“Müzik sayesinde insanlar birbirlerinin ruhunu kucaklıyor.”

Yazarımız Emre Baştuğ, yaptığı müziklerle ta Amerikalardan ruhumuza dokunan Ömer Faruk Tekbilek ile konuştu.

***

“Müzik sayesinde insanlar birbirlerinin ruhunu kucaklıyor.”

Yaptığı işte üstat olarak kabul edilen birisi olarak sanat ve hayat algınız nasıl? Hayatınızda sanatın, sanatınızda hayatın iç içeliği hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Evvela üstatlığı kabul etmiyorum, üstatlık bize ait değildir. Hâlâ talebeyiz, hâlâ öğreniyoruz. Bir tek üstat var; o da yaratanımızdır. Konuya gelirsek; müzisyen olduğum için çok mutluyum. Çünkü hayatın kendisi müzik ve ben hayatı kendisiyle özümlediğim için, müzik her an hayatımın içerisinde. Amerika’ya geldiğimde on yedi sene fabrikada çalıştım. O zaman bunu çok daha iyi anladım. İlk altı ay çok zorluk çektim “Ne yapıyorum burada?” diye soruyordum kendime. Ama sonra kabullenince her şeyi, bütün makinelerin sesinden ve etraftan gelen müziğin farkına vardım. Dolayısıyla hayatın kendisi titreşim olduğu için, sanat ile hayat benim için iç içe.

Eserlerinizde tasavvufun yeri biliniyor. Tasavvufun, hayatınızda ve sanatınızda ki yeri nedir?

Tasavvuf yolundaki bütün güzel insanların, değerli evliyaların yaşantılarından edindiğim bilgilere göre, tasavvufu iki anlayışla açıklıyorum: Birincisi, yaratana olan hayranlık, ikincisi de, Yunus’un dediği gibi ‘bütün yaratılanları yaratandan ötürü sevmek’. Onun için bizim her zaman kendimizle uğraşmamız lazım. Tasavvufun kendi özümüze gitme yolunda en büyük faydası,  sürekli benliğimizle uğraşmamızı söylemesidir.

Hissediyorum ve diyorum ki “müzik benim için bir duadır.” Çünkü dua ederken ‘Allahu ekber’ dediğimiz ve ona döndüğümüzde Hak ile beraberiz. Yalnızız, biz ve Hak var. Müzik varken de benim için aynı. Ben bir müzik aleti çalarken hangi enstrüman olursa olsun ona dokunduğum an, iç âlemimde olduğum için şuurum dış dünyayı da bloke ediyor. Ve ben yine dua halinde oluyorum.

Kişisel olarak müzik ve insan arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Aslında bütün insanlar müzisyen ama farkında değiller. Bunun farkında olan insanlar bu yanını geliştirmeye başlıyorlar. Bilimin de bunu anlatıp izah ettiği gibi müzik hayatla ve insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde çok faydalı. Çünkü insanın sadece manevi yönünü değil, fiziksel ve zihinsel olarak vücudunu da eğitmiş olması gerekiyor. İyi müzisyenlerin hepsi vücutlarının farkındadırlar. Ve bu yönünü de geliştirmiş olan kişiler diğer insanlarla bir araya geldiklerinde onların üzerinde çok iyi pozitif bir etki bırakıyorlar. Örneğin; müzisyen arkadaşlar ile beraber olduk bir hafta önce. Ermenistan, Brezilya, Afrika ve Yunanistan’dan farklı insanlar vardı. Tanışmamızdan beş dakika sonra sanki birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanıyormuşuz gibi kaynaşıverdik hemen. Sonra durmadan birbirimize sarılıp durduk. Çünkü müziğin insanlar arasındaki ilişkisi çok pozitif. Müzik için son umudumuz diyebilirim.

Sanat zihin ile ruhun kaynaşmasıdır.

Otuz yıldan fazladır Amerika’dasınız. Farklı müzisyenlerle çalışıyor ve Batı müziğiyle iç içesiniz. Ait olduğunuz kültür ile içinde yaşadığınız kültür müziğinizi nasıl etkiliyor?

Aynı bilgiyi iki insana veririz ama aynı şekilde çıkmaz. Aynı şeye bakarız ama farklı şeyler görürüz. Onun gibi sanat ile ilgili olan bilgilerimiz, zihnimiz ve ruhumuz ile yoğrularak sanat olarak ortaya çıkıyor. Yani sanat zihin ile ruhun kaynaşmasıdır. Onun için de Batı müziğinden aldığımız veriler, bilgiler içimizde kendiliğinden kaynaşıyor. Zaten, oturayım da söyle bir müzik yapayım diye bir kaygı duymadım hayatımda. İlham geliyor, melodiyi duyuyorsun içinde…

Biz dünya insanıyız, kültürümüz bizim başlangıç noktamız oluyor. Sonra bir şeyler yapmaya başladıkça dış dünyadan ne kadar etkilenmişsek, bunu da kendi kaynağıyla birleştirerek özverisini ortaya koymuş oluyoruz. Ne kadar Anadolu kültürünü temsil ediyor olsak da, bir dünya vatandaşı olduğumuzdan dolayı aslında hepimiz dünya kültürünü temsil ediyoruz. Misal verirsek; beyaz ışık prizmadan geçerken nasıl yedi renge bölünüyorsa, işte kültürler de aynı bunun gibi. Değişik renkleriz; ama aslımız hep beyaz ışıktan geliyor. Onun için hepimiz insanoğlunun kültürünü, hazinesini yaşıyoruz. Değişik bölgeler de, değişik renklerle ama yine de yaratanın tezahüründe.

omer faruk tekbilek 2

Yıllarca yurt dışında yaşayan ve müzikle iç içe olan bir müzisyen olarak Türk müziğine bakışınızı öğrenebilir miyiz?

Bir milletin kültürünü anlamak istersen; “onun müziğine bak” derler. Büyük bir kültür devrimi geçirdik biz. Osmanlı’nın yıkımından sonra, hele bir de harf devriminden sonra geçmişten kalan müziğimiz yeni nesle aktarılamadı. Yeni nesil ortada kaldı; ama bunun da bir hikmeti var. Yeni neslimiz başka kültürlere yönelmeye başladı, yeni arayış içerisine girdi. İlk önce dışarıda aradılar ve bir yere gelemeyince kendi kültürümüze döndüler. Eski eserlerden çeviriler yapılıyor.  İki bin senesinden sonra, bilhassa beş altı senedir, maşallah çok iyi şeyler oluyor, umutluyum yani. Zaten “tekâmülün geri vitesi yoktur” derler. Yavaşlar belki ama durmaz. Onun için bizim müziğimiz de, kültürümüz de lâyık olduğu yeri, idraki bulacaktır elbette.

Biz Hakkın nefesini soluyoruz, onunla hayat buluyoruz.

Ney ve Tasavvuf?

Cenabı Hak  “Biz Âdemi yarattık, ona kendi ruhumuzdan üfledik” buyuruyor. Yani biz Hakkın nefesini de soluyoruz, onunla hayat buluyoruz. Nefesle bir enstrüman çalmak çok ilahi bir hediyedir. Çünkü bizi, nefesimizle bağdaştırıyor, nefesimizin farkına vardırıyor. Kim neyle uğraşıyorsa bahtlı bir insandır. Çünkü direkt olarak Hak ile temasa geçmiş olur. Yani bu konuda tasavvufun bana vermiş olduğu en büyük şey, devamlı huzurda olmanın bilincidir.

Müziğe yaklaşımınızda kendinize rehber edindiğiniz ölçüler var mı?

Sabır ağacım var benim, hayatımdaki insanlardan oluşturduğum. İlk hocam toprağım oldu bu ağaçta. Makamları, ritimleri temsil ediyor. Sonra İstanbul’a geldim, ağacımın kökü Orhan Gencebay oldu. Burhan Tonguç var bu ağaçta,  bana ritmi öğreten. Ağacın ortasında felsefe hocamın resmi var. Yani bunlardan aldığım özümlemelerden, edindiğim bilgilerden ve İstanbul’daki on senelik stüdyo müzisyenliği hayatından öğrendiklerim bana şuan ki edinimlerimi verdi ve şimdi her şey kendi kendine oluşuyor. Şunu böyle yapalım, bunu böyle yapalım diye bir şey söz konusu değil.

“Hayatta örnek aldığın birisi var mı?” dersen, “Orhan Gencebay” derim. Orhan abi, hem bir insan hem de bir müzisyen olarak çok alçak gönüllü, çok değerli bir kişidir benim için.

Müziğinizde hüzünden ziyade naif bir duruş ve umut buluyoruz. Bu bilinçli bir seçim mi? Yoksa müziği oluştururken onu serbest mi bırakıyorsunuz?

Bir şeyi yapmış olmak için yapmıyorum. Samimi bir şekilde yapıyorum yaptığım işi. Daha sonra her şey kendiliğinden geliyor. O müzikleri yaparken devamlı ağlıyorum, kendimi tutamıyorum. Sakinleşmek için stüdyodan dışarı çıkıyorum kimi zaman. Çünkü samimi bir şekilde duygularımı yaşıyorum müzik yaparken.

Türkiye’deki tasavvuf müziğinin hak ettiği ilgiyi gördüğünüze inanıyor musunuz?

Her insanın algısı değişiktir. Tasavvuf müziğini seven, ona meyilli olan insanlar zaten o titreşimi, duyguyu buluyordur.

Bir de bazı şeyleri zamana uydurmak lazım. Olduğu gibi aynı şeyi tekrar edince o zaman biraz doğmacılık oluyor. Kendin onu takip edip, düşüneceksin, tefekkür edeceksin ve ne olduğunun evrenine dalacaksın. Ve kendi zamanının ilavesini ekleyeceksin. Bütün veliler kendi zamanın verileriyle donanıp bir şey oluşturmuşlar. Tasavvuf müziğinde alışılmış bir düzen var. Bunları biraz değiştirerek zamanımızın verilerinden yararlanmak lazım. Müziğimin başarısının biraz da bununla ilgili olduğuna inanıyorum. Geleneksel müzik yapıyorum; ama Batı elementlerinden de yararlanıyorum. Batı elementlerini, müziğin asıl karakterini bozmayacak şekilde az kullanıp, müziğimi zenginleştiriyorum.

Konserlerinizde uzun konuşmalar yaptığınız, bu konuşmalarda da sürekli dualarda bulunduğunuz eleştirileri yapılıyor.

Konserlerime ilk sufi müzik ile başlıyorum ve konserin ikinci kısmına geçerken arada dua ediyorum. Konserin sonunda da konuşuyorum.“Bütün dağlar, taşlar, kuşlar ve bütün Peygamberler bir Allah’ı söylemiş, hiçbirisi dememiş ki ben. Kimi takip ederseniz edin samimiyetle takip ederseniz varacağınız yer yine Hak aşkıyla olduğu için, aynı noktadır.” derim Ve konuştuğum da bu kadar zaten, fazla da bir şey konuşmam. Bu konuşmalardan sonra bütün insanlar tarafından takdirle karşılanıyorum. Çünkü insanlar “Benim yolum doğrudur” sözlerini duymaktan bıkmışlar.

Müzik sayesinde insanlar birbirlerinin ruhunu kucaklıyorlar. Müziğe önem vermek lazım, hem kendi sağlığımız, hem de birbirimiz ile olan bağlarımızı kuvvetlendirmek için en birinci ümidimiz müziktir.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir