zeytine ve geleneğe hürmet ederiz.
Bilal Can
5 Yorum