Hâşiye: 1936’da San Francisco News gazetesi, Kaliforniya’daki göçmen çalışma kampları hakkında bir dizi makale yazması için John Steinbeck ile anlaşır. Yazar, toprağından göçe zorlanan göçmen çiftçilerin, akan suyu bile olmayan pis barakalarda nasıl yaşadığına dair bir yazı yazar; yetersiz beslenme, hastalık ve ölümden mustarip Amerikalıları anlatır. Daha sonra gördüklerinin çoğunu Gazap Üzümleri kitabında kullanır.
1940 yılında John Ford tarafından beyaz perdeye uyarlanan Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath), 20. yüzyıl Amerikan sinemasının en etkileyici yapıtlarından biri olarak kabul edilir. John Steinbeck’in 1939 yılında aynı isimli romanından uyarlanan film, o dönem içerisinde gerek ABD’de gerek Rusya’da ve elbette diğer ülkelerde büyük yankı uyandırır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Buhran döneminde geçen hikâye, yoksul bir çiftçi ailesi olan Joad’ların, Oklahoma’daki çiftliklerinden Kaliforniya’ya doğru yaptıkları zorlu yolculuğu anlatır. Joad ailesi, topraklarından zorla çıkarılmış, ekonomik kriz ve doğal felaketlerin etkisiyle büyük bir yoksulluğa sürüklenmiş, bu trajedi de onları yeni bir hayat arayışına itmiştir. Film, sadece bir ailenin değil, dönemin Amerika’sındaki sosyal ve ekonomik sistemlerin çarpıklığını da ele alır; kapitalizmin acımasız yüzünü, sınıf mücadelesini ve bu mücadele içindeki insanî değerlerin nasıl yok olabileceğini gösterir. Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen, insanın direnme gücünü ve dayanışmanın önemini vurgulayan bir yapısı da muhakkak göze çarpar.
Gazap Üzümleri, 15 Mart 1940’da vizyona girmiş ve kısa sürede büyük yankı uyandırmış. Filmin başrollerinde Henry Fonda, Jane Darwell ve John Carradine gibi önemli oyuncular yer alıyor. Henry Fonda’nın canlandırdığı Tom Joad karakteri, Amerikan sinema tarihinin unutulmaz karakterlerinden biri. Film, ele aldığı toplumsal sorunlar ve güçlü anlatımıyla Amerikan sinemasında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. O dönemde büyük yankı uyandıran film, En İyi Yönetmen (John Ford) ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Jane Darwell) dallarında Oscar ödüllerine layık görülür. Ancak, filmi sadece aldığı ödüllerle değerlendirmek haksızlık olur; zira Gazap Üzümleri, bir dönemin ruhunu en iyi yansıtan eserlerden biri olarak, sinema tarihinde eşsiz bir yere sahip olduğunu kanıtlamış durumda.
Kapitalizmin Dayattığı Zorunlu Göç
Gazap Üzümleri filminin izleyiciye aktarmak istediği belki de en net mesajlarından biri, kapitalist sistemin toplumsal adaletsizliklere yol açtığı konusudur. Joad ailesinin Oklahoma’daki çiftliklerinden zorla çıkarılması, kapitalizmin acımasız yüzünü gözler önüne serer. Topraklarına el konulan Joad ailesi, binlerce Amerikalı gibi batıya, Kaliforniya’ya göç etmek zorunda kalır. Kaliforniya’nın verimli topraklarında yeni bir hayat kurma umuduyla yola çıkan aile, burada da kapitalist düzenin baskısıyla karşılaşır. Büyük tarım şirketleri, işçileri düşük ücretlerle çalıştırır ve göçmenleri insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlar. Nitekim film, kapitalizmin insanları nasıl çaresiz bıraktığını ve onurlarını nasıl ayaklar altına aldığını güçlü bir şekilde vurgular.
Film, kapitalist düzenin eleştirisini sadece ekonomik bir boyut olarak aktarmıyor; bilakis bu düzenin insan ilişkilerine olan etkisini de gözler önüne seriyor. Filmde, toprak sahiplerinin ve bankaların, küçük çiftçileri yerlerinden etme süreci, insanî değerlerin nasıl hiçe sayıldığını gösterir. Kapitalist sistemin, bireyleri birer meta olarak gördüğü, onların kaderleriyle oynadığı ve onları birbirinden kopardığı bir dünya yaratır. Dolayısıyla Gazap Üzümleri filmi, kapitalizmin sadece ekonomik bir sistem olarak değil, bununla beraber toplumsal bir yıkımın kaynağı olduğunu gösterir.
Ne ABD’ye Ne Sovyetlere Yaranabilen Eser
Gazap Üzümleri, gerek roman hâlinde gerek film hâlinde olsun, yayınlandığı dönemlerde iki kutbun iki farklı algısına hitap etti. Dolayısıyla iki farklı eleştirinin hedefi oldu.
Roman:
Romanın, yukarıda zikrettiğimiz toplumsal yıkımı etkileyici bir şekilde okuyuculara aktarması ABD’de bir kargaşaya mahâl verir. Henüz romandan sinemaya uyarlanmadan önce 1939’da ABD yerel halkı, Steinbeck’in romanını kütüphanelerden ve okullardan kaldırmak için referandum yapar, Gazap Üzümleri kitabı meydanlarda halka açık bir şekilde yakılır. Yakanlar da ABD’nin dev çiftlik sahipleridir; yani romana göre çiftçiyi toprağından eden ve göçe zorlayan bankalar ve şirketler. Temsilciler Meclisi önünde, Oklahoma’dan kongre üyesi Lyle Boren, kitabı “yalan, çarpık bir zihnin siyah, şeytani bir yaratımı” olarak kınar. Ona göre, insanlar romanda tasvir edilen yoksulluğu ve umutsuzluğu kabullenmeyi reddettiler ve Steinbeck’in yaşam koşulları tasvirinin gerçekçi ve aşırı abartılı olduğunu belirttiler. Fakat romandaki ikilem ve çaresizlik teması, “çok çalışmanın başarının anahtarı” olduğuna dair Amerikan rüyasını alt üst eder. Bu eser, yoksulluğun ve umutsuzluğun egemen olduğu Amerikan toplumunun karanlık ve çirkin yüzünü ortaya çıkarırken; halkın, özellikle de işçi sınıfının, ideallerinin yıkıldığını ve yolunu kaybettiğini bir hayal kırıklığıyla hissetmesine neden olur.
Sinema:
ABD’de romana yönelik eleştiriler ve yaklaşımlar böyle iken, eserin filme uyarlanıp dünyaya açılması sonrası Sovyetler’de farklı bir tutum ortaya çıkar. 1948’de, Soğuk Savaş’ın sert rüzgârlarının estiği bir dönemde, Sovyetler Birliği, kapitalizmin altında ezilen yoksulların çektiği acıları tasvir ettiği için, kendi topraklarında zor koşullar altında yayımlanan kitaptan uyarlanan filmi, sinemalarında memnuniyetle göstermeye karar verir. Ancak, filmin adını “Gazaba Giden Yol” olarak değiştirirler. Bu isim değişikliği, eserin içerdiği temaların daha radikal bir şekilde vurgulanmasına hizmet eder. Nitekim Sovyetler, filmdeki sosyalist temalara odaklanmıştı. Çünkü en büyük rakipleri olan kapitalist ABD’yi karıştıran bu eserin ortaya çıkardığı yıkımın karşısında sosyalizm, bir umut ışığı olarak belirmişti. Özellikle Tom Joad’un karakter gelişimi, bireysel hayatta kalma mücadelesinden toplumsal bir bilinçlenmeye doğru evrilmesi sosyalistler için bir rol model hâline gelir. Tom, film boyunca yaşadığı olaylar sonucunda, toplumun geneli için bir fark oluşturmak için hareket etmeye başlar. Bu, sosyalist ideallerin filmdeki en güçlü vurgularından biri olarak görülür. Joad ailesi, ne kadar zor durumda olursa olsun, diğer göçmenlerle dayanışma içinde olur ve bu dayanışma, onların hayatta kalmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri hâline gelir. Ford, bu dayanışmayı, kapitalizmin bireyleri birbirine düşman eden yapısına karşı bir direniş aracı olarak sunar.
Aslında yabancı bir filmin Sovyetler sınırında gösterime girmesi o dönem şartlarında görülmemiş bir şeydi, dersek sanırım yanılmayız. Bu, yalnızca yerli yapımların desteklendiği o yıllarda, cesaretin ötesinde, bir meydan okumaydı. Çünkü ülkede olup biten her konuda nihai kararı veren Stalin, “yıkıcı” olarak yaftaladığı yabancı filmlere her daim kuşkuyla yaklaşırdı. Sosyalist bir yapı olarak tanımlanan bu film, Stalin’in gözünde adeta gökten inen bir lütuf gibiydi. Ancak işler bir vakit sonra tersine döndü; Rus seyirciler, Amerikan fakirlerinin dahi bir arabaya sahip olduğunu görünce, sansür devreye girdi ve film apar topar gösterimden çekildi. Yönetimi altında yaşam standartları gittikçe kötüleşen Sovyetler, okyanusun ötesindeki hayatı izlerken, Amerikan orta sınıfı, yoksulluk içinde değil, bilakis, arabaları olan varlıklı kimseler olarak algılandı. Stalin, planlarının altüst olduğunu anladığında, filmin sinemalardan kaldırılmasını emretmekten başka çare bulamadı. Bu yaşananlar, bize apaçık şunu gösterir: İki ülkenin aynı filmi izlerken, yoksulluk kavramına dair ne kadar farklı algılara sahip olduğunu; yani tüm bu yaşananların ardındaki en acı ironiyi…
Film ve Roman Arasındaki Kesişim: Sinema ve Edebiyatın Gücü
Gazap Üzümleri filminin özünde, kapitalist sistemin acımasızlığı ve bu sistemin insanların yaşamlarına olan etkisi yatar. Amerika’nın Büyük Buhran döneminde, kapitalizmin etkisiyle büyük çiftlik sahipleri, bankalar ve endüstriyel tarım işletmeleri, küçük çiftçilerin topraklarını ellerinden alırken, bu insanların geride bırakmak zorunda kaldıkları hayatları ve kaybettikleri onurları göz ardı eder. Joad ailesi, bu sistemin kurbanlarından sadece biridir ve onların hikâyesi, binlerce Amerikan ailesinin yaşadığı trajedinin bir sembolü olarak öne çıkar. Film, kapitalizmin sadece ekonomik bir sistem olmadığını, aynı zamanda insanların hayatlarını nasıl kontrol ettiğini, onları nasıl köleleştirdiğini ve insan onurunu hiçe saydığını gösterir. Joad ailesinin topraklarını kaybetmesi, sadece bir ekonomik kayıp değil, aynı zamanda onların kimliklerinin ve yaşam tarzlarının da yok edilmesidir. Dolayısıyla kapitalist sistem, insanların bireysel kimliklerini, onurlarını ve toplumsal bağlarını yok eden bir mekanizma olarak tasvir edilir. Ford, bu yıkımı gösterirken, izleyiciyi sadece karakterlerin yaşadığı fiziksel zorluklarla değil, aynı zamanda onların yaşadığı ruhsal çöküşle de yüzleştirir.
John Ford, Steinbeck’in romanını sinemaya uyarlarken, kitabın ruhunu ve ana temalarını büyük ölçüde korumuş, fakat bunu sinema sanatının olanaklarıyla daha geniş kitlelere ulaştırmayı başarmış. Film, Amerikan sinemasının klasiklerinden biri olarak kabul edilirken, aynı zamanda kapitalizmin doğurduğu toplumsal adaletsizlikleri ve bu adaletsizliklere karşı sosyalist bir bilinçle verilen mücadeleyi de gözler önüne sermesiyle dikkat çeker. Ford’un kamerası, karakterlerin yüz ifadelerinden geniş doğa manzaralarına kadar uzanan detaylı kompozisyonlarla, izleyiciye sadece bir hikâye anlatmakla kalmaz, aynı zamanda bu hikâyenin arkasındaki sosyal ve ekonomik dinamikleri de görsel bir dille eleştirir.
John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı, Amerikan edebiyatının en güçlü toplumsal eleştirilerinden biri olarak kabul edilirken, Ford’un film uyarlaması da sinema tarihinin en etkili eserlerinden biri olarak öne çıkar. Ancak bu iki sanat formu arasındaki farklar, hikâyenin işleniş biçiminde ve mesajlarının iletilmesinde önemli rol oynar. Roman, okura karakterlerin iç dünyasına ve toplumsal bağlamlarına bir bakış sunarken, film ise bu unsurları görsel ve işitsel araçlarla ifade eder, bu da eserin etkisini genişletir.
Steinbeck’in romanı, ayrıntılı betimlemeler ve karakter analizleriyle, okuru hikâyenin içine çeker. Yazarın dili, okuru Joad ailesinin dünyasına yaklaştırır; onların korkularını, umutlarını ve hayâl kırıklıklarını hissettirir. Romanın bu güçlü yönü, filmde kısmen kaybolsa da, Ford’un görsel dili bu kaybı büyük ölçüde telafi eder. Ford, karakterlerin yüz ifadeleri, manzara çekimleri ve dramatik sahnelerle, Steinbeck’in oluşturduğu atmosferi sinematik bir gerçeklik olarak sunar. Bu görsellik, romanın metin yoğunluğunun yerine geçmez elbette fakat izleyiciye farklı bir deneyim sunar; bir yandan hikâyeyi izlerken, diğer yandan bu hikâyenin geçtiği dünyayı da görsel olarak deneyimler.
Sinema ve edebiyat, her ne kadar farklı anlatım biçimlerine sahip olsalar da, Gazap Üzümleri örneğinde olduğu gibi, birbirini tamamlayan ve güçlendiren sanat formları olarak değerlendirilebilir. Romanın diliyle oluşturulan dünya, filmdeki görsel anlatımla genişletilir ve izleyiciye daha bütünsel bir deneyim sunulur. Ford’un sinematik vizyonu, Steinbeck’in edebi dehasıyla birleştiğinde, ortaya çıkan eser, her iki sanat formunun da en güçlü yanlarını sergiler. Bu birleşim, Gazap Üzümleri’ni hem edebiyat hem de sinema tarihinde önemli bir yere taşır.
Gazap Üzümleri, her şeyden önce insanın onuru ve direnişi üzerine kurulmuş bir eser. Ford’un yönetmenliği, Steinbeck’in edebi dehasıyla birleşerek, insanın ekonomik sistemler karşısındaki çaresizliğini, aynı zamanda bu çaresizliğe karşı verdiği mücadeleyi gözler önüne serer. Film, kapitalizmin acımasız yüzünü gösterirken, sosyalist bir bilinç ve dayanışma mesajı verir. Joad ailesinin hikâyesi, bireysel bir trajediden, toplumsal bir mücadelenin sembolüne dönüşür. Ford, bu dönüşümü sinematik bir ustalıkla işler ve izleyiciyi sadece bir hikâye izlemeye değil, bu hikâyenin arkasındaki sosyal ve ekonomik dinamikleri de göstermeye çalışır.
Adem Suvağcı