Kerim Kolat, uzun yorgunluklarının sebebini yazdı.
***
Çöpçüler oturup sigaralarını tüttürsün. Mahalle esnafı dükkânlarında asılı politik sözler yerine; Tatar Ramazan’dan “mide üstü bir tekme” iliştirsin fiyat levhalarına. Kara tren geciksin hatta hiç gelmesin. Hızlı tren bizim mahalleye de gelsin. Hızla geçip gitsin, ne bizden birisini alsın ne de sizden birisini bıraksın.
Pencerenin önündeki sarı saçlı kız teypte inleyen şarkı bitince üzülsün. Kaseti geri sarsın. Hırlasın makine. Tekrar dinlesin boş gözlü, hoş sözlü kız. Beklediği yâri gelmesin.
Caminin yanındaki aralıkta pinekleyip isyan şarkıları söyleyelim. Tütün içelim. Sokak lambalarına taş atalım. Dünyanın en özgür yaratıklarının kanatlarını kıralım. Yoldan geçen birkaç günahsıza sataşalım.
Haydi, ismini vermek istemediğimiz “Q Efendi” bir şiir yazsın o halde. Uzattıkça uzatsın cümleleri. Kelimeleri harfe, harfleri umutsuz fikirlere boğsun.
Şili hükümetine reddiyeler salsın. Hayatımıza beş dakika daha katsın.
Uzattıkça uzatsın. Dumura uğratsın.
İsimsiz bir sahile çıkartma yapsın, onlarca şairi şiirleriyle beraber yok etsin.
Sonunda hakikate ulaşıp; “Güzel söylemiş; para ve şiir var ama şairler eksik.” desin bitirsin. Canımızı yesin.
“Makam saltanatını” yıkanlara helal olsun. Tüm çaylar müdürden olsun bugün, -kâğıt bardaklara inat- cam bardakta kırmızı renkte.
Sonra, martılar ortak olsun sözlerimize. Dik dik baksınlar yüreğimizdekilere.
Acımasız martılar, hangi meczubun sırları yoktur sende?
Sırlarımızı hangi para karşılığında satabilirsin?
Hangi fakirin günahını affettirebilirsin?
Sahi, ne olacak bu martıların sonu? Çırılçıplak kalmış, hâlâ vapurda kırıntı sevdasındalar.
Bu fakirler oldum olası hep günahsız gibi geldi bana.
Tamam, ağabey tamam. Unutursam yüreğim kurusun!
Ağzına kürekle vurula vurula seviliyorsun bazen. Yutkuna yutkuna âşık oluyorsun. Trobadorlarla geceliyor, dibine kadar yürüyorsun gebertemediğin alımlı Fransız kızının gözlerine. Bir tünele girdik, karşıda görüneni ışık sandık. Yine olmamış, trene çarptık.
Yaşıyoruz işte!
Aklıma gelme diye dinlemediğim şarkılar var benim. Bilgisayarlara iliştirdiğimiz küfürler yürüyor uzak nesillere. Toplantı notları üzerine kurulmuş hayatları yaşıyoruz. Tren istasyonları intihar süsü verilmiş aşkları uyutuyor karanlık çöktüğünde. Romantizm süsü verilmiş şarkılarla büyüyor şu çocuk. Bakma, “cansız cansız,” ölüyorsun. Yerlerde sürünüyor, cilalı ayakkabıları yalıyorsun. İşte sen de kendini kaybediyor, herkesleşiyorsun. Mum gibi dibime damlıyorum, kaskatıyım şimdi.
Ârifsiz, tarifsiz haşerelerle boğuşuyorum doğduğumdan bu yana. Annemin iğne oyaları hiç bitmedi. Gün gün beni işledi buruşuk elleriyle farkında değildi. Babamın tuttuğu takım yine şampiyon oldu ama göremedi. Beni futbolcu etti, bilemedi. Asiye ablanın hikâyeleri hâlâ dinlemeye değer. Geçmişimiz kıymetli arkadaş, bir daha dinler bir daha severiz o çamurlu sokakları.
Namussuzluğu bile kaliteli yapan muazzam insanlar tanıdım ben. Boysuz postsuz “boylu postlular” biliyorum. İçi boş kimlikler basıyor memurlar. Soyadı hanesi boş bırakılmış nüfus cüzdanları rahatsız etmiyor damgacı müdürleri. Analarımız öldü bizim, son yiğit de çölde bir başına yitti. “Yiğit arkasında yürümekle adam olunmaz” dedi şu komünist, bıyıklı kız. Haklıymış. Onun kadar olamadın Slywestre Stollone.
Namussuzluğu bile kaliteli yapanlar, günün birinde, kaliteli yalnızlıklarda boğulurlar biliyorum.
Unutursam yüreğim kurusun.
Nefis ölmez, ölü taklidi yapar biliyor musun? İmparatorluklar yıkıldı fakat hâlâ imparatorlarla yaşıyoruz. Bir yanımdan dostlar çekiyor, diğer yandan unutulmuş bir mazlumun sesi var kulaklarımda.
Şimdi kalbim boş, beynin gibi.
Güzel “dünlere” sakladım kendimi.
“Uzun yorgunluklarım var benim.
Bu yüzden, kısadır cümlelerim.”
Allah belanı vermesin Huriye, nedir senden çektiğim.
4 Yorum