Hatıralar; zamanın üzerinde bıraktığımız izdüşümleridir ya da modern tabirle check-pointler. Kaybetmek; bize aramayı öğreten, ayakta tutan. Aramak ise kıymet bilmemekten pişman oluşumuz, özlemimiz ve istenilen her şeyin kolaylıkla elde edildiği anlayışına karşı dik duruşumuz. Hatıraları sevdiğimiz kadar kaybetmeyi ve aramayı da severiz. Ve soruyoruz:
“Kaybettiğiniz ve aramaktan vazgeçmediğiniz bir hatıranız var mı?”
***
Melek Özlem Sezet: İnsan çok acı bir olay yaşadığında, sevdiği birini yitirdiğinde ya da o ilişki kendiliğinde yitip gittiğinde, bir ismin anlamı değiştiğinde, çok sevilen bir beden ölümün kıyısına çekildiğinde kalbinde kırk tane mum yanarmış. Zamanla bu mumlar teker teker sönermiş. Alevle birlikte acı da azalırmış. Ama bir mum hep yanarmış. İyi ki de yanarmış. Çünkü o yaşadığımızın kanıtıymış…
Seçil Yaren Kopuz: Kayıplar veriyorum zaman zaman. Bazen ümidimi, bazen gülüşümü, bazen gözyaşlarımı, bazen dostumu… Çok sürmez ama bu kayıplar. Kazanılmış derslere dönüştürmeyi öğreniyorum yavaş yavaş. Fakat anılarımı hiç kaybetmedim, onlar hep benimle.
Serdar Kocabaş: Ah hatıralar, insan hatıralarına tutunmaz mı hiç… Biz yüzüstü bırakanlar ne yazık ki hatıraları ile bizde kalmaya devam ederler ve bu ise bir ömür kanamak demektir. Keşke o hatıralarını alsalar da gitseler de biz de kendimize gelebilsek. Ama şimdi her gece ayrı bir hüzün… Her sabah ayrı bir hüzne merhaba… Ah ki ne ah! Bu hatıralar yok mu!
İbrahim Halil Aslan: Evet; gümüş işlemeli fiber tespihim. İki buçuk yıl aradan sonra buldum. Şimdi de kaybetme korkusu bir an çıkmıyor aklımdan. Bulmak; bazen, kaybetmiş olmaktan daha zor.
Aslı Ceren Özgür: İki yıl önceki saflığımı ve çocuksuluğumu arıyorum. Üniversite sınavına hazırlanan, güzel bir bölüm kazanıp işe girdikten sonra ailesine bakacak olan o kızı arıyorum. İstanbul’a geldiğim günkü o saf hayallerimi arıyorum. Kirlenmiş ruhumu kezzap dökerek arınmayı arıyorum. Her şeye yeniden başladığım o günü, doğduğum günü arıyorum. Bulacağım için değil, bulamayacağım için arıyorum.
Abdullah Karaca: Dört yaşındaydım. Alabildiğine kıvırcık ve altın sarısı saçlarım bir roman karakterinin masumluğunu betimliyordu. Yeryüzü tarlasında küçük parmaklarını bir kâşif merakıyla gezdiren bu çocuk büyüdü. Şimdi ise huzursuz bedeninde, aramaya koyulduğu o kıvırcık ve altın sarısı saçlarıyla bir kaç bin ışık yılı geride kalan küçük bir çocuk vardı. O neşeli çocuğun her gün kalbinde uçurduğu beyaz büyük balonlar.
Şimdi… Elimde tuttuğum fotoğrafa ilişmiş bütün bir çocukluğumun sahip olduğu zenginlikler var. O varlığı arıyorum bir sahil kasabası kulübemde. Denizlerle konuştuğum bu yüzdendir. Belki bir sandalla o kıvırcık saçlı çocuk gelir diye.
Süleyman Salih Şahin: Cevabımdır; deli gibi sevmek ve rahat bir uyku.
Mustafa Çolak: Gece yarıları kar veya yağmur yağarken sokağın başında titreye titreye beklediğim günleri aramaktan kendimi alamıyorum. Fakat bulamıyorum. Geçti ve gitti…
Özgür Seraplı: Bence insan, zaten geçmişte yaşar. Düşünsenize bir saniye öncemize geri dönemiyoruz ve an her an yokluğa gebe. Aslında anda yaşamak da söz konusu değil. O halde hayat başlıbaşına bir hatıra. Belki de önemli olan hatıraları kaybetmemek değil unutmamak.
Mehmet Necip: Allah’ım, siz romantikler yok mu! Böyle gereksiz soruları nereden buluyorsunuz? Siz inanmak istemeseniz de hayat romantik değildir. Gözlerinizi açın ve bakın hayata, hayat elle tutulan bir şeydir.
Mehmet Kemal Eminalioğlu: Kaybettiğim ve aramaktan vazgeçmediğim bir hatıram var. Olmaz olur mu? Hem insanın böyle bir hatırası yoksa nasıl ellerini gökyüzüne açar ki! Bu rasyonalistleri hiç anlamıyorum. Hayat mekanik değil halbuki ve hayatın ellerine değmek derken yaşamanın varoluşumuz üzerindeki etkisinin kalbi hakikatine atıf yapıyoruz. Ama anlamazlar ki! Neyse konudan uzaklaşmayayım. Ama o hatırayı da kendimle birlikte toprağa götürmek istiyorum. Ne olur beni zorlamayın.
Elif Çakmak: Kaybolan hatıra aranamaz, çünkü kaybolduysa kaybolduğunun farkına varamayız. Üstelik zaten aramaya değecek hatıralar kaybolmayan hatıralardır. Bu soru kendi kendini naks etmektedir.
11 Yorum