
Bugünün dünden bir farkı vardıysa o da bugünün düne yaslanıp büyümesiydi.
Dünden kalanlar ile bu günleri yaşamanın onulmaz, evet onulmaz dedim şimdi ve durup o onulmaz denen şeyin nasıl bir şey olduğuna dair anlamlar büyüttüm. İnsan onulmaz kelimesini olur olmaz kullanmamalı kanaatimce. Bir kelime çünkü en çok yerinde kullanıldığında değerli, yeri gelmediği zaman taştandır. Yani işte insan kelimeleri öyle istediği ve dilediği biçimde, yerde, zamanda kullanmamalıdır. Taş olur yoksa Allah muhafaza. Çünkü kelimeler de incinir ve kelimelerin incinmesi benzemez başka hiçbir incinmeye. Bir kez incindiler mi bir daha kendilerinden anlamlar sunmazlar. Öyle hayalperest veya fantastik kurgu üzerinde kafa yoran biri değilim.
Havanın kasveti, odanın loşluğu, masanın dağınıklığı, sigara dumanı tüm olağanlığıyla zaman, mekâna yanaşıyordu. Oysa mekânın zamana yanaşması gerekiyordu. Öyle durgun, öyle sessiz ve sakin… Ama ne mekân zamana hapsoldu ne de zaman mekâna galip geldi. İkisi de birbirini tamamlamaya çalışarak birbirinde eridi.
Zamanın mekânı hapsetmesi ile mekânın zamanı hapsetmesi arasındaki fark kişinin bedenindeki ruh ile ruhun giydirildiği beden arasındaki farkı görüp ruh-beden ayrımında hakikat-gölge ayrımı yaparak önceliğini neye vereceğini görmesiyle alakalıdır.
İçerisine doğduğu dünyaya kozasından ayrılan bir kelebek gibi dalan insanın mekâna girebilmesi ancak başka bir mekânı terk etmesinin sonucu olarak okunabilir. Ve çünkü bir mekân terk edilmeden evvel diğer mekân kendi kapılarını açmaz. Bu da olsa olsa ilahî bir tecellinin göstergesidir. Aynı anda iki mekânda bulunabilme kapasitesine sahip olamamak beşerin kaderidir. İnsan ise aynı anda birden çok mekânda bulunabilir. Bu da ancak farkı fark etmesiyle mümkündür.
Yazmak, yazan için içindekilerin silinmeze dönüşmesidir. Bir nevi gafletin, nisyanın tükenmesi, uyanıklığın had safhaya erişmesidir. Dünün farkını bilenler bugünü yazmaya girişirken yazının zamandan uzakta bir mekânda kendi zamanını ürettiğini bilirler. Bu da dün ile bu günü çarpıştırma durumunu sağlar. Yazmak, yazar için içindekilerin çoğalmasıdır. Unutmak isteyen yazmaz bu yüzden.
Yaşanan ve yaşanmış olanın yazıya dönüşmesi yazan için kimi zaman acı deneyimler sunar. İçinde çörekleneni deşmesi, kimi zaman eşelemesi, ona derin iç sıkıntılar verir. Bu sıkıntılar yazının kozasını terk etmesinden kaynaklı olabilir. Zihinde şekillenip kalbe yaslanan düşüncelerin acı ve sevinç gibi duyguları aktarması mekânını terk eden ve eser olarak ortaya konan yazının o sancılı sürecinin yansımasıdır.
Bilal Can