Özgür Atasoy’a
o şair acısıyla yaşayıp şiir yazamayanlardan
beş yıllık bir pantolonun mazisini suratlarımızda yaşıyoruz
ebleh suretlerimizden hüzün damlarken bu şehre
biz onulmaz acıların lekesini küçük bir çay ocağında
yüreğimizin küf tutan yanlarıyla sarıyorduk.
bıyıklarımız çürüyene kadar yıldırım sarıp
atların koşuşlarından bıkanları oynayarak
içine uçurum çekmek büyük adamların meselesi
nefesine kaçan hangi dağsa onu üfler çünkü insan
yalnızlığına
bu kapı kırılacak ve bu kapı öyle bir kırılacak ki
içinden hikayeleştirdiğimiz adamlar çıkacak
geçmişiz cesetlerimizin yanından ta avuçlarımızdan
sırtımızdan terler sırtımızdan zalım soğuklar
ama çayı güzel kalıyor yanımıza içtiğimiz yılların
sanki devrik cümleyi ihtilal sebebi sayarak yürüdük
her rengi yerinden edecek kadar siyaha batarak
incinmiş yeryüzü şarkılarına dair söylemlerimiz
güçlü zehirleri çekerek emiyordu
buraya bir adam sığar ve ben kırmızı ışığı beklemeyen
…
ışık tuttum ayna kestim cam kırdım yumruk attım
insan suratını en çok çöpte izlediği zaman modern
aynada izlediği zaman ise cahil bırakır bil bunu
sanki öznesini kırmış yüklemsiz bir cümle gibi
siyah iz bırakır insanın yaman düzlüğüne
bunu geceye bıraktığın ağır kulak iltihabına
yüksünmüş bulutlarla kütahya sokaklarında
arşınlayarak ayakların anlayacak
Bilal Can
4 Yorum