Attila İlhan “Ayrılık Sevdaya Dahil” şiirinde şöyle diyor:
“telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili”
Ayrılık sevdanın kaderidir, desek sanırım abartmış olmayız. Bir şekilde yollarımız ayrılığa varıyor. Ellerimiz, boşlukta kendine yer bulmaya çalışıyor. Peki ayrılık sevdaya dâhil olabilir mi? Bu sorunun cevabını yazarlarımızdan aldık. Siz de cevaplarınızı yorum bölümümüze yazabilirsiniz.
***
Bahadır Dadak
Ne sevdası? Ayrılık KDV’ye, ÖTV’ye, su faturalarına yansıyan Katı Atık Bedellerine, Yol Harcamaları Katılım Paylarına, Kaldırım vergilerine, NBA Play-off maçlarına, Merzifon Belediyesi Köyler Ligi müsabakalarına, IMF haraçlarına, bireysel emeklilik sözleşmelerine, tahvillere, bitcoinlere, bonolara, hisse senetlerine, KYK borçlarına, sigorta poliçelerine bile dâhil. Hatta ayrılığın kendisi sevdadır desem yeridir. Lâkin şuara takımının karamsar ve romantik dizelerine de fazla aldanmamak lâzım. Sevdalanmanın da bir raconu var. Aşka maruz kaldığımız doğrudur. Ama bizi bu yola götüren çoğu zaman tercihlerimizdir. Yola gelmek isteyen, gerçekten aklını yele vermek isteyen, mağduriyeti bir kenara bırakacak. İnsan, Leyla denilen nesnenin gerçek yüzünü çok sonları anlıyor. Zira kalbin pasını alan edebiyat, genellikle maduriyetin değil mağruriyetin bir ürünüdür. Son tahlilde Attila İlhan’nın sevdalı olmanın hazzını hüzne ikame ettiğini düşünüyorum.
Feyyaz Kandemir
Hikâyemiz ayrılıkla başladı. Ayrılık olmasaydı ne dünya hayatı olurdu ne de sevda. İnsan gurbette ve garip. Ayrı ve ayruksu. Vuslat ötede. Vuslat, ötenin meselesi. Burada vuslatın gölgesi, hayali, ümidi var. Hülasa, hepimiz birer hicran nağmesiyiz. Ayrılık sevdaya dâhil. Sevda ayrılığa dâhil bile denebilir. Sevda içre ayrılıktır yaşadığımız; ayrılık içre sevda.
Mehmet Raşit Küçükkürtül
ayrılık, neredeyse sevdânın kendisidir. ilâveten, ülkenizin jeopolitik ve stratejik konumu, ayrılığın şeklini ve şiddetini belirlemekte önemli bir unsurdur. bunun teferruatını sonra konuşuruz, bu hususta şimdilik attila ilhan’ı dinlemeyi salık vereyim: https://www.youtube.com/watch?v=r9VCj0FauP0
ayrılmak ve kavuşmak… bu ikilik nasıl ortadan kalkacak? yeryüzünde imkânsız… bu ikiliğin insana getirdiği çaresizlik, fâniliği duyuş, ötenin de ötesine varıverme arzusu… aşkı gerçekten duyan bir kişinin işte bu ikilik sebebiyle ahirete imân etmesini bekleriz. kierkegaard’ın çok sevdiği nişanlısından ayrılması ve “böyle gerekiyordu” demesi belki de bu ikilik yüzündendir.
Bilal Can
Sevmek, bu dünyaya alışma çabasıdır. İnsanoğlunun yeryüzü serüveninde bu dünyaya dair olan şeyler, onun yaşamını kolaylaştırması bakımından hoş kılınmıştır. Aksi takdirde yaşaması zorlaşırdı. Neyi sevebiliyoruz? Sevmek, insanoğlunun hangi edinimlerini, hangi eksikliklerini tamamlıyor? Sevmek ve ayrılık bir biçimde nasıl birer karşıtlık, birer dikotomi haline bürünmüştür?
Her sevenin kavuşmak gibi bir durumu yoktur. Zaten sevmek, illaki sevileni elde etmek manasında bir eylem de değildir. Sevmek, sevilen şeyin veya kişinin, seven kişide bıraktığı izin adıdır. Sevmek, sevilen şeyin elde edilmesini gerektirmez. Kişisel bir edinimdir.
Aklıma Metin Erksan’ın 1965 yılında çektiği bir film geliyor “Sevmek Zamanı”. Bu filmde etkili olan en önemli husus başkarakterlerden olan Halil’in yine başkarakterlerden olan Meral’in aslına değil de fotoğrafına vurulmasıdır. Aslı ortada dururken fotoğrafa vurulmak, belki de sevginin neliğine ve nasıllığına olan bir duygu durumunun çözümlenmesi hususunda önemli. Yine Kürk Mantolu Madonna eserinde Raif Efendi’nin tablodaki kadına âşık olması…
Sonuç olarak söylenebilir ki, sevmek de ayrılmak da ölüm de bu hayata mahsus.
Ömer Ertük
Sevda “ve”yle değil de “ile” temsil edileceğinden anılar defterinin kapısıdır. Bu yüzden giden ve/ya kalan her halükârda bir “ile”yle bağlıdır. Ancak bu sevdanın değil yaşanmışlığın sürekliliğine delildir. Kemal Varol’un deyimiyle söyleyecek olursam:
“yedi sabah içre dönsem de
acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor.”
Sulhi Ceylan
1. Yorum: İnsan olmak, aslında bir aşkın peşinde ömür tüketmekle vücut bulan bir gerçekliktir. Diyorum ki kimse, anasından insan olarak değil beşer olarak doğar. Beşer yani ceset. İnsan ise olunan bir şeydir. Beşer, aşka düşüp acı ile pişince ancak insan olabilir. O halde sevdaya dâhil olmayan hiç bir şey yoktur. Her elveda, her ayrılış ve dahi acı da sevdaya dâhildir. Hatta sevda, gücünü bunlardan alır. Varsın filozoflar, bu yoruma katılmasın!
2. Yorum: “Sensiz yaşayamam” cümlesini duyduğunuz an şunu iyi bilin ki dünyanın en eski yalanı ile karşı karşıyasınız. Ya bu büyülü ve yalan cümleye inanıp bir süre mutlu yaşayacak ve en son kaçınılmaz gerçekliğe toslayacaksınız ya da “Sana inanmıyorum!” deyip kendi küçük dünyanızda mutlu-mutsuz yaşamaya devam edeceksiniz. Seçiminize göre ayrılığın sevdaya dâhil olup olmadığı ortaya çıkacak.
3. Yorum: Bunlar hep libido sorunu. Evliliğin aşkı bitirmesinin sebebi de bu. Keşif bitince aşk da bitiyor. Ayrılığın sevdaya dâhil olarak görülmesinin tek sebebi keşfin bitmemiş olmasıdır. Yani ayrılık ve sevda diye bir gerçeklik yoktur. Libido sorunlu psikolojik yanılmalar sözkonusu. İnsan hayvandır diyorum anlıyorsunuz değil mi!
4. Yorum: Ayrılık bir sanı. Gerçekliği yok. Hayat, bu sanıdan hakiki bilgiye ulaşma imkânı. Hakiki bilgi yani ayrılığın, ikiliğin ve çokluğun olmadığı bilgisi: Tevhid.
Celal Kuru
Ayrılığı ontolojik olarak ele almak sanırım haddim değil. Mesnevî’nin ilk on sekiz beyti varken bizim gibi burnunun ucunu bile göremeyenlerin bu mesele üzerine söz söylemeleri de lafugüzaf gibi gelmiştir hep.
Açıkçası ayrılık ve sevda kelimeleri bir araya gelince aklıma ilk olarak iki cinsin birbirine duyduğu sevgi, muhabbet geliyor aklıma. Bu da ne kadar kabullenmek istemesek de modern olduğumuzun mihenk taşıdır.
Kadın ve erkek arasındaki sevgide de ayrılığın sevdaya dâhil olduğunu değil, tam anlamıyla sevdanın kendisi olduğunu düşünüyorum. Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm değil de, bir kavuşmak, bir yoksulluk, bin ölüm denilmesi gerekiyordu belki de. Çünkü, kavuşan herkes öldürür sevdiğini.
Rilke durumu çok güzel özetlemiş:
“bir tek sensin, sen, tekrar tekrar doğan
sana hiçbir zaman sarılamadığımdan,
vazgeçemiyorum senden.”
6 Yorum