Modernite son dönemin oldukça tartışmalı kavramlarından. Batı uygarlığına ait bu kavramın, bu uygarlığın değerlerine yabancı Doğu ve İslam toplumları üzerinde önemli tahribatlara neden olduğu, yapılan bu tartışmalara konu ediliyor. Keza modernitenin insana, hayata ve eşyaya biçtiği dar anlam ve insanlığa aşılamaya çalıştığı konformist anlayış Doğu ve İslam öğretileri ve bakışı ile taban tabana zıt olduğu gibi, bu düşünce tarzı Doğu-Batı ayırmaksızın tüm insanlığı bir medeniyet bunalımına sürüklüyor. Bu bunalımın aşılabilmesi için ise moderniteye alternatif düşünüş biçimlerinin oluşması şart. Bu bağlamda Prof. Dr. Selahattin Turan ile moderniteyi, modernitenin olumsuz etkilerini, bu kavramın getirisi olan medeniyet bunalımını ve bu bunalımın nasıl aşabileceğini yazarımız Sulhi Ceylan konuştu.
***
Modern hayatın insan tasavvurundan başlarsak, modernite nasıl bir insan inşa etmeye çalışıyor?
Modern insanı tek bir kavramla tanımlamak oldukça zor, fakat modern insanı daha çok ‘üretim’ ve ‘tüketim’ kavramları bağlamında ‘üreten’ ve ‘tüketen’ bir varlık olarak tanımlayabiliriz. ‘Modern’ kelimesi, sosyolojik olarak bugünü yaşamak anlamına da geliyor. Modern hayat, doğum ve ölüm arasında bir süreç olarak algılanıyor. Modern yaşam algısında ‘öteki hayat’ bir anlam ifade etmez. Hayat parçalanmıştır, insan tek boyutlu bir varlıktır. Modern zamanlarda ve özellikle modern Batı’da hayat anlayışı bizde olduğu gibi ezelden gelip ebede giden bir süreç olarak ‘denge’ üzerine kurulu değildir. Bizde hayat, Âşık Veysel’in tanımladığı gibi ‘iki kapılı bir han’ olarak algılanır. Veysel’in ‘han’ dediği şey aslında öteki dünya ile bu dünya arasındaki dengeyi esas alan net bir hayat tasarımıdır. Modern insanın problematiği de burada başlıyor.
Tam olarak nedir modern insanın problematiği?
Modern insan daha çok bu dünyayı düşünen, bunun üzerine hayatı inşa etmeye çalışan, üreten, tüketen ve kendi bireysel egosunu ve arzularını tatmin etmeye çalışan, ‘yoldan çıkmış’ ilginç bir varlık. Başkalarını düşünme, başkalarını merkeze alma, daha iyi bir insanî dünya kurgusu modern insanın zihin ve akıl dünyasında yoktur, olamaz da. Modern insan çıkmaza girince, ‘değerler’ başlığı altında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu bir bakıma Batı’nın ve kapitalist düzeninin insanı dışlamasının getirdiği, yine kapitalizme hizmet edecek bir ‘piyasa insan tipi’ni öngören, yeni değerler algısı yerleştirme çalışmasıdır. Bütün bu çıkmazları bir medeniyet sorunu olarak görüyorum.
YARALI BİR BİLİNÇ HALİNE GETİRİLDİK
Bizim ait olduğumuz Doğu ve İslam medeniyetinin insana bakışı nasıl?
Bizim kendi kültür ve uygarlığımız çerçevesinde insan bütün bir varlık olarak tanımlanır. İnsan yeryüzünün halifesidir, her insanın şahsiyeti yücedir. Fakat bu yücelik, özellikle modern piyasa anlayışının araçsal değerleri olan para, şan ve şöhret olma gibi kavramlarla yıpratılmıştır. İnsan ve toplum yaralı bir bilinç haline getirilmiştir. İçine düştüğümüz girdaptan çıkabilecek bir gücü de kendimizde göremiyorum. Bu Türkiye’nin büyük medeniyet sorunudur.
Medeniyetimiz bir kırılma yaşıyor o halde…
Bizim medeniyetimiz sarsıntı geçiriyor ve bu derin bir sarsıntıdır. Son yüzyıldır kendisini toparlayamıyor. Toparlamaya çalışıyor tekrar sarsıntı git-geline düşüyor. Bunun nedenleri tartışılabilir. Bu durum medeniyetlerimiz arasındaki kopuştur. Hayat bir bütündür, medeniyetin de bir bütün olarak algılanması gerekir. Medeniyetimizi, uygarlığımızı bir bütün olarak düşünmek zorundayız. Medeniyet bileşenlerden oluşur; sanat, estetik, musiki ve benzeri. Süleymaniye Camisi’ni gezdiğiniz zaman üstün bir mimari tavrı ve İslam medeniyetinin bir taşa yansımasını görürsünüz. Onun, taşı alıp nasıl ruhu olan bir binaya dönüştürdüğünü görürsünüz. Aynı zamanda Yahya Kemal Beyatlı kalkıp “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı güzel bir şiir üretiyor. Bu eseri ancak bu şiir tarif eder. Başka bir şiir yazamazsınız. Yok, ben serbest vezinle yazacağım diyemezsiniz.
Bu durumda, bahsettiğiniz sarsıntıyı nasıl aşabiliriz?
Medeniyetimiz şu an Batı’nın emrinde bir seyir izliyor. Oysa biz, kendi zihnimizi, sahip olduğumuz kültürü, birikimi geliştirmek, yeniden üretmek zorundayız. Bu sayede daha özgür bir bilinç oluşturacak bir yapıya doğru gidebiliriz. Kısacası kendi uygarlık birikimimizi, onun derin kodlarını, tüm insanlık için evrensel boyutta söyleyeceklerini ortaya çıkarmak ve bununla birlikte özgür ve özgün düşünen kendi insanımızı yetiştirmek zorundayız. Burada da sadece kendimiz için değil, insanlık için de bir model üretebilecek eğitim sistemimize, özellikle üniversitelerimize büyük bir görev düşüyor.
ÜNİVERSİTELERİMİZ DEĞERLERİMİZE YABANCI
Şu anki eğitim sistemi ve üniversitelerimizle bu mümkün mü?
Ne yazık ki, mevcut eğitim sistemimiz ve üniversitelerimizin bu işlevi yerine getirmesi oldukça zor ve yerine getirdiğini de söyleyemeyiz. Zira bu kurumlar böyle bir kaygı da taşımıyorlar. Sadece bilimsel yayın yapmakla bu işler olmaz. Batı’ya baktığımız zaman, Batı üniversiteleri Batı uygarlığına paralel gelişmiştir. Mesela Harvard, Stanford ve Sorbonne üniversiteleri felsefi çalışmalarla, kendi medeniyetlerine hizmet eden insani çalışmalarla temayüz etmişlerdir. Üniversiteler çağcıl anlamda toplumun beynidir. Bu beyin bizde var mı? Onu bilemem, tartışmaya açmak lazım, fakat Peyami Safa’nın ifadesi ile bu beyin sakat olduğu zaman bütün vücuda sirayet ediyor. Türkiye üniversiteleri, toplumumuzun bin yıllık birikimini, değerlerini, uygarlığını ve onun, o birikimine dayalı yeni bir medeniyet teorisini kurgulama, tasarlama ve uygulamaya geçirme düşüncesinden oldukça uzak. Üniversiteler toplum hayatına bir katkı sağlamıyor; daha çok piyasa ile işbirliğinin yollarını arıyor. Yanlış yolda hakikat aranmaz. Hayat bir bütündür. Hâlbuki modernite insanı tek bir boyuta indirgedi. Üniversiteler de buna katkı sağladı ve kendisi de bir araç durumuna düştü. Yani üretme ve tüketme üzerine. Günümüzde bütün modern kurumlar, başta da üniversiteler, hatta aileler kapasitelerini ve zihinlerini piyasanın emrine vermiş bulunuyorlar. Cemil Meriç’in deyimi ile “zihnimiz iğfal edilmiş” durumda. Zihin dünyamızı piyasa ekonomisi, piyasa modelleri, liberalizm darmadağın etmiş, hizaya sokmuş görünüyor. Kapitalist yaşam biçimi, bizim duyuş ve anlayışımızın üstünde bir üst bilinç oluşturdu. İkircikli bir biz olduk. Bir özne olarak biz varız, bir de bizi kontrol eden piyasa ve gündelik yaşamın sıradanlığı var. Sahte üst bilinç ile her şeyimiz sistemin ve piyasanın emrine veriliyor. Bu üst emir adı altında, insan kendi davranışını kontrol edemeyecek düzeye, yani araç durumuna düşürüldü.
Peki, eğitim sistemimiz ve üniversitelerimiz bu olumsuz tablodan nasıl arınabilir?
Son birkaç yıldır yeni üniversiteler açılıyor. Başına özellikle teknik koymaya çalışıyorlar. Örneğin; Erzurum Üniversitesi yerine Erzurum Teknik Üniversitesi kuruluyor. O kadar yanlış bir zihniyet ki bu. Erzurum Üniversitesi kursanız, kültür, sosyoloji, medeniyet, uygarlık felsefe, sanat, estetik, musiki gibi insan yaşamını kapsayan alanlara da yönelseniz fena mı olur? Bunu yapmak zor olduğu için hep tekniğe kaymaya çalışılıyor. Böylece üniversiteler tek boyuta indirgeniyor. Sanki üniversitenin ana görevi istihdama, piyasaya, zenginlere, iş adamlarına ara insan gücü yetiştirmek! Üniversitelerinize böyle bir işlev yüklerseniz o zaman yeni bir uygarlık kuramazsınız. Batı uygarlığının bir uzantısı olan serbest piyasa ekonomisi ve onun emrinde bir nesil yetiştirirsiniz. Bu kuşağa ise “bizim değerlerimize, inancımıza göre yaşayın” diyemezsiniz. Yanlış anlaşılmasın; burada üniversite gençlerine “iyi bir iş bulmayın, iyi bir yaşam tarzı benimsemeyin” demiyorum. Ortalama bir üniversite gencinin amacı nedir? Çok para kazanmak, güzel – yakışıklı bir eş bulmak, iyi bir daire almak, arabasını her 5 yılda bir yenilemek… İşte bu çok sığ bir anlayış ama burada suçlu olarak gençleri görmüyorum. Bir medeniyetin, bir uygarlığın sarsıntı geçirmesi ve bu sarsıntının fay hatlarını gördüğü halde yeni bir insan modeli yetiştirmek için çaba sarf etmeyen bir politik anlayıştan kurtulmak gerektiğine dikkat çekiyorum.
ALTERNATİF NE?
Bu kapitalist anlayış karşısında nasıl bir alternatif üretebiliriz?
Kapitalizm bir modeldir, bir medeniyet projesidir. Batı’da 18. yüzyıla kadar giderseniz hep şu tartışma vardır: İnsan iyidir-kötüdür. İnsan konusu bizim kültürümüzde çok net ortaya konulmuştur. Gazali’de, Farabi’de, Eski Yunan’da; erdemli kent, ahlâklı insan, iyi toplum gibi tartışmalar vardır. Hatta Gazali ve Farabi, erdemli kentin ancak ahlâk ilkeleri üzerine kurulması gerektiğini söyler. Batı uygarlığı da ahlâk ilkeleri üzerine kuruludur. Fakat bu kendi ürettikleri ahlâktır. Biz gerçekten yeryüzüne şekil ve yön verebilecek, iyi insan yetiştirebilecek bir potansiyele sahibiz. Ve insanlık bu medeniyetten yararlanabilecek. Aklıselim Batılılar bunu görüyorlar zaten. Batı’nın rasyonalitesi ile Doğu’nun gönlü sentezlemeye gidilebilir. Eğer bugünden çocuklara kendilerine ve toplumlarına güven duygusunu verebilirsek insanlık için model üretebileceklerine inanacaklardır. Bu zor bir süreç, çok çalışmak ve fedakârlık göstermemiz gerekiyor. Atalarımız böyle idiler; Tebriz’den gelip Bursa Ulu Cami’nin hat işleri ile uğraşıyorlardı. Bugün ben buradan kalkıp Erzurum’a gitmeye eriniyorum. O halde bizde problem var. Osmanlı’nın başarılarına bile şüphe ile bakıyorum bazen. O insanlar nasıl at sırtında Mohaç Ovalarına gitmişler, Mostar’a kadar dayanmışlar, oradan Yemen’e, aklım almıyor şu anda. Bugün Osmanlı coğrafyasını otobüsle gezmeye bile sıkılırız herhalde. Hayal bile edemiyoruz. Bu nasıl bir inanç, fedakârlık, ülkü… Hiçbir şey tesadüfî değil. Bugün bütün zenginliğimizle Süleymaniye’yi inşa etmeye kalksak, inşa edebileceğimizden şüpheleniyorum. Var olan eserleri bile yok ediyoruz. Hayatı bir bütün olarak algılayabilir ve çok çalışırsak başarabileceğimize inanıyorum.
Kimdir:
Prof. Dr. Selahattin TURAN, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını 1991–1998 yılları arasında ABD’de Ohio Üniversitesi’nde Uygulamalı Davranış Bilimleri ve Eğitimde Liderlik alanında tamamladı. 2004–2006 yılları arasında, Amerikan Eğitim Araştırmaları Derneği (AERA) Bölüm A Yönetim, Liderlik ve Organizasyon Biriminin Uluslararası Komite ve 2005–2007 yılları arasında Uluslararası Eğitim Planlaması Derneği (ISEP)’nin başkanlıklarını yürüttü. Halen Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nün müdürlüğünü yürütmektedir.
2 Yorum