Bildiğiniz gibi tarih, bir milletin geçmişi, bugünü ve geleceğidir. Devletler ve milletler tarihiyle ayakta dururlar ve bu tarihleri ile kendi duruş ve misyonlarını belirlerler.
Bu bağlamda tarihin önemini, köksüzleştirme politikalarını ve dahasını Yrd. Doç. Dr. Ali SATAN ile konuştuk.
***
Tarih ne değildir?
Tarih, istediğimiz şeyleri bize söyleyen bir bilim dalı değildir. Tarih bize bazen ve çoğunlukla görmek istemediğimiz, bilmek istemediğimiz şeyleri gösterir. Onun için kendi düşüncemize, ideolojimize, anlayışımıza, kanaatimize göre bir tarih inşa etmek ve bir tarih okuması yapmak da doğru değildir.
Tarihimiz bize doğru mu öğretiliyor, yalan söyleyen tarih utanır mı?
Yalan söyleyen tarih, yalanları ortaya çıktığında, o yalanı söyleyen tarihçileri utandırır. Çünkü tarih kendi başına bir şey söylemez. Tarihi tarihçiler konuşturur. Tarihçiler onu yalan söylemek için olmasa bile, bir maksada atıf olarak söyler, söyletirler. Gerçekler ortaya çıktığında ise tarih, yalanı söyleyen tarihçinin yüzünü kızartır.
Bu durumun sebebi belli bir ideolojinin propagandasını yapmak olabilir mi?
Tarih siyasi bir iştir. Dolayısıyla tarihçiler bir ideolojik anlayışa sahiplerse o ideolojilerine ve inançlarına göre bir tarih inşa etme amacını güdebilirler. Bir siyasi hareket kendi meşruiyetini sağlayabilmek için tarihi kullanmak ister ve tarihi, kendine göre bir argüman olarak kullanır. Günümüzde ve başka dönemlerde de bu durum sözkonusudur. Çokça ideolojik tarih anlayışı yapılmıştır, yazılmıştır, kitlelere öğretilmiştir. Özellikle yeni kurulan devletler; Arap milliyetçiliği, Balkan milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği gibi 20. yüzyılda ulus devletlerinin inşa sürecinde böyle bir misyon için tarih kullanılmıştır.
Bu anlattıklarınızdan yola çıkarak tarihin gerçekleri sakladığını da düşünebilir miyiz?
Şöyle söylemek lâzım: Tarih yaşanan ve orada duran bir şeydir. Dolayısıyla tarihin bizzat kendisinin yalan söylemesinden bahsedemeyiz, ona bir takım ideolojiler adına yalan söyletilir. Tarihi tarihçiler yazar ve o tarihçilerin duruşuna bakmak gerekir. Zira tarih tarihçilerin duruşuna göre inşa olur.
Tarih Devam Eden Bir Süreçtir
Tarihi doğru öğrenmek bize ne kazandırır?
Öncelikle hakikat insana kuvvet verir. Doğrulardan güç alırız. Bu illa sevdiğimiz şeyler olmayabilir. Gerçekle hakikat arasında bir mesafe vardır ama hakikati görmeye çalışmak olayın bütününü kavrayabilme kuvveti verir. Olmuş olanı doğru anlayabilmek, doğru intikal ettirmek, gelecek nesillere aktarabilmek önemlidir. Dolayısıyla tarihi doğruca görmek ve onu doğruca anlatabilmek öncelikle bizi rahatlatan bir şeydir.
Tarih dediğimiz şey olmuş bitmiş bir iş değildir sanılanın aksine. Tarih devam eden bir süreçtir. Biz bu akan sürecin bugün dediğimiz kısmında bir şeyler yapıyoruz. Bugün olup biten şeyleri doğru kavrayabilmek ve doğru anlayabilmemiz için kesintisiz bir şekilde dünü de görmeliyiz. Dolayısıyla bu olay niye bugün vardememek için ya da varlığının nedenini anlayabilmek için, bu olayın-durumun dünden nasıl geldiğini görmemiz gerekir. Dünkü hali nasılsa o şekilde kavramamız lâzım ki bugünkü hali kavrayabilelim. Eğer biz dünü bir takım şablonlarla kesip-biçip bir şekle sokuyorsak, bugün olup bitenleri kavramamız sıkıntılıdır.
Türkiye’ de tarih; popüler tarih ve resmi tarih olmak üzere iki ayrıma tutuluyor.
Öncelikle resmi tarihin alternatifi popüler tarih olmasa gerek. Resmi tarih, söylediğimiz gibi çeşitli kaygılarla devletin resmi politikası olarak kabul edilen, yazılan ve anlatılan tarihtir. Popüler tarih ise daha ziyade tarihin kitlelere kolay anlatılabilmesi için yapılan bir tarz. Kolay anlaşılan, kitleler tarafından kolay tüketilen bir tür. Fakat resmi tarih de popüler olabilir ki çok yapıldı. Resmi tarihin karşısına gayri resmi tarih çıkarmak mümkündür. Yani resmi kaygılar taşımadan, olduğu gibi yazmak… Ama burada şöyle bir tehlikeyi görmemiz lazım: Resmi tarih dediğimiz anlatının içinde de doğrular vardır, gayri resmi dediğimiz anlatının içinde de yanlışlar olabilir. Dolayısıyla tarihi böyle kamplara ayırmak doğru değil. Burada bir alternatif söylemek gerekirse doğru tarih diyelim.
Netice itibariyle bu meslekle iştigal edenler olarak, hem de düşünüp yazan kişiler olarak vazifemiz hakikati araştırmaktır. Bizlerin gerçek manada vazifesi hakikatleri araştırıp ortaya çıkarmaktır. Hepimiz bu yolun işçileriyiz. Dolayısıyla bu da hakikate yönelik bir yolculuktur. Bu anlamda tarafsız bir tarih çıkar. Ama bunu da peşinen kabul etmek gerekir ki tarihte tarafsızlık oldukça zordur. Sonuçta bunu insanlar yapmıştır. Adalet önemli. Tarihçi, kendisine ters geliyor diye bazı şeyleri görmemezlikten gelmemeli. Mesleki formasyon nedeniyle bunu göz ardı etmek ahlaki olmaz. Bunun için ihtiyatlı olmamız lâzım. Şunu da belirtmeliyiz ki; tarih kutsal bir alan değildir. Tarih insanların yaptığı bir takım faaliyetlerin bütünüdür. İnsanın olduğu her yerde de doğrular ve yanlışlar vardır. İyilerle kötülerin mücadelesi vardır. Dolayısıyla bizimkiler böyle yapmış, sizinkiler böyle yapmış gibi bir kamplaşmayla tarihi okuduğumuzda, bu sıkıntı doğurur. Burada bunları aşarak daha derinlikli okumalara, araştırmalara geçmemiz elzemdir.
Bu alana giren herkesin kaliteli bir eser verme bilincinin olması gerekir. Yani ideolojik argümandan ziyade bu bilimin normlarına uyarak daha kaliteli, daha nitelikli, daha derinlikli eserler ortaya koyabilmektir önemli olan.
Günümüz insanının tarihine yeteri kadar sahip çıktığını düşünüyor musunuz?
Zaman zaman, biz çabuk unutan, balık hafızalı bir milletiz gibi sözler söylenir. Bunlar doğru tespitler değil. Hafızası kuvvetli toplumlar ya da hafızası kuvvetli olmayan toplumlar diye bir tasnif yoktur. Burada tarihin modern iletişim kanalları tarafından doğru kullanılıp kullanılmadığı ile ilgili bir sorun var. Siz tarihinizi ne kadar televizyona aktarabiliyor, ne kadar belgeselini çekebiliyor ve bunları ne kadar yayınlayabiliyorsunuz? Türkiye’de bu sıkıntılı bir alandır. Son birkaç seneye kadar tarih programları yoktu. Bunlar yeni yeni Türkiye’de ilgi gördü. Biz tarihimize ‘ilgi ve saygı duyar mıyız?’ bundan şüpheliyim. Fakat bireysel olarak aldığımız eğitim dolayısıyla korumacı yaklaşımın sahibi değiliz. Mesela hiç birimiz, hayatımızda tuttuğumuz not defterlerini saklamayız. Elimizdeki vesikaları saklamayız. Böyle bir bilinç yüklenmemiş bize. Evlerimizde dedemizden kalan bir kütüphaneyi tutmayız. Hatta şöyle bir söz vardır halk arasında: Koca mezara, kitaplar mezata. Onun için dedemizden kalan sandık, ninemizden kalan sandık yoktur bizde. Çünkü Türkiye’nin büyük ekseriyeti babasının evinde oturmamaktadır. Bilgi birikimi, obje birikimi ve hatta hatıra birikimi intikal etmemektedir. Türkiye’de yaşanan iç göçün böyle bir faturası da vardır. Geçenlerde arkadaşlar anlattı: İpek yolu ile ilgili bir takım kalıntılar bulunmuş Anadolu’nun bir şehrinde. Ve belediye başkanına gitmişler ama belediye başkanı “Aman arkadaşlar, kimse duymasın yoksa biz orada yol yapamayız” deyip kalıntıları yok etmişler. Çünkü oradan asfalt yol geçecekmiş.
Türkiye Devleti, Osmanlı Devletinin Devamından İbarettir
Osmanlı’nın günümüzde devamı söz konusu mudur?
Osmanlı Devleti Hanedanı 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla sona erdi. Osmanlı hanedanı ise bu sene Neslişah sultanın vefatı ile tarihe karışmış oldu. Artık Osmanlı ailesi var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise Osmanlı Devletinin bu sınırlar içerisinde doğal bir devamıdır. Dolayısıyla Türkiye’de rejim değişmiştir, meşruti monarşiden cumhuriyete geçilmiştir ancak devlet devam etmektedir. Bunun için Türkiye devleti diye bir kavram var ve bu Anadolu Selçuklu Devleti ile başlayıp bugünlere gelmektedir, bu da dokuz yüz küsur senedir devam etmektedir. Bir defa Türk devleti dersek Orta Asya ile de irtibatlandırmış oluruz. Bu biraz daha zayıf benim kanaatimce ama 2000 küsur yıla karşılık geliyor.
Türkiye Devleti, Osmanlı Devletinin devamından ibarettir. Yönetim şekli değişmiştir ama millet aynı millettir, toprak aynı topraktır.
Tarih hakkında söylemek istediğiniz ya da yapılmasını mecburi gördüğünüz şeyler var mı?
Önemli yayınlara ihtiyacımız var. Ben İngiliz yıllık raporlarını yayınlıyorum. Mesela bunun Fransız raporları, Rus raporları, İtalyan raporları vardır döneme ait olan, bunların da yayınlanması gerekir. Buna benzer olarak Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren arşiv vesikalarının yayınlanması gerekir.
Türkiye’de bir çok tarih fakültesi mevcut ve bunların belki de daha koordineli şekilde çalışmasına ihtiyaç var. Nerede eksiğimiz var, nerede yığılma var?
Cumhuriyet arşivlerinin tamamen açılması lazım. Bu konuda Ankara’da sıkıntılar yaşanıyor hâlâ. Başbakanın bu kadar çok vurgulamasına rağmen pek çok bakanlığın arşivi araştırmacılara açık değil. Yine pek çok kurumun arşivi kapalı. Bunların açılması lâzım ki cumhuriyet tarihini doğru anlayalım. Yoksa spekülasyonların gölgesinde kalmaya mahkûm oluruz.
Osmanlı tarihinde farklı bakışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne kadar farklı bakış olursa o kadar iyi olur diye düşünüyorum. Yeter ki kaliteli, nitelikli olsun. Bu bir zenginlik…
Tarih genellikle filmler aracılığı ile milletimize iletilmeye çalışılıyor. Bu filmlerin doğruluğu hakkında söylemek istedikleriniz var mı?
Film olduğu için bunların tamamı imajinasyon malum. Bir filmde yapımcının ve senaristin öncelikleri farklıdır. Sonuçta bunlar ticari işlerdir. Dolayısıyla ticari öncelikler dikkate alınarak yapılmakta bu filmler. Örneğin savaş sahneleri reyting almıyormuş Kanuni filminde. Onun için daha fazla entrika sahnelerine yer verilmiş. Dolayısıyla bu tarih değil başka bir şey. Fakat ilgiyi artırıyor. Geçen sene 500.000 Kanuni kitabı satılmış. Bu açıdan güzel olabilir ancak orada izlediklerimizi tarihin hakikatleriymiş gibi izlememiz bizi yanıltır. Genel kitlenin de uyarılmasında fayda var.
Çok teşekkür ederim hocam.
Ben teşekkür ederim.