The Blacklist: Bir Suç İmparatorluğunun Anatomisi

Suyun buharlaşmasıyla açığa çıkacak enerji, kıta Avrupası felsefesinin Ahlak Şubesi Müdürlüğünde görevli işini bilen memurlarca iki asır önceden yeniden yorumlandı desek abartmış olmayız. İngiliz filozof Francis Bacon’a atfedilen, meşhur, “Bilgi güçtür!” sözü sanayi devriminin motor yağlarından belki de en önemlisiydi. Bugün Amerika kültür emperyalizmi merkezinde; modernleşme sürecinin kitleleri güç eksenli ahlak ve erdem anlayışına götüren araç ise şüphesiz dizi filmlerdir.

The Blacklist, aynı Breaking Bad, The OZ, The Sopranos ve Peaky Bilinders dizileri gibi; suç, iktidar ve ahlak kavramlarını batının güç paradigmasıyla yeniden yorumlayan, Amerikan kültür emperyalizminin havai fişeklerinden biri…

Raymond Reddington: Suçun Merkez Üssü

Reddington, ilk bakışta, sadece bir suç dehası gibi görünse de, bu sıfatın çok ötesinde bir karakter olduğu hemen fark edilir. Suçla ilişkisi, ahlâkî bir çerçeveden ziyade, bir tür stratejik oyun sahasıdır. Red’in suça bakışı Nietzsche’nin “üstinsan” anlayışıyla örtüşür. Reddington, ahlâkî normları aşmış, kendine has bir etik anlayışı geliştirmiş biri. Onun için önemli olan, adaletin sağlanması değil, adaletin nasıl sağlanacağıdır. Reddington’ın dünyasında, etik kurallar, güç ve kontrol mekanizmaları çerçevesinde yeniden tanımlanır. Nitekim Reddington karakterine siyasî bir nazar ettiğimizde, bir bakıma Machiavelli’nin Prens’i ile kıyaslayabiliriz. O, gücü elde etmek ve korumak için her türlü aracı meşru görür. Fakat Reddington’ın yöntemleri, yalnızca gücün korunması için değil, aynı zamanda bir tür hakikate ulaşma çabasının da tezahürüdür. Her hamlesi, insan doğasının karanlık yüzünü ortaya çıkarma amacı taşır. Red’in dünyasında, ihanet kaçınılmaz bir gerçektir ve bu gerçeğin kabulü, onun stratejilerinin temelini oluşturur. Dostluklar, ittifaklar, aşk ve sadakat gibi değerler, Reddington’ın dünyasında yeniden tanımlanırken, bu değerler çoğu zaman yalnızca güç dengelerini korumaktan öteye geçmez.

Hakikat ve İhanet

The Blacklist dizisi, karakterler üzerinden bir hakikatin arayışıdır. Ama bu hakikat, kesin ve sabit bir doğruyu temsil etmez. Bilakis hakikat, sürekli olarak değişen ve çok katmanlı bir yapıya evrilen bir olgudur. Reddington, hakikatin hiçbir zaman tam olarak kavranamayacağını, ancak ona yaklaşılabileceğini kabul eder. Bu nedenle, her bölümde farklı bir suçlunun peşine düşülmesi, sadece adaletin sağlanması amacını taşımaz; aynı zamanda hakikatin farklı yüzlerini ortaya çıkarma çabasıdır. Elbette bu farklı yüzlerin içerisinde ihanet ipi göğüsler. Dizide ihanet, hakikate ulaşmanın bir aracı olarak karşımıza çıkıyor. Reddington’ın ihanetle olan ilişkisi, onun dünyaya bakış açısını anlamak için kilit bir öneme sahip. İhanet, Reddington’ın gözünde, insan doğasının bir parçası ve kaçınılmazıdır. Bu nedenle, ihanet, yalnızca bir suç değil, aynı zamanda bir hakikat arayışının da tezahürü. Red, insanları ihanet etmeye teşvik ederek, onların gerçek yüzlerini ortaya çıkarır. Bu, onun hakikate ulaşma yöntemlerinden biri olarak görülebilir. Çünkü ihanet, aynı zamanda, Red’in stratejik zekâsının bir parçası. O, düşmanlarını zayıflatmak ve kontrol altına almak için ihanetin doğasını kullanır. İşte burada, Reddington’ın etik anlayışının temel taşlarından biriyle karşılaşıyoruz: Hakikate ulaşmak için her yol mubahtır.

The Blacklist’te Güç ve İktidarın Anatomisi

Dizi sektöründe suç dramaları, genellikle izleyiciyi hızlı aksiyon sahneleri, zekâ dolu entrikalar ve çözülmesi gereken karmaşık bulmacalarla meşgul eder. Ancak, The Blacklist, bu kalıpların ötesine geçerek izleyicisini, bir karakterin suç imparatorluğuna giden karanlık labirentlerle dolu bir yolculuğa çıkarır. Dizinin temelini oluşturan unsurlar, sadece suç ve ceza etrafında dönen bir hikâyeden ibaret değil; aksine, insan doğasının karanlık köşelerini, ahlâkî ikilemleri ve kimlik arayışlarını keşfeden, felsefi bir zemin üzerine inşa edilmiş bir yapıdır. Güç, The Blacklist dizisinin en merkezi temalarından biri; hatta uğruna başkarakterin en yakın arkadaşlarını ölüme terk etmesi gerekse bile. Reddington’ın dünyasında, güç, yalnızca fiziksel ya da politik bir otorite anlamına gelmez; bununla birlikte bilginin ve stratejik düşüncenin bir yansımasıdır. Dizinin ilerleyen bölümlerinde, güç ve iktidar kavramları, daha karmaşık bir hale gelir. Reddington’ın gücü, sadece kendi çıkarları için mi, yoksa daha büyük bir amaç için mi kullandığı sorusu izleyicinin aklında sürekli olarak yer alır. Red, gücü elde etmek ve korumak için bilginin önemini çok iyi kavrar.

Onun Kara Liste’sinde yer alan suçlular, yalnızca tehlikeli kişiler değil, aynı zamanda Reddington’ın gücünü pekiştiren bilginin kaynağıdır. Bu kişiler, Red için sadece hedefler değil, aynı zamanda araçlardır. Dolayısıyla Reddington karakterine bu nazarla baktığımızda, bilgiye olan bu takıntısını Foucault’da görürüz: “Özne ve İktidar” anlayışı. Foucault’ya göre, bilgi, iktidarın en önemli unsurlarından biridir ve bu bilgi, toplumun her alanında farklı biçimlerde kendini gösterir. İktidar, yalnızca baskı uygulayan bir güç değil, aynı zamanda bilgi üretimi üzerinden bireyleri şekillendiren, normlar oluşturan ve bu normlar üzerinden bireyleri kontrol eden bir mekanizmadır. Reddington da gücünü, bilgiyle şekillendirdiği karakterlerden alır ve bilginin stratejik kullanımıyla bu gücü korur. Onun dünyasında, bilginin kontrolü, iktidarın kontrolü anlamına gelir.

Red, Kara Liste’sindeki suçluları açığa çıkararak, bir yandan adaletin sağlanmasına katkıda bulunur, diğer yandan ise bu süreçte elde ettiği bilgiyle kendi gücünü pekiştirir. Bu bilgi, onun düşmanlarına karşı en büyük silah hâline gelir. Bu noktada, Nietzsche’nin güç istenci kavramıyla da paralellik kurabiliriz. Nietzsche’ye göre, insan doğası, hayatta kalma ve üstün olma dürtüsüyle hareket eder ve bu güç arzusu, insanın en temel dürtülerinden biridir. Red, hayatın anlamsızlığını savunur. Bu anlamsızlık içinde bir güç ve kontrol arayışı başlatır. Bu, onun hayatını anlamlandırma çabası olarak belirir. Reddington için hayat, sürekli olarak mücadele edilmesi gereken bir savaştır ve bu savaş, varoluşunun anlamını verir. Red, bu mücadelede asla pes etmez, çünkü onun için önemli olan, sonuca ulaşmak değil, bu süreçte elde ettiği deneyimdir. Nitekim dizi boyunca bu gücü elde etme serüvenlerini yaşamış olduğu birçok olayı hikâyeleştirerek izleyiciye aktarır.

Adalet ve Ahlâk: Görecelilik ve Mutlakiyet Arasında

The Blacklist dizisinde adalet ve ahlâk, sürekli olarak sorgulanan ve her bölümde adeta yeniden tanımlanan iki kavramdır. Suç, Raymond için bir oyun sahasıdır; bu sahada ahlâkî kurallar, güç ve stratejiyle yeniden şekillenir. Onun için önemli olan, adaletin nasıl sağlanacağıdır, çünkü bu süreç, güç dengelerini değiştirme ve hakikati ortaya çıkarma fırsatıdır. Raymond Reddington, sadece bir suç dehası olarak değil, aynı zamanda ahlâkın geleneksel normlarını aşmış bir karakterdir. Suç, bir amaca hizmet eden araçtır; bu amacın özü ise dünyayı yeniden tanımlamaktır. Reddington, geleneksel ahlâk normlarının ötesinde bir duruş sergiler; çünkü ahlâk, gücün doğasına hizmet eden bir yapıdır. Reddington için adalet, mutlak bir doğruyu temsil etmez; bilakis, göreceli bir kavramdır ve her duruma göre değişir. İşte bu, onun ahlâkî anlayışının da bir yansıması. Red, adaleti sağlamak için gerektiğinde anayasal düzeni, hukuku çiğner; çünkü adalet, hukukun ötesinde bir olgudur.

Reddington’ın adalet anlayışı, bir tür doğal hukuk anlayışına dayanır. Bu anlayış, hukukun üstünde, evrensel bir ahlâkın var olduğu fikrine dayanır. Ancak bu evrensel ahlak, Red’in dünyasında, tamamen subjektif bir yapıya sahip. Nitekim bu anlayış, biraz da Reddington’ın kendi gücünü, yani suç imparatorluğunu korumaya yönelik oluşan bir anlayışın toplamıdır. Yani söz konusu Reddington’ın adalet arayışı, bir yandan ahlâkî bir sorumluluk gibi görünse de, aslında onun stratejik planlarının bir parçası. Çünkü Red, adaletin sağlanmasını, kendi gücünü pekiştirmek ve düşmanlarını zayıflatmak için kullanır; dolayısıyla her ne kadar evrensel bir ahlâkın var olduğu fikrine dayansa da sübjektiflikten öteye geçemez. Red’in adalet anlayışı, Machiavelli’nin “Amaca giden her yol mubahtır” düşüncesiyle örtüşür. Nitekim Machiavelli’ye göre, bir hükümdarın başarıya ulaşması için her türlü aracı kullanması meşrudur; çünkü nihai amaç, gücü elde tutmaktır. Reddington da aynı şekilde, kendi amaçlarına ulaşmak için her türlü aracı kullanmaktan çekinmez ve bu süreçte ahlâkî sınırları zorlar.

The Blacklist, sadece bir suç dizisi olmanın ötesinde, kendi suç dizisinin hikâyesini işleyen bir suç dehâsının, Raymond’ın sübjektif ahlâk, adalet ve erdem temalarını işleyen bir anlatıya sahip. Reddington’a göre hayat, bir suç dizisidir. Hayat bir suç dizisi ise, o zaman bizi her bölümde insan olmanın derin karmaşıklığı karşılar. Seçimlerimizin ağırlığı altında ezilirken, her birimizin kendi ahlâk yasasını (kendince) yazdığı bir dünyada, özgürlüğün bedelinin, kendi içimizdeki hesaplaşmalarımızla ödendiğini anlarız. Bu sonsuz döngüde, gerçeğin peşinde koşarken, aslında varoluşun en büyük suçunun kendimizden kaçmak olduğunu idrak ederiz. Peki, hayat gerçekten bir suç dizisi midir? Bence değil!

Adem Suvağcı

 

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • harezmi , 20/11/2024

    uzunca yazmışsınız ama beyefendi diziyle ilgili spoiler verseydiniz keşke. izleyelim mi izlemeyelim mi anlayamadık ki- arada kaldık. suç ahlak falan değil aksiyona bakalım. yeterli mi aksiyonu???

    • Kalkanoğlu Pilavcısı (süleymanağa da diyebilirsiniz) , 20/11/2024

      bu yorumu yapacağınıza 1. bölümü izleyip kendinizi yoğun bir aksiyonun içinde bulabilirdiniz sevgili okur.

    • ADEM SUVAĞCİ , 20/11/2024

      Spoiler versek spoiler veriliyor diyorsunuz, spoiler vermesek spoiler istiyorsunuz! Biz okuyucuları nasıl tatmin edeceğiz ey kâri! Orta yolu buluverin. Açın fragmanı bakın, aksiyonu tatmin etmezse bana mailden ya da Twitter’dan DM üzerinden ulaşın ben size spoiler vereyim. Hatta direkt son sahneyi de anlatabilirim isterseniz. Yeter ki isteyin yani.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir