Aristo’nun İkna Kuramı
Aristo, iletişimi ikna etme süreci olarak tanımlar. İkna yöntemi; duygu, düşünce veya davranışları değiştirmek, benimsetmek veya pekiştirmek amacıyla kullanılır. Aristo ikna etmenin artistik ve artistik olmayan şeklinde iki türü olduğunu söyler. Artistik kanıtları ise “Üç İkna Kanıtı” olarak ifade eder ve şöyle açıklar: Konuşan kişinin bireysel karakter özellikleriyle birlikte düşünülen Ethos (Erdem); duygular yoluyla dinleyen kişiyi istenen yönde ruh hâline ileten Pathos (Duygu); konuşan kişinin sözcüklerle kanıtına bağlı olan Logos (Mantık).
Aristo’nun bu kanıtlar zincirinin ilk halkası olan Ethos, ben imgesi çerçevesinde, karakter ve kişilik kapsamında, davranış özellikleri ve yaşam doğrultusunda ve de amaçlarla bağlantılı olarak etik çatısında değerlendirilir. Ethos kavramı, iyi davranışlar sergileme, güven verme, güven hissetme, sağduyu, iyi ahlâkî karakter ve iyi niyet özelliklerini yansıtır.
Zincirin ikinci halkası Pathos, davranış özellikleri açısından tutku, heyecan, korku, umut gibi duyguların veya fikirlerin söz konusu olduğu birden çok durumla bağlantılı ve psikolojik görüşlerle açıklanabilen bir kanıt türü. Erdemler → Adalet + Sağduyu + Cesaret + Nezaket + Hoşgörülü olma + Akıllı / Bilge olma + Ölçülü olma + Cömertlik şeklinde formüle edilebilir.
Son halkaya baktığımızda karşımıza konuşma ve mantık kavramları çıkıyor, yani Logos. Antik Yunan’da, “Söz, konuşma, düşünme, akıl, mânâ ve açıklama” anlamlarına gelen Logos, ikna yönteminin kanıtlamaya ulaşan en önemli yoludur. Mantıkî gücün ve içeriğin kuvveti olan Logos, kesin ve doğru bilgiyi elde etmede önemli rol oynar. Bu sebeple Logos aracılığıyla muhatabı ikna etmek daha etkili ve hızlı sonuç verir.
12 Öfkeli Adam
“12 Öfkeli Adam” filmi, babasını bıçaklayarak öldürdüğü iddiasıyla ölüm cezasına çarptırılmak üzere yargılanan 18 yaşındaki Latin Amerikalı bir genç, olaya tanıklık eden iki kişi ve mahkemede jüri olarak onun hayatına yön verecek yetkiye sahip, toplumun farklı kesimlerinden bir araya gelen ve hiçbir şekilde birbirini tanımayan 12 adamın hikâyesidir. Reginald Rose’un aynı adlı oyunundan uyarlama olan filmin yönetmen koltuğunda Sidney Lumet oturuyor.
Film, mahkeme koridorlarının ardından gelen hâkimin idam kararını okuma sekansıyla başlar ve daha sonra jüri üyelerinin kararı oylaması için bir odaya girmesiyle devam eder. Bu sahneden itibaren izleyici, filmdeki on üçüncü jüri üyesi olur ve 96 dakika sürecek bir tartışmanın içinde bulur kendini. İdam kararının onaylanabilmesi için oybirliğinin sağlanması gerekmektedir. Odaya giren jüri üyelerinin kimi önyargılı, kimi bir maça yetişme derdinde olduğu için, kimi de pasif karakterinden ötürü sürü psikolojine bağlı olarak sanığın suçlu olduğu yönünde oy kullanır. Sadece 8 numaralı jüri aksi yönde oy verir ve böylece tartışma başlar. 8 numaralı jüri, yaşanan olayın ardında yatan gerçeğin peşinden gidilmesini ister. 8. jüriyi, Aristo’nun ikna öğretisinin tezahürü olarak görebiliriz. Hem Ethos (karakter), hem Logos (mantık) hem de Pathos (duygu) ile ikna sürecinin son boyutu…
Voltaire, “Peşin fikirler, muhakemesiz hükümlerdir” der. Bir konu hakkında, düşünmeden alınan kararların herhangi bir değerinin olmadığına dikkat çeker 8. Jüri; “Çocuğun suçsuz olduğuna dair bir fikrim yok. Sadece bir çocuğu 5 dakikada alınacak kararla ölüme göndermemeliyiz. Sadece bunu konuşmak istiyorum.”
7. jürinin tek derdi ise maça yetişmektir. Bu sebeple gerçekle ilgilenmemektedir. Kararın değişmesini umursamaz. Gerçi 11. jüri de aynı konumdadır. Tek farkı ise reklamcı olması ve bu süre zarfında ne satarsa kâr olarak bakmasıdır. Dolayısıyla bir jüriden çok pazarlamacı olarak durur. İdam tartışmalarının uzaması bu sebeple işine gelir. Tabii bunun da bir sonu vardır: Vicdanî sorumluluğun arttığını hissettiğimiz terleme sahneleri…
“Bunlar Böyledirler!”
Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası kitabında, “Şu önyargı, ne kadar güçlü bir duygu… Eminim siz de bilirsiniz. Değişimin en büyük düşmanı ön yargıdır” der. Çünkü değişim devrimdir, konfor alanının yıkılması ve putların devrilmesidir. Değişimle birlikte sancılı bir süreç başlar. Filmde bu sancıyı ilk olarak 9. jüri yaşar. Neden? 9. jüri, heyetteki en yaşlı ve en tecrübeli kişi, yani Aristo’nun Logos’unu temsil eder çünkü. Söz konusu davada görgü tanığı olan yaşlıyı anlayabilecek olan da tek kişidir. Tecrübeleri onu empatiye sürükler. İçindeki şüphe, değişimin habercisidir.
En sancılı değişim 3. jüride görünür. Ethos ve Logos’tan uzak. Sadece Pathos ile hareket edilerek ikna edilebilecek bir karakterdir. Oğlu tarafından terk edilmenin verdiği intikam hırsını, babasını öldürmekle suçlanan çocuğun idam kararını vermekle hafifletmeye çalışır. Yetmez, statüsünü kullanarak heyetteki bir jüri üyesini toplumdan ayrı tutar. Kenar mahalleli, göçmen bir jüri. “Bir yerlerden gelip burada her şeyi biliyormuş gibi davranamazsın.” Amerika’nın gerçek yüzünün tebessüm noktası da burası: “Gecekonduda doğan insanlar yalancı doğarlar, doğuştan böyledirler, tehlikeli ve kötüdürler. Bunlar böyledirler!”
“Böyledirler…” Talcott Parsons’ın toplumsal sistem tanımının tezahürü… Parsons, toplumsal sistemi, aktör, yani belirli toplumsal pozisyondaki statü ve rol sahibi kişiler arasındaki toplumsal ilişkilerin az çok kalıplaşmış olduğu görüntüsünü verir.
3. jüri, çocuğun suçluluğuna dayandırdığı her delilin rasyonellikten uzakta olduğunu anlamasına rağmen “Bunlar böyledirler” diyerek öne sürdüğü savunma fikrinin, sınıfsal toplumlardaki adalet kavramının herkese göre değiştiğini gösterir.
Film, jüri üyelerinin yavaş yavaş fikirlerinden dönmesini anlatır. 8. jürinin diğer üyeleri nasıl etkilediğini büyük bir zevkle izleriz. Bu arada bizi de etkiler. Kendimizdeki değişime şahit olmak ayrı bir tat verir.
Bu Yazı Niçin Yazıldı?
İki hafta sonra, 2020 yılından itibaren sürekli aldığım “İkna Kuramları ve Retorik” dersinin 12. sınavına gireceğim. Evet doğru okudunuz on ikinci! İki yıldır bu dersten bir türlü geçemedim. Israrla kalıyorum. Mezuniyetim bu dersin son sınavlarına bağlı. Belki çok çalışmadım, belki de çok çalıştım ama çalışma metodum yanlıştı. Günün sonunda ne sınav kâğıdına işaretlediklerim doğru çıktı ne de saygıdeğer hocam bu konuda ikna oldu. Bu durum arkadaş ortamında artık espri raddesini geçti. Hatta sürekli dillerde pelesenk olmaya başlayan “Şu sınavı ver de kurtul artık!” cümlesiyle muhatap olmaktan bıktım. Muhterem editörüm ise bu vakaya her zamanki gibi farklı açıdan yaklaşıp, “Bunca zaman derslerin kaydını dinledin, notlar alıp okudun, sınavlara girdin. Artık bu dersle ilgili bir yazı yazmalısın.” diyerek bu yazının müsebbibi oldu. Varsın olsun. Kurtlukta düşeni yemek kanundur nihayetinde. Ben de bu dersle alâkalı bir film üzerinden yola çıkmayı düşündüm ve 12 Öfkeli Adam filmi üzerinden derdimi anlattım. Çünkü çok öfkeliyim. İkna olmak istemiyorum!
Âdem Suvağcı
8 Yorum