Sorgulama Dosyası: Bir Sabah Uyandığınızda

“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

Franz Kafka, Dönüşüm kitabına bu cümleyle başlamıştı. Kafka, iktidar karşısında bireyin durumunu böyle bir benzetmeyle aktardı. Toplumun baskı ve dayatmaları karşısında âdeta bir böceğe dönen insanın ilk kaybettiği şey ise kendi olamamaktı. Kendi olamayan insan ise asla başka bir şey olamazdı. Biz de Kafka’dan yola çıkarak yazarlarımıza “Bir sabah uyandığınızda kendinizi neye dönüşmüş olarak bulmak istersiniz?” sorusunu yönelttik. Birbirinden ilginç cevaplar sizleri bekliyor. Bu arada siz de cevaplarınızı yorum bölümümüze yazabilirsiniz.

***

Feyyaz Kandemir

Yunus Emre (k.s) ile beraber Sakarya Nehri senin Porsuk Çayı benim, gezip durduğumuz günler… Bir yandan seyr-i sülûk ediyor, öte yandan Türkçeyi şenlikliyoruz: Yunus söylüyor ben yazıyorum, iş bu ya, Yunus’un kâtibiyim. Günün birinde yolumuzu Bolu istikametine çevirmişiz.  Göynük’e yakın bir yerde bir hareketlilik var. Gidince anlıyoruz ki Samsa Çavuş şehri kuşatmış. Göynük’ün düşmesi bir gamzelik rüzgâra bakmakta. Selam veriyoruz gazilere. Bize dönüp “Dua buyurun erenler” diyorlar. Yunus “Huuuu” diyor, “Huuu” deyip mukabele ettikten sonra, “Çok susadım efendim, destur var mıdır” diye soruyorum, Yunus, “Uğurlar olsun,  varasın ve şehadet şerbetini içes…” diyecekken uyanıyorum. O gün kuralar çekiliyor, görev yerimin Göynük olduğunu öğreniyorum.

mehmet raşit küçükkürtül 

“istersiniz” diye sorunca iş değişiyor. soruyu böylece kabul edip cevaplarsak dua yerine geçmiş olur. insan bilmeden hayrı da şerri de isteyebiliyor. hak teâlâ hakkımızda hayırlı olanı versin, din-i mübini yeryüzünün her bir köşesinde aziz eylesin.

sorunuza dönecek olursak… ben bu soruyu okuyunca başka bir şeyi hatırladım. insanın kendisini âciz hissettiğinde nefsinden ötürü bazı olağanüstü şeyler tahayyül ettiği olur. belki mitolojik kahramanlar, masal yaratıkları ve bilim-kurguyla beslenen nevzuhur süper kahramanlar da bu acziyetin birer ifadesi olarak meydana gelmişlerdir.

