Yedinci Mühür: Ölüm

 “ölüm ölüm
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba”
(İsmet Özel – Üç Frenk Havası)

Aristoteles, tragedyanın ödevini; acıma ve korku duygularını uyaran, insanı tutkulardan arındırma (katharsis) işlevi gören bir araç olarak tanımlar.[1] Sinemadaki ölüm tasvirleri de, bu arındırma işlevine matuftur. Ölümü anlamak için ölüme tutulur kameralar. Çünkü ölüme karşı insan çaresizdir.

Ingmar Bergman’ın 1957 yapımı “Yedinci Mühür” filmi, savaştan yıllar sonra hayatın anlamını kaybetmiş bir şekilde geri dönen bir şövalyenin, Tanrı ve ölüm ile ilgili sorgulamalarına odaklanıyor. Hayatının çoğunu arayış ve anlamsız koşuşturmalarla sürdüren şövalye, artık ne varsayımlara ne de inanca sığınıyor. Tek bir arzusu var, bilmek…

Filmin teknik düzeyi, günümüz izleyicisini tatmin edecek düzeyde olmasa bile dikkate değer sahnelere sahip. Sesin ekonomik kullanımı, girift kurgusu ve kimi zaman resimler kadar ayrıntılı ve çağrışımlar barındıran grafikleri, tam bir kompozisyonu yansıtıyor. Bu durumu özellikle bir âyin sahnesinde görebiliyoruz.

“Yedinci Mühür”, var olma nimetine sonsuza dek mührü basılan ölüm hakkında farklı bir kurgu ile perdeye yansıtılmış bir film. Bergman, filmin temasını kiliselerdeki orta çağ resimlerinden ilhamla oluşturmuş gibi izleyicinin karşısına çıkarıyor. Ve ölümü bazen ağaç kesen, bazen dans eden ve bazen de satranç oynayan bir karakter olarak sunuyor ama sahnenin sonunda hep siyah pelerin içinde kireç gibi bembeyaz, ürkütücü ve dehşetli yüzü ile karşımızda beliriyor.

Antonius Black (Max von Sydow), haçlı seferlerinden yıllar sonra dönen, yaşama dair hiçbir hevesi kalmayan, Tanrı ile sık sık konuşan ve onu bilmek isteyen bir şövalye. İnançsız değil, fakat savaşın getirdiği buhranlar ve yaşadıkları, onu kalbi ile aklı arasında bocalayan biri hâline getirmiş. Tanrı ile iletişim kurmaya çalışırken gördüğümüz sekansta, Tanrı’ya, “Ey yukarıda olan veya olması gereken!” şeklinde seslenir. Antonius, inancını diri tutmak ister fakat, bunca yaşananlardan sonra zihninde şüpheler oluşmuştur. Bu yüzden Tanrı’yı görmek hatta O’na dokunmak ister.

Ölümle somut bir şekilde karşılaşan şövalye, vaktinin geldiğini bilir fakat telafi edebileceği bir yaşam için ölümü satranca davet eder. Kazanırsa hayatına devam edecek ve ölümden, Tanrı’ya ve varlığa dair sır olan bilgiyi duyacak. Fakat hangimiz ölüme mat çekebilir ki? Şövalye ölüme sorar: “Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? Ya inanmayan, inanamayanlar? İçimdeki Tanrı’yı neden öldüremiyorum? Onu kalbimden almak istememe rağmen… neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?”

Filmde sadece şövalyeyi ve her şey olağan akışında iken aniden belirip ve yine her şeyi anlamsızlaştıran ölümü görmeyiz. Kendisi ile yolculuğa çıkan yardımcısı Jöns (Gunnar Björnstrand), köy köy dolaşan aktörler, vebadan dolayı ölüm korkusuyla yaşamaya çalışan insanlar da şövalyenin yolculuğuna eşlik eder. Veba; herkesi ölüm hakkında konuşturur ve korkutur. İnsanlar, vebanın Tanrı’dan gelen bir ceza olduğuna inanır. Tanrı’nın merhamet etmesini ya da cezalarının hafifletmesini umarak kendilerini kırbaçlar. Ölüm korkusu, acıyı hissetme duygusunu söküp atmıştır.

Yolculuk boyunca ölümlere tanık olan şövalye, ölmekte olanlara neyi gördüklerini sorar. Şeytanla işbirliği yaparak veba hastalığını yayan ve bu suçlamadan ötürü yakılacak olan kız çocuğunun gözlerine uzun uzun bakar. Bu bakışlar şeytanı ya da melekleri görmek içindir fakat “korkudan başka bir şey göremiyorum” der. İlerleyen sekanslarda kız yakılırken yardımcısı şövalyenin yanına yaklaşır ve sorar: “Şimdi o kız neyi görüyor? Tanrı’yı mı, melekleri mi, şeytanı mı, hiçliği mi?” Şövalye cevap veremez ama artık varlığa dair bilgiyi anlamaya başlamıştır. Çünkü ölen kişinin yanında olsa bile ölüme dair bilgiye erişemeyecek ve orada tanık olacağı tek gerçeklik ölüm olacak.

İnsanlar, ölüme dair sürekli bir bilgiye ulaşmak isterler ama bu çaba nafiledir. Ölüm tecrübe edilemez çünkü. Her ölüm biriciktir. Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü adlı eserinin son satırlarında ölmek üzere olan İvan’ın dilinden ölüme dair şunları söyler: Ölüm bitti… o yok artık!”[2] Ölüme dair merak ancak ölümle giderilir. Geride kalanlar ise “Yedinci Mühür” filminin son sahnelerinde, ölümle son kez karşılaşan şövalyenin yalvardığı gibi Tanrı’ya yakarışlarda bulunur: “Tanrım merhamet et!”

Adem Suvağcı

[1] Aristoteles, Poetika, çev. İ. Tunalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987, s. 22
[2] L. N. Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Nisan 2014, s. 83

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • kaskas kartal , 03/01/2023

    ölüm güzel şey lakin iman sahiplerine ,olmayanların vay haline birde ölümü hatırla lakin temenni etmeyin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir