1970 ve 1980’li yılları incelediğimizde dünya sinemasının adım adım felsefî meselelere eğildiğini görürüz. Klasik senaryo kurguları yapı bozuma uğrar ve bunun neticesinde psikoloji ve felsefe merkezli yeni bir kimlik karşımıza çıkar. Bu yeni merkezli yapıyı birçok yönetmende görebiliriz ki, bunlar günümüz sinema çağına yakın ya da yaşayan yönetmelerdir: Andrey Tarkovsky, David Fincher, Martin Scorsese, M. Night Shyamalan, John Krasinski, Jordan Peele, Brad Anderson, Jaco Van Dormeal, Milos Forman.
Darren Aronofsky de bu yönetmenlerden biri. Black Swan, The Fountain, Pi filmlerinin yönetmeni olan Aronofsky, Mother! (2017) filmini, teolojik kodlarla ve ünlü filozof Spinoza’nın Ethica adlı eserinde değindiği, Tanrı/Doğa yaklaşımıyla ele almış. Filmin başrollerinde Jennifer Lawrence (Doğa/Toprak Ana), Javier Bardem (Şair / Tanrı), Ed Harris (Âdem), Michelle Pfeiffer (Havva) gibi usta isimler yer almakta.
Başarılı bir şair olan kocası (Javier Bardem) ile herkesten uzak, ağaçlarla çevrili bahçedeki evlerinde yaşayan genç bir kadının (Jennifer Lawrence) sakin hayatı, gizemli bir çiftin (Ed Harris ve Michelle Pfeiffer) kendilerine misafir olmasıyla altüst olur. Olaylar, sıradan bir hayat süren bu çiftin çevresinde gelişiyor. Çiftin ilişkisini sınayacak olan bu misafirler, evin tüm huzurunu bozacaktır. Eşinin de misafirlerin arasına katılmasıyla birlikte işler beklenmeyen bir hâle bürünecek ve sırlar sorgulanmaya başlanacaktır.
Film, tek mekân çekim tarzı yani “single-set productions” tekniğiyle çekilmiş. Bununla beraber yakın plan ve arka planın bulanık aksettirilmesi de öne çıkan çekim tekniklerinden biri. Yönetmen bu teknikle, evdeki insanların duygu durumunu izleyiciye yakın mesafeden aktarmayı, kadrajdaki kişinin gerisinde bıraktığı muğlak belirsizliği hissettirmeyi ve birazdan ne olabileceği öngörüsünü engellemeyi amaçlıyor. Ayrıca Aronofsky’nin senaryosunda hiçbir karakterin özel ismi yok ve bütün süreç zamirler üzerinden işleniyor. Aronofsky böylelikle şahısları değil türleri ve varlıkları sembolize etmiş oluyor.
Ev Sahibi ile Yabancının Esenlik ve Felaket Çatışması
Herkesten uzakta, bir kırsalda yaşayan çiftin evine ansızın gelen ve ardı arkası kesilmeyen misafirlerin, evin huzurunu kaçırdığı ve evin annesi olan başkarakterin bu huzursuzluk sonucu evi ateşe vermesiyle her şeyin yeniden başladığı bir film Mother. Filmin ilk bölümünde Aronosfky’nin hikâyeyi sürprize kapalı bir şekilde işlediğini görürüz. Gelen yabancı erkeğin bir kaburga kemiğinin eksik olmasından ötürü rahatsızlanması, biraz sonra eşinin eve gelmesi, ardından bu çiftin kavgalı iki erkek çocuklarının da aynı eve gelip birinin diğerini öldürmesiyle sonuçlanması gibi birçok mistik konular açık bir şekilde seyirciye aktarılıyor. Aronofsky âdeta Hristiyan anlatısındaki yaradılış hikâyesini hızlı bir şekilde seyirciye aktarmaya çalışıyor.
İkinci bölümün geçiş sürecinde hikâyeye kısa bir düğüm atılıyor. Henüz ev sahipleri ve yabancıların arasındaki ilişki zihnimizi meşgul ederken doğumun ayak sesleri yavaş yavaş duyuruluyor. Hikâye bu doğumdan sonra birden yön değiştiriyor. Uzun süre şiir yazamayan Şair, doğumla beraber yeni şiir kitabını yazmaya başlıyor. Geçen sancılı süreçten sonra Anne, âdeta kıyameti andırırcasına evi yakıp kül ediyor. Darren Aronofsky bu bölümde seyircinin diyaloglar yerine sadece perdeye odaklanmasını sağlıyor. Böylece o, Hristiyanlık anlatısıyla insanların doğaya ve birbirlerine karşı eylemlerini mistik bir havada politik ve eleştirel açıdan anlatmayı hedefliyor.
Evet, filmi iki bölüm üzerinden değerlendirdiğimizde aklımızda bir şeylerin belirdiği kesin: ortada bir yaratıcı var, onun özel odasında yasaklara uymadığı için kovulan bir çift, kardeşini öldüren çocuklar, bebeğin doğumuyla yazılan bir kitap vs.
Film, Hristiyanlıktaki yaradılış anlatısından hareketle işleniyor. Fakat yönetmen sadece Hristiyanlığa değil birçok din hakkındaki tutarsız eleştirilerini film aracılığıyla sergileme fırsatını değerlendirmiş gibi görünüyor. Filmde bebek İsa’nın linç edilmesi esnasında “Allahu Ekber” nidalarının yükselmesi ise bu tutarsız eleştirilerin başında geliyor. Geniş perspektiften değerlendirdiğimizde dünyadaki bozgunun, felaketlerin, savaşların ve katliamların Tanrı nâmına yapılıyor oluşunun eleştirisi öne çıkıyor. Şair/Tanrı, yazmış olduğu kitabının herkes tarafından çok sevildiğini ama herkes için farklı şeyler çağrıştırdığını, herkesin farklı şeyler anladığını söylüyor. Bu da onda bir tür ünlenme ve sevilme duygusunu öne çıkarıyor.
Filmde sadece Hristiyan anlatısında geçen Âdem ve Havva olayları ele alınmamış. Kısa bir özet gibi dinî anlatıma sahip insanlık tarihi de işlenmiş. Evde kardeşler tarafından işlenen ilk cinayet; arızalı olduğu için kullanılması yasak olan banyonun kullanılıp evin sular altında kalması; belli belirsiz yerlerden çıkan kurbağa hadiseleri gibi bilinen birçok afete filmde yer verilmiş.
“Sana yetemediğim için canım yanıyor.”
Mother! filmini izledikten sonra ortada dinler tarihi eleştirisi, din düşmanlığı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Açıkça dinî fikriyatın(!) sebep olduğu yıkımı eleştirmek için çekilmiş bir film. Yönetmene göre doğanın tahrip edilmesi ve dinî duyguların radikal davranışlara yansıması kabul edilebilir bir şey değildir. Ona göre Tanrı, doğayı çok sevmektedir fakat bu Tanrı’ya yetmez, insanları yaratır. Aronofsky’e bu yaratmaya Tanrı’nın ilgi görme isteğinden ortaya çıkar ve onun için yapılan tüm tahribatlara Tanrı kayıtsız kalır. İnsanlar sadakat gösterdikçe doğa zarar görecektir ve bu durum bir yıkımı peşinden getirecektir. Sonuç olarak Anne, insanlığın doğuşundan dünyanın kendini yok edişine kadarki sürecin mecazi bir şekilde panoramasını sunan, bunu yaparken ilah, din ve insanlık algısını eleştiren bir Darren Aronofsky filmidir.
Filmin son sahnesindeki şu diyalog ise Aronofsky senaryosunun adeta kilit taşını oluşturuyor:
“Anne: Sana yetemediğim için canım yanıyor.
Şair: Sen suçlu değilsin, benim için her zaman her şey yetersiz. Yoksa ben yaratamazdım. Şimdi her şeye baştan başlamalıyım.”
Adem Suvağcı
2 Yorum