Uğur Cumaoğlu: “Transhümanizm ilk seviyede yaradılışa müdahale, ikinci seviyede ona hükmetme fikridir.”

Transhümanizm, dijital toplum ve dijital çağ gibi konularda önemli eserler yazan Uğur Cumaoğlu ile insanın ve de dünyanın geleceğini konuştuk. (Adem Suvağcı)

***

Dijital çağın doruklarına doğru tırmandığımız şu günlerde neredeyse dünya üzerindeki her insanın dijital kimliği ve datası bulunuyor ve o kimliğe göre tanımlanıyor. Uğur Cumaoğlu’nun dijital kimliğinde neler var? Bize biraz kendiniz hakkında bilgi verir misiniz?

Enformatik süreçten önceki zamanlarda suçlular için “profil” oluşturulurdu. Böylece suç işleyen kişinin toplum tarafından tanınıp bilinmesi sağlanarak insanların ve toplumun kendilerini koruması sağlanırdı. Suçlular için profil oluşturulmasının asıl nedeni onların kolayca takip ve kontrol edilmesi idi. İnternet teknolojisi, sosyal medya ve dijitalleşme ile birlikte herkesin profil sahibi olması zorunlu oldu. Çünkü profil sahibi olmadan dijital platformlarda yer almak mümkün değil. Bu trend dünyada hızla yayılmaya devam ediyor ve her profil sahibi kendine ait bilgileri profilinde paylaşarak dijital ortamlarda tanınır olmayı seçiyor. İster feyk/bot ister gerçek profil/hesap olsun, herkes bilerek ve isteyerek kendi dijital kimliğini de oluşturuyor. Bu dijital kimlik, gerçek dünya ile sanal dünya arasında geçişleri sağlayan bir pasaporttur ve sanal dünyada oluşturulan dijital ikiz hakkında bilgi toplamak veya aktarmak için kullanılıyor. Herkesin kullandığı dijital teknolojiler sayesinde her dijital ikizin her an her hareketi de kolayca takip edilerek hakkında veri toplanıyor. Bu da herkesi kolayca kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir kılıyor. Benim dijital kimliğim ise ben istemesem bile oluşturuluyor. Zira dijital dünyanın kendisi takip ve kontrol üzerinden işliyor. Benim kendi rızamla yaptığım her şey işleri sadece daha kolay kılıyor. Narsisizmin, megalomanlığın erdem haline dönüştüğü gerçek dünyada kim olduğum çok önem arz etmiyor. Dijital/sanal dünyada ise herkes gibi veri akışı sağlaması beklenen algoritmik bir profilim.

Siz de Prof. Dr. Ahmet Dağ gibi ülkemizde henüz değeri anlaşılmayan bir alan olan Transhümanizm, Dijital Toplum, Dijital Çağ gibi konularda çalışıyor, eserler yazıyorsunuz. Julian Huxley, 1957’deki bir yazısında transhümanizmi, “İnsan olarak kalan fakat kendisini aşarak insan doğasının yeni imkânlarını, yine kendi doğası içinde keşfeden insan” olarak tanımlamıştır. O dönemden bugüne transhümanizm kavramı hakkında farklı tanımlar yapılmıştır. Transhümanizmi hepimizin anlayacağı bir şekilde açıklar mısınız?

Transhümanizm, kabaca bilim ve teknolojinin imkânlarını kullanarak insanın kapasitesinin arttırılması olarak tanımlanabilir. Ya da tersinden bakarak tanımlarsak, insanın eksik ve kusurlu yaratıldığı iddiasıyla bir insani kapasite problemi oluşturmak ve bu problemi bilim ve teknolojinin gücüyle aşmak diye de ifade edebiliriz. Transhümanizmin hedefi temelde insanı aşmaktır.  Bugünden bakılınca Huxley’in tanımı veya iddiası gelişmelere bağlı olarak birçok değişikliğe uğradı ve değişemeye de devam edecek. Bunların başında insan olarak kalamamak var. İnsan, kendi doğasının yeni imkânlarını yine kendi doğası içinde keşfetmeyi sürdürseydi büyük bir ihtimalle kendi hakikatine çok daha yaklaşmış olacaktı. Ancak bugünkü anlamda kendi biyolojisini aşmaya çalışan, biyolojik formunu en büyük engel olarak gören, ilk etapta yaşlanma karşıtı/anti aging çalışmalarla insan ömrünü uzatmaya çalışan, daha ileri safhada ölümsüzlüğe ulaşacağımızı iddia eden bir ideoloji var karşımızda. Daha açık bir şekilde ifade edersek, transhümanizm bilim ve teknolojinin gücüyle yaratıcıya meydan okumaktır.

Transhümanistler, insanlığın durumunu kökten değiştirmek için bilimsel ilerlemelerle beraber, teknolojileri temel referans kabul ediyorlar. Onlara göre insanoğlunun kuşaklar boyu mücadele ettiği zorlukların üstesinden gelecek imkânı yalnızca teknoloji sağlayabilir. Peki, sizce gelecek nesillerin zorluk çekmemesi için teknolojinin bu imkânlarını kullanmak daha faydalı değil mi? Bizim çektiğimiz acıları, hastalıkları onlar neden çeksin? Daha sağlıklı bir yaşamı bizlere vadetmiyorlar mı?

Francis Fukuyama, transhümanizmin tarihin en tehlikeli fikri olduğunu iddia etmişti. Ona göre transhümanizm bizzat insanın kendisini hedefine almıştır. İnsanlığın bugün ulaştığı bilimsel ve teknolojik seviye veya kapasite ilerlemeci gelişimini sürdürüyor. Bu durum devam ettikçe insanın varlığı, onun tüm kutsal ve ahlaki değerleri de bunun karşısında önemini yitiriyor. İnsan, acı çektiği için insandır ve onu insan yapan da budur. Bilim ve teknolojide aranan, adı ne olursa olsun gerçekte insanın konfor arayışıdır ve bunun tek bir adı vardır: Put. Bilim ve teknolojinin imkânlarını ya da daha gerçekçi ifade edersek onun konforunu sürekli dikte etmeye çalışmak, inancı yok edip yeni putlar dikmektir. Zaten transhümanistler de yapılan bütün itirazlara ve eleştirilere karşı, tüm çalışmaların her zaman insanlığın yararına olduğunu iddia ederek herkesi ikna etmeye çalışıyor. Bu iddia, durumu anlamaya çalışan her insanı ikilemde bırakıyor ve elbette bu ikilemin ortaya çıkardığı mukayesede her insan “fayda” önermesini ikna edici bulup inanmayı tercih ediyor. Elbette tarihsel süreç içinde bilim ve teknolojinin insanlığa sayısız faydası da olmuştur. Lakin kapitalizmin/emperyalizmin de elindeki en büyük iki güç halen bilim ve teknolojidir. Hele ki bugün, yeni sömürü alanı insan bedeni olmuşken. Kısaca transhümanizmin kurguladığı gelecekteki üst insan modelinde maalesef insan yok. Haliyle transhümanistlerin bilim ve teknoloji ile insanlığın faydası için geliştirildiğini iddia ettiği hiçbir şeyin insanlığa bir faydası da olmayacak.

Geleceğe yönelik bazı öngörüler şöyle: Üst insanlar, tamamen sentetik yapay zekâ olabilir veya beyinleri download edilebilir. Ya da birçok küçük zihinsel faaliyet artışının birikmesiyle bilgeleşmiş biyolojik insanlar olabilir. İnsan organizmasının; nanoteknoloji, genetik mühendisliği, psikofarmakoloji, yaşlanma karşıtı terapiler, gelişmiş bilgi yönetim araçları, giyilebilir bilgisayarlar ve bilişsel teknikler gibi birçok teknolojinin birleşimi sayesinde yeniden tasarımlanması planlanmakta. Bu öngürler göz önünde bulundurulursa nereye doğru evirileceğiz?

Evrilmek, ilerlemeci fikirde gelişim, dönüşüm ve değişim açısından lineer/doğrusal bir hareket olarak kabul ediliyor. İddiaya göre sıfır noktasından günümüze kadar veya Homo Erectus’tan günümüz insanı Homo Sapiens’e kadar gelişim ve ilerleme düz bir çizgide sürüyor ve bu durum doğal bir seçilim yoluyla meydana geliyor. Bilim ve teknolojideki ilerlemelerle birlikte başta insan olmak üzere evrimin bu seyrine müdahale ediliyor ve tam bu noktada insan/canlı biyolojisinin mekanik/sentetik yapı veya organlarla birleşmesi sağlanıyor. Böylece evrimin yön değiştirmesi ve kontrol altına alınması da gerçekleşmiş oluyor. Bu süreçte insanın biyolojisi ne kadar mekanik veya sentetik hale getirilebilirse öngörülen üstinsana da daha çok yaklaşılmış olunacak, zira en iyi üst insan kendi biyolojik formundan en çok vaz geçen insan olacak. Bu şartların sağlanması için de bilim ve teknoloji hep geliş(tiril)erek önümüze sürülüyor. İnsan zihninin/beyninin tamamen bilgisayara aktarılarak download edilebilir ya da sınırsız biçimde aktarılabilir hale getirilmesi, kopyalanmış beynin yapay zekâ ile birleşerek kapasitesi sürekli artan sentetik bir zekâya dönüşmesi, organik insanın giderek daha mekanik/robotik/sentetik bir yapı/bedene dönüştürülmesi, nanoteknoloji, siborg mühendisliği ve genetik mühendisliğinin desteği sayesinde karma/melez bedenlerle bunun sağlanması, giyilebilir teknolojilerin giderek bedenle uyumlu teknolojik bir organ haline getirilmesi, insanın istenilen her formda ve sınırsız olarak programlanıp kurgulanması gibi çalışmaların tam olarak ortaya çıkmasıyla birlikte son evrimsel sıçrama da gerçekleşmiş olacak. Böylece “transhuman” dönemi sona erince evrim süreci de sonlanacak ve insan sonrası döneme geçilerek salt zekâ olarak kabul edilen “posthuman” dönemi başlayacak. Eğip bükmeden, direkt bir ifadeyle söylersek transhümanizm bir deccaliyet projesidir ve elindeki tüm bilimsel ve teknolojik imkânların hedefinde de en başta insan vardır. Yani transhümanizm ilk seviyede yaradılışa müdahale (insan 2.0) ikinci seviyede ona hükmetme (insan 3.0) fikridir.

Zamanla insan, daha iyi olacak mı? Teknolojik gelişmelerin, insanı daha iyi kılma ihtimali nedir?

Teorik olarak her şeyin mümkün görünüyor olması pratikte de böyle olacağı anlamına gelmez. Nitekim tarihte birçok ütopyanın zamanla insanlığı tehdit eden karşı ütopyalara/distopyalara dönüştüğüne tarih ve insanlık şahittir. Ki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri bundan ayırmak saflık olur. Hakikatinden uzaklaşan insanın, elindeki imkânları ve gücü yine kendisine karşı bir silaha dönüştürdüğünü çocuklar bile bilir. Burada asıl önemli olan mesele, bilim ve teknolojinin kimin eliyle geliştirildiği, neye ve kim(ler)e hizmet ettiği. Buna bakarak daha iyi olup olmayacağımız hakkında da çıkarımlar yapabiliriz. Son zamanlarda çokça tartışılan singularity/teknolojik tekillik teorisi, yapay zekâ, robotik, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi alanlarındaki gelişmelerin sonucunda, insanın bunlar karşısındaki önlenemez yenilgisini anlatabilmek için ortaya atılmıştır.

Yıllar önce X’te (eski adıyla Twitter’da) bir paylaşım görmüştüm. Şöyleydi: “Enişteme göre dünyayı 5 büyük aile yönetiyor ve bunlar kendilerini gizliyorlar. Enişteme nasıl yakalandılarsa…” Bu paylaşımı referans alarak şunu söylemek istiyorum: Kitapta anlattıklarınız çoğu insan için birer komplo teorisi gibi görünüyor. Transhümanizm gerçekten söylendiği kadar kaotik bir gelecek mi öngörüyor? Nano teknolojik bir distopyaya doğru mu gidiyoruz? Siz bu komplo teorilerinin neresindesiniz? Yoksa o enişte siz misiniz?

İlk olarak ifade etmem gereken şey, hayır ben o enişte değilim. Ayrıca dünyayı 5 aile değil 13 aile yönetiyor. Enişteye göre halen gizli kalmış 8 aile var. Üstelik bunlar gizli de değiller. Google’a “13 büyük aile” yazan herkes bunlar hakkında birçok bilgiye ulaşabilir. Bizim buradaki problemimiz bilgisizliğimiz. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Zira bilmediğimiz her şey bizim için komplo teorisi olarak görülür. Zaten çağımızda gerçek ile komplo yer değiştirmiş durumda. Bu ahir zaman hallerini yaşıyor olmamız gayet doğal. Ben bu komplo teorilerini mağaramdan izliyorum. Mağaramdan göründüğü asıl şekliyle komplo teorisi, komplo olarak manipüle edilen ve her şeyin karşısında yer alan yalanlar. Bu komplo teorilerine göre bir üst akıl dinsiz, cinsiyetsiz, kimliksiz, hiçbir toplumsal değere bağlı olmayan ve bu değerleri umursamayan, hatta bu değerlere düşman olan, bilimi tanrı teknolojiyi din olarak kabul etmiş ve bu yalana sonuna kadar inanıp hapsolmuş, kurgulanmış bireyler istiyor. Bu durum her halükarda kaotik bir dünya ve gelecek ortaya çıkarır. Bugün geldiğimiz noktada komplo teorilerinin büyük kısmı gerçekleşmiş görünüyor.

Bir röportajınızda “Bilim, bize nedenler hakkında istediğimiz kadar genel geçer bilgi sunabilir. Fakat bilim, onun ne için olduğuna, yani onun anlamına dair bir şey söyleyemez.” diyorsunuz. Bilim dünyası ve insan arasındaki ilişki üzerinde derin yaralar açılması muhtemel midir? Bilime ne kadar güvenebiliriz?

Bilim, fikrimce insanın hakikat arayışında onu daha yukarı çıkaracak bir basamak, daha ileriye taşıyacak bir vasıta olmalı. Bilim bir yanılgıya dönüşürse, insanın hakikati görmesine engel olan kalın bir perde olur. Evet, bilim bize nedenler hakkında çok şey söyler. Hatta çoğunlukla zor şeyler de söyler. Neden ve nasıllardan çok bilimin bunu ne için yaptığını merak ettiğimizde onun anlamına dair sorular sorarız. Anlam, bilimi aşan bir durumdur. Anlam alanı soyut bir alandır ve insanın tüm değer yargılarını belirleyen küredir. Onu bir laboratuvar nesnesi olarak deneye tâbi tutamazsınız. Ki zaten laboratuvarın öznesi de bunun anlamını arayan insanın kendisidir. İnsanın yaptığı her şeyin, anlam dünyasında bir karşılığı olmak zorundadır. Aksi halde bilimin bu alanı boşlukta bırakması gibi insanın da o boşluğa düşüp bilincini kaybetmesi kaçınılmaz olur. Bu boşluğa düşmemek için sadece bilime sarılmak onu puta dönüştürür. O nedenledir ki bilim, anlam alanını doldurabilmek için her zaman felsefeyi işaret eder. Bilim, sadece bilimden ibaret değildir. Onun öznesi insan olduğu için bir değeri ve anlamı vardır. İnsan, her şeye değer ve anlam katan veya yükleyen öznedir. Buna bilim de dâhildir. Bilim, değerli olduğu kadar anlamlı da olmak zorundadır. Bir anlamı yoksa tutarsızdır ve bu anlam insanın kendisidir.

Son kitabınız Dataizm’de, sürekli gelişen ve dönüşen bilgi ve iletişim teknolojilerinin enformasyon ağlarını güçlendirdiğini ve ortaya veri bankalarının çıktığını, dolayısıyla bu teknolojilerin yönettiği sistemle bütünleşmemenin kaçınılmaz olduğunu öne sürüyorsunuz. Yeni teknoloji çağının paradigmalarında insanı ne bekliyor?

Teknolojinin yönettiği küresel-dijital bir sistem ile bütünleşmenin kaçınılmaz olduğu fikri, en başta bunun fikir babası olan İslam ve insan düşmanı Yahudi Yuval Noah Harari’ye ve onun takipçileri olan dataistlere ait bir düşünce. Dataizm, yeni bir tekno-din olarak kendini konumlandıran bir ideoloji. Hedefine tüm kutsal dinleri ve insanı koyan, başta Tanrı olmak üzere kutsal olan her şeyi reddeden, teknolojiyi her şeyin merkezine yerleştirip onu putlaştıran, her şey için tek ölçüt olarak teknolojiyi kabul eden bir tekno-akımdır. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin ortaya çıkardığı enformasyon ağı, bugün dijital teknolojilerle veri ağlarına dönüştü. Enformatik insan, daha atomize bir varlık olarak bugün sadece veri/data olarak tanımlanıyor. Dataist paradigmaya göre her şey veriye dönüştüğünde insan kaçınılmaz olarak bu tekno-sistemle bütünleşmek zorunda kalacak, zira insanın başka çıkar yolu kalmayacak. Her şey müthiş bir seviyeye ulaşmış yapay zekâ tarafından yönetilen algoritmaların kontrolünde olacak. Bunun için de sürekli veri/data toplayan ve durmadan genişleyip büyüyen veri tabanı/bulut bilişim sistemi big data (büyük veri), küresel akıllı dijital sistem ve teknolojileri her an yapay zekâ ve algoritmaların kontrolü altında tutan nesnelerin interneti, hücresel ve daha alt boyutta teknolojilerle sisteme entegre edilecek dijital teknolojileri üretecek olan nanoteknoloji ile bu mümkün hale gelecek. Yeni teknoloji çağının paradigmalarında, transhümanizmdeki gibi dataizmde de insansız bir dünya bizi bekliyor.

Sizin hâkim olduğunuz bir diğer alan da sinemaydı. Hatta sinema yazılarınızdan müteşekkil iki kitabınız var: Vertigo Etkisi ve Cenneti Yeryüzüne İndirmek. Bu eserlerinizde, sinemanın gücü ile insanların yeni tekno-çağa hazırlandığını, bilinçaltlarında bu gelişmelerin kanıksandığını anlatıyorsunuz. Bilim-Kurgu filmlerini izleyerek yenidünya düzenine dair fikir elde edebilir miyiz? Bilim-kurgu filmleri masum mu?

Sinema, çağın en güçlü kültür aktarım ve etkileşim araçlarında biri. Teknomania ve dijimania’nın etkisi altındaki çağımızda özellikle sinema bu aktarım ve etkileşim için en iyi alanlardan biri. Sinema sadece sinema olmadığı gibi film de sadece film değildir. Aslında filmler bir bilinçaltı operasyonu için kullanılırken, onu aynı zamanda bilinçdışımızın dışa vurumu olarak da görebiliriz. Bilimkurgu filmleri bizi teknolojinin hâkimiyeti altındaki geleceğe hazırlama görevi görüyor. İşin bilinçaltı programlama kısmı burada ortaya çıkıyor. Bu filmler, belki de sürpriz bir şekilde hemen yarın gerçekleşebilecek bir dijital-tekno diktatörlüğe doğru hızla gittiğimizi bize açık bir biçimde anlatıyor. Bilinçdışının dışavurumu da burada kendini gösteriyor ve bize bizi izlettiriyor. Bilimkurgu, alan olarak bir distopya kurgulamasına rağmen, bunu teknoloji sayesinde kurulacak yeryüzü cenneti biçiminde pazarladığından, gelecekte vadettiği konfor bir ütopya olarak algılanıyor. Bu nedenle bilimkurgu filmleri masumdur diyemeyiz. Buna yeni bir dünya düzeni demek de bunu yine ütopyaya dönüştürmek olur. Oysa içinde bulunduğumuz durum, kaotik olanı poetik olarak sunmaktan başka bir şey değil.

Dünyanın gidişatını düşündüğümüzde İsmet Özel’in teknolojiye karşı çıkışını anlayabiliyoruz. Peki siz teknolojiye nasıl bakıyorsunuz?

Teknoloji niye geliştirilir? Mesele konforu mu? Gelişen her teknoloji insanlığa faydalı mı? Askeri teknolojilerin gelişmişliği onu daha caydırıcı mı daha ölümcül mü kılar? Teknoloji şirketleri gerçekten insanlığa değer verdikleri için mi teknolojiyi durmadan geliştirir? Teknolojinin kimin eliyle geliştirildiği, sürekli gelişen teknolojinin kime ve neye hizmet ettiği gibi soruların gerçek cevaplarını öğrendiğimizde, bunun bir karşıtlık ortaya çıkarması gayet doğal. Teknoloji, artık insanlığın varoluş problemine dönüştü. “Daha çok teknoloji, daha az insan ve yaşam” denilmesi de lüzumsuz değil. Gerçekten her yönüyle insanlığa yararlı olacaksa problem yok, fakat ortaya çıkacak her sapma bize tehdit olarak geri dönecektir. Son olarak diyebilirim ki, durumun farkında olan herkes gibi yapmaya çalıştığım şey “gerçeğe çağrı”dır.

 

Edebifikir

 

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • Biyolog , 23/03/2024

    Farklı bir kafa farklı bir bakış açısı.
    Gayet faydalı oldu.
    Teşekkürler.

  • Taşranın Şehirlisi , 10/03/2024

    Çok güzel bir söyleşi olmuş, teşekkürler.

    Taşraya dönüp toprakla kopan aidiyet bağımızı yeniden tesis etmeye çalışmak kaçış mı olur yoksa akıllıca bir direniş mi?

  • Adem ölmez , 08/03/2024

    Allah hocamızdan razı olsun mükemmel eşi benzeri olmayan bir eser olmuş

  • Samet , 08/03/2024

    Uğur Cumaoğlu ismine yeniden Edebifikir de rast gelmek ilginç oldu.
    Çok güzel bir söyleşi olmuş. Merak ettiğim meselelerdi. Zevkle okudum.
    Teşekkür ederiz.

  • İbrahim Orhun Kaplan , 07/03/2024

    Tadım kaçtı.

  • Engellektüel , 07/03/2024

    Helalin var cevapçı!…
    Senin de sorgucu!… :)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir