Düşünce ve fikirler, çağlara uzanan yolculuklarında kimi zaman sinsi, kimi zaman alenen seyahat etmekte, bunu keşfeden insanları da hayretler içerisinde bırakmaya devam etmekteler. Onların bu kabiliyet ve cesareti, bizlere de ilham vermeli, yeni ufuklar açmalı.
Farklı asırlarda, birbirlerinden tamamen uzak kültür, din ve ırkların yaşam alanı olan bambaşka coğrafyalarda gözlemlenen aynı düşünce ve fikirler, konunun temelini oluşturuyor. Elbette burada insanın, önceki kuşaklarla bağlantısı olan yazıdan söz edilebilir. Hatta güzel bir benzetmeyle düşüncelerin birer zaman yolcusu, kitapların ise zaman makineleri oldukları söylenebilir. Peki, tam burada bu kitaplardan bağımsız bir şekilde düşünülmüş aynı fikirlere de rastlandığını söylesem? Yani basitçe şunu demek istiyorum: Herhangi bir metin okuyorsunuz. Bu, sizden çok önceleri yaşamış birinin kaleminden çıkmış olsun. Öyle bir yere denk geliyorsunuz ki tam da sizin uzun süredir düşünüp kafa yorduğunuz şeyin veciz bir ifadesi! Eminim başınıza gelmiştir bu durum. İşte, beni şaşkınlığa sürükleyen birkaç birkaç alıntı; düşüncelerin zamandaki esrarengiz yolculuklarının bendeki örnekleri…
***
“… Herkes uykuya dalmışken, tüm dünya berraklaşıyor. Tıpkı bir nehir gibi, anlıyor musun?” Michael Ende – Momo
Melike Günyüz’ün tespitiyle Ende; Momo, Bitmeyecek Öykü gibi ölümsüz eserleriyle sanki tasavvufa dair olgunlaşmış bir bakış açısına sahip Alman Çocuk Edebiyatı yazarı. “Zaman, yaşamın kendisidir ve yaşamın yeri yürektir,” gibi güzeller güzeli sözlerin sahibi… Beppo adlı meczup görünümlü karakterin ağzından not düştüğü yukarıdaki tespiti, okur okumaz beni tüm gücüyle sarmalamıştı. Zira öteden beri düşünüp kelimelere dökemediğim bir durumu gayet veciz bir ifadeyle anlatıyordu yazar. Şöyle düşünürdüm: Neden hep geceleri yazabiliyorum çoğunlukla? Bu gecede ne var ki kendimi gün içerisinden çok daha çıplak bir şekilde, yalansız görebiliyorum karanlığın aynasında? Ve şuna yorardım meseleyi: Tüm insanlık bir nehirdeki balıklar gibi… (Hele günümüzde) hazmedilemeyen hız ve değişimin en belirgin olduğu gündüz, nehir tabanını bitmeyen bir hareketlilikle taciz ediyor ve bu da suyun bulanmasına sebep oluyor. Tâ ki diğerleri gece uykuya dalana kadar… O vakit nehir tabanındaki toprak çöküyor, her şey berraklaşıyor uyanık olan için ve ruha, hisse dair ne varsa görünür oluyor. Ufukların perdesi aralanıyor, geçmişin izleri belirginleşiyor, insan kendiyle baş başa kalıyor. Dikkat edilirse gece gafil olmamak durumu dinimizde de vardır. Demek bir hakikati haiz bir mesele bu! Ne var ki günümüzde bu durumun bir baş belası var; o da yerkürenin henüz aydınlık olan yerlerindeki hareketi her daim yanı başımızda hazır kılan akıllı telefonlarımız… Bu sebeple suyumuz hep ama hep bulanık!
***
“Asla evlenme, Dorian. Erkekler, yorgun oldukları için evlenirler; kadınlarsa merak ettikleri için. Sonunda ikisi de hayal kırıklığına uğrar.” Oscar Wilde – The Picture of DorianGray
Wilde’ın bu sözü, belki birçoklarına beylik bir laf gibi gelir. Tıpkı, “Birden çok hayat yaşayanı, birden fazla ölüm bekler,” sözü gibi… Ancak yazarın, bu sözleri yazmasına zemin hazırlayan hayatına benzer hayatlar yaşamış olanlar, cümlenin altındaki bilgeliği hemen kavrayabilirler. Tabiî, bu kavrayışın gerektirdiği izana ve göze sahip olanları kast ediyorum.
Yukarıda aktardığım söz, karşılaştığımda ağzımı açık bırakmış bir hakikati ifade eder. Bundan en az bir asır evvel yazılmış bu satırlar, nasıl olur da benim birinci dereceden bir yakınlıkla şahidi olduğum bir evliliği böylesine açık bir şekilde ifade edebilir? Evet, bu evlilikte söz konusu adam, yorulmuş, sıkılmış bir adamdı ve evliliğe bir sığınak olarak bakıyordu. Kadın ise tozpembe hayallerle içinde daima büyüttüğü merakı doyurmak için bir yuva kurma niyetiyle evlenmişti bu adamla. Ve yine evet, ikisi de zaman içinde hayal kırıklığına uğradılar. Bu öyle bir şaşkınlık vesilesiydi ki benim için, takvim yaprağında yer alan ay tutulması haberinin, verilen tarihte gerçekleştiği gibi bir hesaptı sanki.
***
“Hayatı tutarlılık üstüne yürütemezsiniz.” Teoman Duralı
Duralı, düşünce dünyamızın yaşayan birkaç önemli isminden biri. Onu geç tanımam, kendi adıma büyük bir pişmanlık vesilesi olmuştur hep. Sebebi, düşüncelerini keşfe çıktığım bir dem yukardaki sözüyle karşılaşmam… Öyle ki otuzuma kadar kafamı kurcalayan, içimi kemiren fakat adını bir türlü koyamadığım tutarlılık meselesine bir çırpıda noktayı koymuş. Öyle bir mesele ki bu, kendimi yıllar yılı sorunlu, marazlı gibi hissetmeme neden olmuştu. Herkes ne kadar tutarlı, akılcı, rasyoneldi. Sanki tüm insanlık, Adam Smith’in o ütopik Tam İstihdam Teorisi’ndeki rasyonel tüketiciydi de bir ben davranış, düşünce ve hisleriyle ayağı tökezleyen, dili sürçen, tutarlılığı olmayan zavallı biriydim. Artık şöyle düşünüyordum: Evet, kesinlikle bende bir sorun var. Aynı dünyada hayat süren bunca insan bu kadar normalken benim bu durumum, büyük bir problemin göstergesi! Tâ ki bu sözle kafa kafaya tokuşana dek… Bu söz bana şunu diyordu: “Öyle bir hayattır ki bu yaşanan, olanla olması gerekenin, istenenle erişilemeyenin, görünenle görünmeyenin arasında gelgit yaşayan modern insan, elbet çelişkilere düşecek, elbet tutarsızlığın o büyülü boy aynasında kendini seyretmek durumunda kalacaktır. Tek fark, bu durumun farkında olmak ile olmamaktır.”
Cüneyt Dal
1 Yorum