içimde kırık cam parçaları
dilimde kanayan sözcükler durur
seni söyleşirken yağmurla
atlar yelelerinde fırtına taşır
ben konuşurum günbatımlarına denk düşer sözlerim
ben susarım içimde gün batar
eskimiş bir şarkı gibi durur anılar
bulutlar hüznü döker sokaklarıma
paltomun cebinde parmak uçlarım yalnız
iki kişilik hayaller ki hayal
aşk bir cam kesiği gibi durur avuçlarımda
denizlere açılır pencereler her sabah
rüzgar serin bir rayiha taşır yüzünün sabahına
sen gittikçe içimden
yollar tek şeritli ıstıraplara dönse de
İstanbul koynu sıcak bir anne gibidir
alır avuçlarını ısıtır denizlerin koynunda
son vapurun bıraktığı iz kalır yüzümde
ve ben;
yani hangi sabahına uyandıysa İstanbul’un
yüzüne huzursuzluğun gölgesi düşen
son kez geçerken o kentin sokaklarından
acının aynasını denizin koynundan yansıtan
göğe her baktığında yağmuru dualarla karşılayan
içimin viranesini sana hatıra bırakıyorum
sesime düşerken içimdeki kesikten damlayan ilk kan
Ömer Ertürk