benim acziyetimden doğan da işte böyle masalsı bir şey: bende tabiat-dışı bir kuvvet hâsıl oluyor ve irademe bağlı olarak vücudumun etrafında hiçbir silahın işlemeyeceği görünmez bir cidar, bir kalkan oluşuyor. ilâveten koluma öldürücü bir kuvvet geliyor. bir şekilde kendimi pekin’de, devletin merkezinde buluyorum. güvenlik görevlisi, asker, polis cinsinden önüme geleni tokatlayarak pekin’i alt üst ediyorum. her tokat attığım altından bir heykele dönüşüyor. heykele dönüştürdüğümü alıp gökyüzüne doğru atıyorum. bunlar star-link uydularıyla alay ederek tuz gölü kenarına düşüyorlar. tabiî, niye böyle dehşet saçtığımı öğrenmek üzere etrafımı sarıyorlar. pekin hükümetine mühlet veriyorum. yedi gün içerisinde kaşgar’dan urumçi’ye bütün doğu türkistan’ı boşaltmalarını emrediyorum. tabiî, çin hükümeti yanaşmıyor. fakat her gün yüzlerce askerini, hükümet yetkililerini filan tokatlayarak heykele çeviriyorum. elbette rabia kader gibi kukla tiplerle işimiz olamaz. çin’i çaresiz bırakıp yüzüne bakılır bir doğu türkistan hükümeti’nin kaşgar ve urumçi’de duruma el koyduğu haberi gelene kadar çin’in emdiğini burnundan getiriyorum. elbette bütün bu işler kameraların önünde oluyor. çin’de zuhur ettiğim için evvela beni yecüc mecüc’ün akıncı kolu zannediyorlar. sonra doğu türkistan işini duyunca rahatlayıp müslümanlar bana dua etmeye başlıyor. sonra aradan birkaç komplo teorisyeni çıkıyor ve benim özel geliştirilmiş bir amerikan robotu olduğumu iddia ediyor, daha masalsı yaklaşanlar deccâl olduğumu, insanları kandırmak için doğu türkistan davasını üstlendiğimi öne sürüyor. fakat hiç kimse sağ kolumdaki simya kuvvetini izâh edemiyor: bu adam nasıl oluyor da tokat attığı kişiyi altından heykele çevirerek tuz gölü’ne fırlatabiliyor. bu arada, kamera denilen mendeburu da burnuma dayıyorlar, “sen kimsin?, necisin?” diye gazeteciler hücûm ediyor. “beni bırakın şimdi” diyorum, “söyleyeceklerimi kaydedin: buradaki işim bitince kudüs’e geleceğim ve gördüğüm bütün israil polisi ve askerini mühlet vermeksizin, aman kabul etmeksizin ve fasılasız bir şekilde tokatlayarak öldüreceğim. tâ ki bilâd-ı şâm’da bir tane israil pasaportu taşıyan kimse kalmayıp bütün hükûmet tesisleri yok olana dek!” elbette benim bu beyânatımdan sonra bir kısım yahudiler, beklenen kurtarıcının vakti yaklaştı diye sevinirken israil pasaportu taşıyanların amerika’ya kaçmaya başladığı görülecek. elbette müslümanlar büyük bir sevinç duymaya başlayacak, bayram etmeye başlayacaklar. benim mehdi olduğumu zannedenler olacak. benim övmek için sıraya girecekler. çin’de zâlim askerleri tokatlamaya ara verdiğim sıra burnuma dayanan kameralara diyeceğim ki “müslümanlar bayram etmeyi bıraksınlar, benim hakkımda konuşmayı da bıraksınlar. aralarındaki sûni siyasî kavgaları bitirip anlaşma yoluna gitsinler. bu benim yaptığım iş sonsuza kadar gitmeyecek. yakında bırakacağım ben işi.” diyeceğim. anlamayacaklar beni, saçma sapan işlere girişecekler. posterimi yapıp dağıtacaklar, ismimi meydanlara verecekler, benim adımı anarak kuru kuruya böbürlenecekler. kameraların başıma üşüştüğü bir sıra ikâz edeceğim: “kafirlerin zelil olması, müslümanların aziz olmasına bağlıdır. müslümanların aziz olması aralarında çok kuvvetli insanî ve imanî bağların teşekkül etmesine bağlıdır. müslümanlar, beni beklemesinler, harekete geçsinler, benim yaptığım işin hiçbir önemi yok.” diyeceğim fakat beni gene dinlemeyecekler. kudüs’e gelmiş ve “ya allah!” diyerek tokatlamaya girişmişken geride kalmış seçkin komando birliklerinin, amerikan donanmasının, amerikan deniz kuvvetlerinin perişan olmasıyla müslümanlar bir daha mest olacaklar. ben orada dinlene dinlene, arada tütün molası vererek siyonistleri tokatlarken urumçi’de ayrı, kaşgar’da ayrı hükümetlerin kurulduğu ve birbirlerine muhalefet ettiği haberleri gelecek. ben bunun üzerine kaşgar ve urumçi için birlik çağrısında bulunacağım. şâm beldesinde siyonist kalmayacak fakat doğu türkistan’da birlik sağlanamadığı için ben mahzun bir şekilde karacaoğlan’ın atıyla dolaştığı toros dağlarına geleceğim. kaşgar ve urumçi arasındaki çekişmede birinin öldürüldüğü haberi gelince kolumdaki tılsımlı kuvvet çekilip gidecek. ben de karacaoğlan’ın sır olduğu mağaraya gireceğim ve bir daha çıkmayacağım.

Bahadır Dadak

Yine kendim olarak uyanmak isterdim. Lakin süper güçleri olan bir Bahadır düşünün. İstediği zaman görünmez olan, galaksiler arasında ışık hızından 10.000.000 kat hızla hareket edebilen, en sert maddeden daha sert bir yapıya sahip ve tüm Marvel karakterlerinin toplamından daha güçlü bir Bahadır hayal edin.

Sonra elimdeki listeye göre Türkiye’den başlayıp dünyada nizamı sağlamaya çalışırdım. Dünya işlerine Mehmet Raşit Küçükkürtül’ü ahiret işlerine de Sulhi Ceylan’ı memur ederdim. Sonrası için çok komplike planlarım var ama mevzuu uzar. İnanın bazen gerçekten bunu hayal ederken buluyorum kendimi.

Muhammet Emin Oyar

Şu an nasıl yattıysam öyle kalkmak isterim herhalde… Ama çocukken farklıydı tabiî. O zamanlar yattığım yerden çok daha farklı bir şekilde kalkmayı düşünürdüm. Keloğlan masalları ve Dede Korkut hikâyeleriyle büyüdüğümden bazen sıska bedeni ve keltoş kafasıyla her işin üstesinden gelebilen Keloğlan, bazen de eşkıyalıkta zirve yapmış olan Deli Dumrul olarak kalkmak isterdim yatağımdan. Bu durum, o zamanki duygu durumuma göre değişirdi…

İbrahim Halil Aslan

Kurmalı bir çalar saate dönüşmüş olarak bulmak isterdim. Fakat hiçbir kurmalı çalar saatin bundan haberinin olduğunu sanmıyorum. Belki de bu yüzdendir çalar saati seçmem…

Bilal Can

Sürekli yazan ve yazdıkça daha çok yazan sonsuz mürekkebe sahip lale motifli el yapımı bir dolma kaleme…

Sulhi Ceylan

Dünya hayatında tekrarın olmadığını düşünenlerdenim. Her ne kadar bazen gaflet galebe çalıp can sıkıntısından bahsetsem de tecellide tekrar yoktur. İnsan, her sabah yeni bir “kendine” uyanır. Her uykuya dalan artık o âna kadar büyüttüğü eski beninden kurtuluyor ve yeni bir ben’e gözlerini açıyordur. Fakat bu durumu hissetmiyoruz diyebilirsiniz ki haklısınız da. Ama bir an durup Herakleitos’un “Bir nehirde iki defa yıkanılmaz” sözünü hatırlamanızı istirham ediyorum. Yani hayat bir oluş halindedir. Buna akış da diyebiliriz. Kâinatta durağanlık yoktur. Filozof, varlıkların dış görünüşüne aldanmamak gerektiğini böyle anlatmış. Bugün kapımızın önünden akan nehir dünkü nehir değildir. Tamam görünüşte benzer ama sular değişmiştir. Peki nehir, sudan ibaret değil mi? İşte insan da zamanda akan bir canlıdır ve her an yeni bir vakitte yeni bir nefes almaktadır. O halde insanın sabitliğinden bahsedemeyiz. Nefeslerin tekrarından da… Yani insan zaten sürekli yenilik ve değişim içindedir. Önemli olan insanın üzerinden akıp geçen anların farkına varmak. An’ın farkına varan kendi ben’indeki değişimlerin de hakikatine ulaşabilir.

Soruya bu cevabı vermek isterdim ama bunlar sadece özenti cümleler. Aslında bir sabah uyandığımda sadece kendimi hissetmemek istiyorum. Birileri buna ölüm diyebilir.

Edebifikir

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Kahrında hoş diyemeyen adam , 12/11/2020

    Yine Sulhi ağabeyin yazısında bir ışık yandı gönlümde…

  • i , 05/11/2020

    bir sabaha uyanmışsak, hala tövbe etmeye zamanımız var demektir. hani derler ya “kader gayrete aşıktır” onun misali, dönüşümler de gayretsiz olmuyor, dönüşümlerin farkına varmak da…

    istediğimiz bir şeye dönüşebilmek, gerçekten istemekle olur mu? ya hiç istemeden hiç olur mu?

  • Kuzeymarmara , 04/11/2020

    Bir sabah uyandığımda, küresel güçlerin adi planlarını altüst etmiş, geleceklerini karanlığa gömmüş, e-mail adresinde yüzlerce tehdit mesajları almış ve bu güçlerin uykularını harap etmiş bir insanın mutluluğuyla uyanmak isterdim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir