İran Sineması, Abbas Kiyarüstemi ve “Zeytin Ağaçları Altında” Filmi

1977 ve 1999 yılları arasında İran’da yaşanan devrim olayları, sinemayı da derinden etkiler, yeni rejim sinemaya ağır sansür yasaları getirir. Dönemin iktidarı, sinemayı toplumun ahlâkını bozmakla suçlar ve toplumdaki yozlaşmanın, kötülüğün temsilcisi olarak gösterir; böylece sinema salonları kapatılır. Sansürlerden dolayı yerli film üretimi azalan İran sineması, 1980-1988 yılları arasında gerçekleşen İran-Irak savaşı ve akabinde Amerika’nın koyduğu ambargolar nedeniyle oluşan ekonomik sıkıntılardan ötürü çıkmaza girer. Fakat 1993’te devlet desteği ile yeniden izleyicilerin önüne çıkan İran sineması, kaybettiği senelerin telafisi için sıkı bir çalışma dönemine girer ve 125 uluslararası film festivaline 179 filmle katılıp 34 ödül kazanır.

Abbas Kiyarüstemi, bu çetrefilli dönemleri yaşayıp da rejime direnen ve İran sinemasına, kaybettiği değerleri yeniden teslim edebilmek için her şeyini veren yönetmenlerden biri. Ayrıca ressam, fotoğrafçı ve şair de olan Kiyarüstemi, 1979 yılında gerçekleşen devrim harekâtından sonra birçok yönetmenin aksine ülkeyi terk etmemiş, bilakis sinemasını rejim baskısı altında gerçekleştirmiştir. Kiyarüstemi, sinemasında özellikle şiirden beslenen bir yönetmendir. Şiir onun dilinin oluşmasında büyük bir etmen iken ayrıca ressam ve fotoğrafçı olması, filmlerindeki kadrajların yönünü de belirtmiştir. O, sansür döneminde Fars şiirlerindeki sembolik anlatımı örnek alarak filmlerinde metaforik bir anlatım kurmuş ve böylece sansürü aşmayı başarmış, sansür karşısında vazgeçmeyip aksine daha da üretici olamaya çalışmıştır. Paul Cronin’in Abbas Kiyarüstemi İle Sinema Dersleri kitabında geçen Kiyarüstemi’nin şu cümlesiyle mücadelesini anlayabiliriz: “Sanat, sıkıntılı zamanlarda zenginleşir, bu bir nevi savunma mekanizmasıdır.”

Kiyarüstemi’nin filmlerinde yer yer çocukların olduğu masum bir dünyanın anlatısını görürüz. Nitekim “Kirazın Tadı” filminde, sabah okula giden çocukların hikâyesini anlatan karakterin dillendirdiği gerçekçi kıssalar bu masum dünyanın bir anlatısıdır. O, rejim müdahalelerini önlemek için böyle bir yol seçmiştir. Ancak, bu tutum üzerinden topluma sırtını çevirip siyaseti göz ardı ettiği söylenemez. Minimalist, fakat bir o kadar da eleştirel filmi On (2002), bir arabadaki iki sabit kamerayla bir kadının şehrin içinde gezinişini ve arabasına aldığı yolcularla sohbetlerini odağına alır. Bu yolcular, genellikle eşlerinden kötü muamele gören kadınlardır.

Kayrüstemi’nin filmleri, zaman zaman anlaşılmaz, bazen zorlayıcı ve sıkıcı olabilir fakat her daim büyüleyici ve özgün oldukları su götürmez bir gerçektir. Kiyarüstemi, her ne kadar sadeliğin ve doğallığın peşinden gitmiş olsa da, son derece sofistike bir tarzı da vardır. Koker Üçlemesi olarak anılan, Arkadaşımın Evi Nerede? (1987), Ve Yaşam Sürüyor (1992), Zeytin Ağaçları Altında (1994) filmlerde onun karmaşık çalışma denemelerine şahit oluyoruz. İlk filmde, genç bir çocuk, Koker yakınlarındaki bir köye yolculuğa çıkar; ikinci filmde yönetmen, birinci hikâyedeki iki çocuğun 1990 İran depreminden kurtuluşunu anlatır. Üçüncü ve bu yazının geri kalanına konu olan filmde, (Zeytin Ağaçları Altında) kurgusal bir yönetmenin ikinci filmdeki bir yan hikâyenin peşine düşmesine odaklanır. Yani, film içinde film…

Sevgisinin Karşılığını Boşlukta Bulan Adamın Hikâyesi: Zeytin Ağaçlarının Altında

Abbas Kiyarüstemi’nin, doğayı belgesel tadında kullanarak sinema anlayışına uygun bir şekilde yansıttığı bir başyapıttır Zeytin Ağaçları Altında (Zire Darakhatan Zeyton) (1994). Gösterime girdiği sene Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilirken, Chicago Uluslararası Film Festivali’nde ise En İyi Yabancı Film ödülünü kazanır.

Film, 1990 yılında İran’ın kuzeyinde gerçekleşen büyük deprem sonrası bölgeye gelen bir film ekibinin, film çekim sürecinde başlarına gelenleri ve bu süreçte amatör oyuncularla yaşanan gerçeklik-kurgu çatışmasını konu alır. Deprem, köy halkının yaşamını kökten değiştirmiş, kayıplar ve yıkımlar getirmiştir. Film ekibi böylesi bir ortamda çekimlere başlar. Filmin başkarakteri Hüseyin (Hossein Rezai), köyde gerçekleşen film çekiminde rol alan bir gençtir. O, aynı filmde rol arkadaşı olan Tahereh (Tahereh Ladanian) adlı kıza âşıktır ve film boyunca, sevgisini dile getirmek için çeşitli yollar arar. Ancak Tahereh, Hüseyin’in aşkına karşılık vermez. Bu platonik aşk, filmin merkezinde yer alır ve Kiyarüstemi, bu aşkı, sadece bireysel bir duygu olarak değil, aynı zamanda bir arayış çabası olarak da ele alır.

Abbas Kiyarüstemi’nin sineması, basit gibi görünen olayların altında yatan karmaşık sorular ve sorunlarla doludur. Zeytin Ağacı Altında, Kiyarüstemi’nin bu sinema anlayışını en iyi şekilde yansıtan eserlerden biridir. Film, ilk bakışta sıradan bir aşk hikâyesi gibi görünse de, aslında bir insanın değer görebilme, mutlu olma, sevme ve sevilme arayışını, yani kısaca hayatta bir anlam bulma çabasını ve bu çabanın sanat aracılığıyla nasıl dile getirilebileceğini inceler. Kiyarüstemi’nin sinemasında, kamera sadece bir gözlem aracı değildir; aynı zamanda insanın ruhuna, zihnine bir pencere açar. Yönetmen bu eserinde, sinemanın doğasına dair sorular sorar; bir hikâyeyi anlatmak mı, yoksa izleyiciye bir gerçeklik sunmak mı?

Kiyarüstemi, sinemanın gerçeği ne kadar yansıttığı ya da ne kadar bir kurgu oluşturduğu meselesine eğilir. Filmde, yönetmen ve amatör oyuncular arasındaki diyaloglar, bu sorgulamanın birer yansımasıdır. Hüseyin’in Tahereh’e duyduğu aşk, film boyunca bir gerçeklik unsuru olarak kalırken, Kiyarüstemi bu aşkı sinemaya taşır ve sinemanın gerçeği nasıl şekillendirdiğini gösterir. Film boyunca sık sık tekrar edilen zeytin ağaçları imgesi, ressam ve fotoğrafçı olan Kiyarüstemi’nin sanatında doğanın rolünü ve bu doğanın insan ruhuyla olan bağlantısını simgeler. Zeytin ağaçları, bir yandan insanın doğayla ilişkisini, diğer yandan bu ilişkinin sinemadaki yansımasını oluşturur. Filmde, zeytin ağaçları altında geçen sahneler, adeta bir şiir gibi işlenmiş, her bir kare, İran şiirinin ve insanının derin anlam katmanlarını çağrıştıran bir sembolizme bürünmüştür.

Filmde, Kiyarüstemi’nin doğanın sessizliğiyle insanın iç dünyası arasında kurduğu bağlantı, sinemanın görsel bir şiire dönüşmesini sağlar. Bir sahnede, Hüseyin’in Tahereh’e sevgisini ifade edebilmesi ve bunu bir film sahnesi üzerinden yapmaya çalışması, Kiyarüstemi’nin sinemayı bir ifade biçimi olarak nasıl gördüğünü de ortaya koyar. O, sinemayı sevgi dilinin aracı olarak kullanır. Fakat bu sevgi, karşılığını boşlukta bulur. Nitekim Hüseyin’in, zeytin ağaçları altında, Tahereh’in peşinden yürürken dile getirdiği sevgi sözlerine bir karşılık verilmez: “Tahereh, neden konuşmuyorsun? Seni dinlemeye hazırım, bana bir cevap ver… Dilsiz değilsin ya! Güzel Allah’ım sana benim gibi birine cevap verebilesin diye bir dil vermiş!” Bu, Kiyarüstemi’nin sinemada diyalog ve sessizlik üzerine düşüncelerinin bir yansımasıdır. Bu sahnede, Tahereh’in sessizliği üzerinden sinemanın görsel gücü vurgulanır. Kiyarüstemi, sessizliği bir anlatım aracı olarak kullanarak, izleyiciyi hikâyeye dâhil eder.

Zeytin Ağaçları Altında, Abbas Kiyarüstemi’nin sinemaya yaklaşımını anlama fırsatı sunan filmlerden biridir. Film, sadece bir aşk hikâyesi anlatmakla kalmaz, aynı zamanda sinemanın ne olduğu, gerçeği nasıl yansıttığı ve insanın bu gerçeği nasıl deneyimlediğini de gösterir. Böylece Kiyarüstemi’nin sanatındaki şiirselliği, doğallığı ve insanın bir değer bulabilme arayışını en iyi şekilde yansıtan eserlerden biri olur. Zeytin Ağaçları Altında, her anı şiirsel bir anlatıma dönüştüren, doğayla insan arasındaki bağı keşfettiren ve bu bağı beyaz perdeye ustalıkla taşıyan bir sinema anlayışının ürünüdür.

Adem Suvağcı

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir