Karantina altındayız. Ölüm korkusu sebebiyle evlerimize kapandık. Çünkü yaşamak çok güzel. Ölümü ise bir türlü kendimize yakıştıramıyoruz. Bizden uzak durması için her şeye razıyız. Karantina sebebiyle dünya genelinde işlenen suçlarda ciddi miktarda azalma yaşandı. Bakalım ilerleyen günlerde neler olacak.
“Kötülüğün azalması için insanların evlerine hapsedilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?”, “Evde olmak özgürlük mü yoksa tutsaklık mı?”
sorularını yazarlarımıza yönelttik. İlginç cevaplar sizleri bekliyor.
Siz okuyucularımız da yorum bölümüne cevaplarınızı yazabilirsiniz.
***
CÜNEYT DAL
Editörümüzden, bu sorgulama konusu gelmeden takriben üç gün evveli şöyle bir şey yazmıştım:
“Belki de asıl olan çirkinliktir. Hevesi kursakta bırakan arzuların başkaldırısı altında içler acısı bir şekilde ezilmekten iyidir çirkinliklerle çevrili olmak. Görüp tiksinmek, bakıp yüz çevirmek, hissedip ibret almak; görüp elde edememek, bakıp dokunamamak, hissedip yaşayamamaktan bin kat iyidir. Yine de böylesi bir isteğin gerçekleşmesi, kişiyi yüceltmez ya da onun kendine karşı saygınlığını artırmaz. Çünkü bilir ki bir güzellikle karşılaşsa, yine o iflah olmaz arzuları depreşecek, fokurdayacak, alevlenecek. Evet evet, böylesi insanlar için en iyisi, güzellikten tecrit, bir tür hapis hayatı yaşamaktır. Tıpkı güzellik karşısında kayıtsız kalamayan hassas (kimilerince hasta) ruhların yapması gerektiği gibi… Elma ne kadar kırmızı ve bol sulu, ne kadar yüksekteyse o denli yasaklıdır.”
Burada güzellikle aslında günaha kapı aralamayı, kötülük yapma dürtüsünü ifade etmek istemiştim. Dolayısıyla kişiyi bundan mahrum edecek bir hapsin gerekliliğini tartışmıştım kendi içimde. Tevafuk ki üç gün sonrası bir hapsolma meselesi geldi önüme. Gerçi şu sıra zihinleri meşgul eden kavramın bu ve benzeri kavramlar olmasında şaşılacak bir şey yok.
Özgürlük meselesine gelince… Özgürlük gibi bir kelime evde kalma veya dışarıda olma gibi bir meseleyle ne kadar ilişkilendirilir bilmiyorum ancak kendi adıma sadece ve sadece omzumun üstünde bir fanus, küçük bir akvaryum gibi taşıdığımı hissettiğim kafatasımın içinde özgürüm. Göğsümün sol tarafında ise kayıp…
ÖMER CAN COŞKUN
Önemli olan kötülüğün çıkış noktasıdır. Dış kaynaklı bir kötülükten insan evine kapanarak kurtulabilir. Bu dış kaynaklı kötülük herkese kötüyse herkes evine kapansın. Bu mümkün mertebe kişiyi o kötülükten koruyacaktır. İç kaynaklı kötülük ise ev, iş, sokak, park, bahçe dinlemeyecektir. Kişinin içindeki kötülük nereye gitse onunla gideceği için eve hapsedilen kişi, aynı zamanda kendi içine hapsettiği kötülükle hapsolmuştur evine. Bu da aslında bir inzivadan çok kalabalıklaşmadır. İçten içe büyüyen bir kötülük kişiyi gürültülü bir kalabalığın ortasında bırakır. Gürültüye dayanamayan insan her şeyi yapar. Kötülüğü iç kaynaklı ve dış kaynaklı olarak ikiye ayırdım ama bana göre tüm kötülükler içeriden gelir. Gerisi hikâye.
Biz evde değiliz. Evde olmadığımız için bunun özgürlük mü tutsaklık mı olacağı konusunda yorum yapamam. Hepimiz internetteyiz çünkü. Eve kapanmadan önce olduğu gibi, evde de, evde olma hali bittiğinde de hep internetin başında olacağız. Bu “evde olma” bize fırsat verir de internet denen mekânla ilişkimiz tamamen kesilirse, telefonlarımız ev telefonu hükmüne dönerse o zaman göreceğiz. Tutsak mıyız, özgür müyüz, neyiz biz?
Evde kalmayı fırsat görüp kendini adaması gereken yeri hakkıyla bilenleri tenzih ederim. Onlar zaten evde değilken de her anın, her nefesin idrakindeydiler. Mekân önemli değildir yani. Çünkü “şeref’ül-mekân bi’l-mekin”dir. Gerisi hikâye.
MEHMET RAŞİT KÜÇÜKKÜRTÜL
Madem mikrofon uzatıldı, evvela şunu diyeyim: “Korona şükrân!” diyenler hata ediyor, başta kıymetli İhsan Şenocak hocamız olmak üzere! Günah-sevap tasavvuru dar olanlar için necis müesseselerin kapatılması büyük bir iş gibi geliyor. Ben bulunduğum şehrin en kuzeyinde oturuyorum, ev-çevre yolu-çam ağaçları… Babamla çevre yoluna yürüyüşe çıkıyoruz. Bakıyorum da o necis yerlere gidemeyenler, o yol kenarına gelmiş, oraları kirletmişler. Kötülüğün zahiren azaldığını görebiliriz. Belki hırsızlık hadiseleri, trafik suçları vs. azalmıştır. Ama şairin sarhoşluk meselesini hatırlayın: şarap sarhoşluk veriyor, diğer günahlar vermiyor. Verseydi ayık gezemezdi belki insanoğlu. Salgın hastalıktan ötürü getirilen tecrit şartları zahiren bazı şeyleri kurtardı. Ya kalbimiz? Az evvel bir tartışmaya girdim, arkadaşın birine gücendim; hâlime baktım da sükûnetimi kaybetmişim, bunu kendimde nefsanî mücadele alameti olarak tefsir ettim. Evin içinde de olsak nefsimiz yine sînemizde. Elbette hayatın yavaşlamasına nispeten memnun oldum. Bir de şu var: şu gördüğümüz zâhir âlemi sebepler üzerine bina edilmiş, belki de bazı necis müesseselerin durmasından unuttuğumuz bazı iyilikler yeniden kendine yer bulabilir.
Evde olmak hürriyet veya esaret konusu olur mu? Olabilir. Fakat ben böyle hissetmedim. Zaten dışarı serbestçe çıkarken de hür değildik, zincirin kısalığı uzunluğu meselesi. Cuma namazının durmasına üzülenler oldu, bir bakıma haklılar. Ama Cuma namazı kılıyor muyduk? O kıldığımız, hiç Cuma namazına benziyor muydu? Cuma namazı, siyasî bir namazdır, devlete bağlılık namazıdır. Bayram havasında olması lâzım. O gün sabahleyin insanların çalışmaması, akraba ziyareti filan yapıp şehrin merkezindeki geniş sahalarda kılınacak Cuma namazı için hareket etmeleri lâzım. Belki belediyelerin “Cuma otobüsü” kaldırması gerek. Cuma namazı kılınacak sahanın etrafı bayram yerine dönecek, seyyâr satıcılar doluşacak. Seyyâr abdesthaneler filân kurulacak. Namazı bekleyenler çay içip sohbet edecekler. Askerî bir insicâm ve intizâm ile namaz kılınacak. Orası Cuma yeri olduğu için insanların yemek yiyeceği, alışveriş edeceği, toplantı yapacağı yerler olacak. Gençlik kuruluşları cuma namazından sonra, yakındaki konferans, ders binalarına gidecekler. Cuma’dan sonra barışmalar, buluşmalar, nişanlar, sözleşmeler, anlaşmalar olacak. İsmet Özel “Cuma Mektupları” mecmuasını Türk harfleriyle neşrediyor olacak. Biz hutbeyle, İsmet Özel’in o haftaki cuma mektubunu kıyaslayacağız. Türkiye’nin her bir karesinde Müslümanlar serbestçe namaz kılabilecek. Ayasofya camii ve vakıfları Türk milletinin idaresine geçecek. O zaman diyeceğiz ki: “İstiklâli elinde, hür bir milletiz ve Cuma namazımızı kılıyoruz.”
ÖMER ERTÜRK
İnsanlar isteklerini dünyaya sığdıramazken, şimdi yaşama isteğini bir odada muhafaza etmenin derdine düşmüş durumdalar. Kötürüm birinin pencere kenarında bütün bir sene oturup ilk açan çiçekle yaşama sevinci duymasını insanoğlu ancak böyle anlayacaktı. Anlıyor. İnsan kendinin özgürlüğüdür, nerede olduğundan çok kiminle ve niye olduğu sorusudur asıl olan. Evlerimizde kalmak bu soruları kendimize sorup “ben” olmanın cevabını bulmak için büyük bir fırsat dolayısıyla da büyük bir özgürlüktür. Son söz olarak; insan kalabalıklar içinde kendine dönmeyi unutandır.
İBRAHİM HALİL ASLAN
Vaktiyle mübarek insanlarla aynı beldede yaşayan bir yakınıma “burada yaşamak nasıl?” diye sormuştum. “Her yer gibi…” dedi. Hâlbuki büyük sözler bekliyordum. Aldığım cevaba şaşırdımsa da belli etmeden bir daha sordum: “Şimdi muhtemelen senin için çok sıradan, çok basit bir şey söyledin. Ama benim için çok uçlarda bir cevap bu. Burada yaşamak nasıl her yerde yaşamak gibi olur? İnsanlar buraya gelince bir süre etkisinden çıkamıyor, öyle bir yer burası. Hâlbuki siz her zaman buradasınız… Aynı olamaz…” Ardından verdiği birkaç örnekle beni ikna etti.
İnsanlık tarihi zindanlarda işlenen günahlarla doludur. Hatta mitolojide bile her şeyi değiştiren büyük hadiseler hep bir hapislikten sonra vuku bulmuştur. Haliyle insanları içlerindeki kötülükle beraber eve hapsetmeniz çok bir şey değiştirmeyecektir. Sadece sonuçların formu değişecektir.
Diğer taraftan, muhtemelen şu an trafik kazası, savaş, sokak kavgası, sarhoşluk gibi sebeplerle işlenen cinayetlerin sayısı en düşük oranlarda seyrediyordur. Fakat insanlar bir gün bunun biteceğini biliyor. Her şeyin kaldığı yerden devam edeceği o gün geldiğinde içimizdekilerle birlikte dışarı çıkacağız. Sonsuza kadar içeride kalacağımızdan emin olsaydık suçlarımızın, günahlarımızın formunu bir anda değiştirebilirdik. Müebbet mahkûmların işledikleri cinayetlerin oranını bilseydik buna güzel bir örnek verebilirdik.
Evde olmanın özgürlük veya tutsaklıkla bir ilgisi yok. Bu konuda, yurt arkadaşımın çizdiği sınır benim için halen en sarih yaklaşımdır: “Çıkmak istemesem bile dışarı çıkabileceğime herhangi bir engel yoksa ve bunu biliyorsam, kendimi özgür hissediyorum. Aksi takdirde, yine çıkmak istemesem bile çıkmam yasaksa kendimi hapis hissediyorum.” Enes’e selam olsun…
DAVUT BAYRAKLI
Kötülüğün yok olması için insanın ev ya da başak bir mekânın içine veya dışına kendisini hapsetmesi hiçbir şekilde çözüm olamaz. Zira kötülük insanın bulunduğu mekânla ilgili değildir. Kötülük, insanın içinde, beyninde, hücrelerinde, damarlarındaki kandadır. Bunlardan kaçamadığın sürece gittiğin ve kapatıldığın her mekâna kendinle birlikte kötülüğü de getireceksin.
Esas mesele, insanın kendisinden kaçmasıdır. 1.84 boyu, 74 kilosu olan bir insan kendisinden kaçamaz ama milyon kilometrekarelik yeryüzünde her şeyden her yere kaçar. Zor olan, kendisinden kaçmasıdır. O nedenle telaş yapmamak, korkmamak lâzım.
Şunu da unutmamakta fayda var, dünya üzerinde kötü olan her ne var ise geçiyor gidiyor, geride kalıyor ve insan tüm olup bitenleri unutuyor. Belki de bu yüzden unuttuğu için, unuttuklarını yeniden yaşıyor, tekrar tecrübe ediyor. Ama bu diyeceğimi unutmayın, dünya her zaman bu kadar kötü bir yer değildi. Bugün kötü bir yer de olsa gelecekte böyle olmayacak. Artık kötü değil, daha da kötü olacak. Zaman çizgisi tersine döndü çünkü. Taş, zirveye çıktı ve artık aşağıya iniş başladı. O yüzden rahat olmak, sakin kalmak, kötü oluyor diye birçok şeyi dert etmemek gerek. Zira bundan sonra daha kötü olacak, ona hazırlanmak lâzım. Kötülüğün ve fitnenin bu kadar arttığı bir zamanda en iyi şey nedir derseniz, eve kapanmak derim. Ama eve kapanmak kötülükleri sona erdirir mi derseniz de, bu eve kapanan kişiye ve niyetine bağlıdır derim.
MUHAMMED FURKAN KÂHYA
Kötülüğün azalması için herkesin evlere hapsedilmesi gerektiğini düşünmüyorum. Söz konusu kötülük olunca insan bunu evde de kolayca gerçekleştirebilir. Diğer yandan kötülüğün bir ilerleyişi varsa iyiliğin de bir serencamı var. Kötülüğü önlerken aslında bir miktar iyiliğin yayılması da engellenmiş olabilir. Hapsedilme durumunu toplumdan sürekli olarak tecrit edilme hali olarak kabul edersek bu zaten halvet der encümen ilkesiyle uyuşabilen bir durum değil. Ama bu durumu münzevilik yani geçici olarak insanın kendi mağarasına çekilme olarak kabul edersek bu kabul edilebilir. Kötülüğün daha çok insanın kendi kabına sığmayı öğrenememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Eve hapsolmak belki biraz buna katkı sağlayabilir ama kesinlikle kötülüğün azalmasına doğrudan etki edebilecek bir durum değil.
Evde olmayı doğrudan özgürlük ya da tutsaklık olarak adlandırabilir miyim bilmiyorum. Bu durum insanın kendini tanıyıp tanımamasına göre değişir. Kişi kendisini tanıyorsa bunu özgürlük olarak görür zira kendi yaşanmışlıklarının damarlarına kan yürütüp kendisini muhasebe etmesi ve daha da özgürleşmesi için bir fırsattır. Ama kişi kendisini tanımıyorsa bu durumu tutsaklık olarak kabul edecektir çünkü kendisini tanımayan kişi kendisiyle yüz yüze gelmemiş ve kendisine tahammül etme bağışıklığına sahip olmayan kişidir. Kendisine tahammülü olmayan kişi pek tabiî kendisini dışarıya atmak isteyecektir ve onun evde kalışı tutsaklıktan başka bir şey olmayacaktır.
SULHİ CEYLAN
Organize kötülük deyince aklıma sadece ve sadece insan geliyor. İnsan kadar kendi nesli için tehlike arz eden başka bir varlık yok. Demokrasi adına milyonlarca insan öldürülüyor, yer altı ve yerüstü zenginlikleri sebebiyle ülkeler işgal ediliyor, erkeklerin bitmek bilmeyen şehvetleri sebebiyle hâlâ kadın ticareti yapılıyor, birilerinin zenginleşmesi için birilerinin açlıktan kıvranması gerekiyor ve bütün bunları insan, insana yapıyor. Utanmadan ve arsızca… Arkasına saklandığı bahanelerle vicdanını sustura sustura… Kısacası dünyada barış ve huzur için insanların evlerine tıkılması ve bunun kıyamet kopana kadar devam ettirilmesi gerekiyor. İnsan kendisinden korkulacak bir canlıdır. Karantina günlerinde bile kötülük yapabilir. Bu sebeple çok dikkatli olunmalı, sürekli gözlem altında tutulmalıdır. Karantinadan kaçanlar ya da bir şekilde kötülük yapmaya yeltenenler hemen tespit edilip infaz edilmelidir. İnanın bu, dünyanın geri kalanı için şifadır. Şimdi birileri iyi insanlar da var diyecek. Var ama onlar organize olamıyor. Kötüler (sen değilsin tabii) nasılsa bir şekilde organize olup yeni yeni kötülükler yapabiliyor. Bu sebeple insanların evlere hapsedilmesini savunuyor ve özgürlük gibi lüks kelimelerin insan zihninden atılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kötüler özgür oldukça kötülük yayılıyor. Bu arada tekrar söyleyeyim, bu metni okuyan hiç kimse kötü değildir. Kendinizi avutabilirsiniz. Kötüler hep diğerleridir.
Bu arada hatırlatayım; her birimiz bir Kâbil adayıyız. En sevdiklerimizi öldürüyoruz. Bazılarımız menfaat, diğerlerimiz ise sadece canı istediği için hemen Kâbil rolüne girebiliyor. İnanmıyor musunuz? Aynaya bakın bir de!
3 Yorum