Medeniyet Dili Olarak Türkçe

Künye: M. Fatih Doğrucan, Medeniyet Dili Olarak Türkçe – Dilci Felsefe ile Başlangıç ve Yöntem Arayışı, Ankara: Altınordu Yayınları, 2. Baskı, 2020.

***

Bazı edebiyatçılarımızın ve dilcilerimizin ön yargılı ezberlerine rağmen bir cesaret denemesi olarak okunması gereken bu eserin, tüm metodoloji önceliğinin felsefe disiplini olduğu ve kendisini dil-bilim teorileriyle sadece sınadığını, dil-bilimin teoriden fazla elde ettiği her mesafede mesela kesin olarak reddettiği ve ispatladığı meselelerde, felsefe metodumuzun sustuğunu belirtmek isterim. (s. 17)

… eski kuramlar kafasına yatmadığı halde yeni kuram araştırmasına veya farklı bir iddia çerçevesine yönelmek isteyen dilciler, sıklıkla doçentlik jürilerinin bağlayıcılığında boğulmamak ve bilimsel kesinlik sağlaması gereken katı belgecilik anlayışının sebep olduğu dogmatiklik nedeniyle dilbilim çerçevesinde oluşan ezbere dokunmamaktadır. (s. 18)

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki, felsefe disiplini gereği, bu eserin ilk amacı doğruluk değil tutarlılıktır. Aslında bilimsel teorilerin de önceliği doğruluk olmaktan ziyade tutarlılıktır. Çünkü tutarlılıktan önce doğruluk denetlemesine gidilmesi, bazen yanıltıcı biçimde tutarsız olan bir şeyin doğru imiş gibi algılanmasına sebep olabilir. Ancak fark edilmeyen tutarsızlık üzerinden doğruluk değeri bildirmek, çelişikliğin temeli olacaktır ki, mantık gereği çelişik hiçbir şey doğru olamaz. O sebeple öncelik tutarlılık araştırmalarındadır. (s. 19)

Çalışmamız Türkçenin bilim, sanat ve felsefe dili olduğunu açıklamaya yönelik olabilir ama Türkçenin çalışmaya konu olması sebebiyle, saplantılı bir “öz Türkçecilik” faaliyeti yapmayacağız. Yani eseri okurken temel kaygının öz Türkçe yaratımı yerine, mevcut Türkçenin konumu olacaktır. Bilimsel terminolojiyi ise, kökünün hangi dilde olduğuna bakmaksızın, kullanacağız. Türkçenin kendisini, asırlardır, her türlü dış etkiye rağmen koruyabildiği bir yerde, Türkçenin yabancı dil egemenliği altında ölüyormuşçasına değerlendirilmesini de kabul etmeyeceğiz. (s. 21)

Antik Yunan bakış açısından Sami bakış açısına kadar hemen hemen bütün kadim dillerde söz veya söylev bütünlüğü akıl ve ürünü olan mantık ile birlikte ele alınmıştır. Bu manada birçok dil etkinliği, kavramları üzerinden birbiri ile bağıntılanırken akıl ile sözü iç içe düşünmüştür. Bu manada felsefenin en önemli aletleri dil ve mantık birbirinin türeyeni olarak da kabul edilmiştir. (s. 58)

Fakat günümüzün ister Türkçe olsun isterse de diğer diller olsun en önemli sorunu, kavramları mantık dizgesi ile bağlamak yerine, dil-bilim kaideleri ile bağlayıp bunu mantıkmış gibi kullanma meselesidir. (s.91)

Esasında bu durum, modernitenin kesin bilgi arayışı sebebiyle çıktığı yolda, kesin ve kabul edilmiş doğrulara ulaşma zorluğu yaşaması veya bilgiyi kesinleştirme faaliyetinin zaman alması ve sekülerleşen bilgi anlayışı gereğince, kabullerin yerine zorunlu olarak olasılıkları merkeze almasıyla başlayan bir süreçti. Ortaya tüketilmesi gereken ve tüketime başlamadan hızlı biçimde önemini kaybetme riski bulunan hıza ve sürate karşı, mantığın kesinlik arayışı yerine dilin tatmin edici esnekliği tercih edilmiştir. (s. 97)

Elbette ki düşünceyi, mantık metodolojisi yerine dil-bilim yapısıyla açıklayan, çözümleyen sistematikler bilgiyi elde etme sürecinin yöntemselliğe dönüştüğü mecradır. Ancak bu yolla bilgiye ulaşma sürecinin bir metodolojiye dönüşmesi, zaman içerisinde mantık ilminin bir ürünü olan felsefe yerine, dilsel süreçlerin bir ürünü olan edebiyat sahasını entelektüel faaliyetlerin temeline oturtmaya başlamıştır. Böylece insanlık, bilgi edinme, düşünceyle alakalı pratik yapma, tutarlı çözümlemeye ulaşma konusunda, kendilerine tatsız ve zahmetli gelen felsefe yerine daha eğlenceli ve estetik çekiciliği bulunan edebiyat ile çözümleme yöntemine başvurmaya yönelmişlerdir. (s. 103)

Pekâlâ, neden bu kadar derinlemesine kelime tahlili göstermeye çalışıyoruz ve vokal değer kadar anlam örüntüsünü de takip etmeye çalışıyoruz. Çünkü dil, dünya felsefe literatürlerinin de ele aldığı üzere öncelikle bir zihin meselesidir. Zihin ile ideleşme süreci yaşayan nüve, daha sonra akıl ile kavramsallaşmaya başlar ve algı ile sınanır. Bu ise ontolojik bir sürecin episteme haline dönüşmesidir. Bu ister dil olsun, isterse de dilsel süreçler, fark etmeksizin, ontoloji mantığını yakalayıp bir de bunu epistemik silsile ile açıklığa kavuşturabiliyorsa, orada söz konusu olan şey bizzat felsefenin kendisidir. (s. 255)

Sonuç olarak Türkçede zaman ve mekân incelemelerinin yapıldığını görüyoruz ancak diyalektik çerçevede veya soyutlama metodolojisiyle ya da herhangi bir mantık-bilim incelemesiyle Türkçe araştırmalarının yapıldığını çok sık göremiyoruz. Batı dünyasının kendi dillerindeki derinliği ve iletişim medeniyetini anlamak için çözümlemek zorunda olduğunu düşündüğü anlam-bağlam ilişkisi, Türkçe için de berraklaşmalıdır. Eğer Türkçe taraftarlığı yapılacaksa da, bu amatör ve entelektüelmiş gibi görünen bir faaliyet ile değil en azından dilci felsefe (dil felsefesi değil) diyebileceğimiz ve metodolojisi olan bir etkinlik ile yapılabilmelidir ki, bu metod geliştirmiş her bakış açısının bilimselleşme eğilimine de işaret eden bir şey olarak, Türk olsun ya da olmasın her bilim adamına veri sağlayacak kadar, Türkçe ve ona ait meseleleri evrenselleştirecektir. (s.  266-267)

 

Edebifikir

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir