Üsküdar’ın buluşma mekânı Abbara Kahve’nin sahibi Mustafa Yıldırım ile Edebifikir okurları için söyleşi gerçekleştirdik. Farklı konsepti, etkinlikleri ve çalışma odaları ile kendinden söz ettiren Abbara Kahve’nin hikâyesi… (Adem Suvağcı)
***
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Mustafa Yıldırım. 50 yaşındayım, esnafım. Köylü çocuğuyum, köyde doğdum, yatılı okullarda büyüdüm. Üniversiteyi 2. sınıfta terk ettim. Üsküdar Abbara Kahve’yi 2015 yılında açtım ve hâlâ işletiyorum çok şükür.
Abbara isminin anlamını ve neden bu ismi kullandığınızı öğrenebilir miyiz?
Televizyonda bir belgesel seyretmiştim, Mardin’i anlatıyorlardı. İnsanlar, komşum geçebilsin diye evlerinin bir odasını yola bırakmışlar. Bu, paylaşım kültürünün mimari formu. Arapçada “geçit, geçilen yer” anlamına geliyor. Mardin’de 20’ye yakın etnisite yaşıyor. Türk, Kürt, Arap, Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Yezidi, Süryani… İnsanlar, o eski evleri yaparken komşum geçebilsin diye evlerinin bir bölümünü yola bırakmış. Abbara bu anlamda değerli bir kelime bizim medeniyetimizde. Paylaşım kültürünün mimari formu dedim ya, biz de burayı insanlarla paylaşıyoruz. Yani yüze yakın sivil toplum örgütü, dernekler, cemaatler, öğrenci grupları ve kulüpleri, STK’lar, dervişler, edebiyatçılar, felsefeciler vs. küçük ya da büyük grupların programlarına ev sahipliği yapıyoruz.
Yıllardır mekânınıza gelir gideriz. Bu süre zarfında çok farklı insanları, birbirinden bağımsız, hat zıt grupları burada gördük ve görmeye devam ediyoruz. Kimi zaman bir dernek toplantısı, kimi zaman santur dinletisi; kimi zaman küreselcilere karşı bir eylem noktası, kimi zamansa sadece kafa dinlenmelik bir yer. Bu konsepti nasıl sağladınız?
Biz her şeyden önce alternatif kafecilik yapıyoruz. Yani, nargile yok, tavla yok, okey yok, maç yayınları yok, müzik yok. İnsanların eğlenmek için geldiği bir yer değil burası. İnsanlar buraya sohbet etmeye, ders çalışmaya geliyor. Bu konseptten dolayı da tercih noktası olduk. İlk önce edebiyatçılarla programlar yapmaya başladık. Ondan sonra İstanbul’daki büyük grupların buluşma merkezi hâline geldi. Buna uygun altyapımız mevcut. Türkiye’de yaşayan herkesin, vatan ve din düşmanı olmadığı sürece, fikrini açıklaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden farklı fikirdeki insanların burada bir araya gelebilmesi bizim için önemli bir kazanım. İnsanlar kendilerini ifade edebildikçe, tanıştıkça, aslında çok farklı olmadıklarını, düşünce ve fikir yüzünden birbirlerine olumsuz bakmayı bıraktıklarına şahit olduk. Yaptığımız aslında insana hizmet. Projesi olan, düşüncesi, fikri olan insanları burada insanlarla buluşturuyoruz.
Abbara’ya bir “okul” diyebilir miyiz?
Abbara yeni bir form. Ben 20 yıldır böyle bir yeri açmanın hayâlini kuruyordum. 20 yıldır yaşadığım deneyim, gözlem ve yaptığım araştırmalardan sonra böyle bir sistem ortaya koyduk. İnsanların rahatlıkla gelebileceği, güvendiği bir alan. Buraya gelen herkesin etkinlikleri görüp sevindiğini görüyoruz, biz de seviniyoruz. Yeni bir sistem, yeni form. Burası sivil bir okul. Üniversite hocaları konferans vermeye geliyorlar. Çünkü üniversiteler kurumsal bir yer olduğu için insanlar fikirlerini rahat ifade edemiyor. Burası bağımsız bir alan olduğu için herkes fikrini rahatça ifade edebiliyor, kimseden çekinmiyor. Aynı zamanda etkileşim çok yüksek. Ayrıca okullarda hocaların konuşabilmesi için yüksek kürsüleri var; bizde yok, herkes aynı düzlemde. Konuşmacı ve dinleyiciler aynı sandalyede oturuyor.
Biliyorsunuz ki, yıllar önce Çaykolik Sohbetleri’ni burada gerçekleştiriyorduk. Daha sonra şartlar gereği farklı bir konseptte başka bir mekâna geçtik. Doğruyu söyleyin lütfen, biz gittikten sonra ne değişti? Arkamızdan uzun bir süre ağladığınız bilgisi geldi. 40 gün ayrılışımızın acısını çekmişsiniz. Bu söylentiler hakkında ne diyeceksiniz?
Evet evet… Yani, çok değişen bir şey olmadı. Bazı şeyler nasip. Bir grup geliyor, bir grup gidiyor. Bizde çok gelen giden oluyor. Mesela, 6 aylık bir projesi olan bir grup geliyor. Sonra ya projesi bittiği için gidiyor, ya projesini büyütüyor da gidiyor ya da konsepti değiştirip gelmeye devam ediyor. Burada sohbet yapan küçük gruplar kendilerine mekân açıyorlar, orada devam ediyorlar. Bu bizim için sevindirici bir şey. Onların buraya daha önce gelip sohbet etmeleri bizim için yeterli. Negatif bir ayrılış olmuyor. Bizim eksikliğimizden değil, giden her grubun kendi konseptine ya da durumuna göre ayrılıyor olması söz konusu. Ama bizden gidenlerin pozitif bir şekilde ayrılması bizim için önemli bir durum.
Marmara Üniversitesi’nde okuduğunuza dair istihbarat aldık. Mevcut müşterilerinin çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bir işletmeci olarak dönüp üniversite yıllarınıza baktığınızda nasıl bir kıyas yapabilirsiniz? Bu gençlik nereye gidiyor?
Gençlerin durumu bizim döneme göre daha avantajlı. Çünkü ekonomik anlamda daha özgürler, aldıkları burslar daha yüksek ve kafaları daha açık. Bizim zamanımızda gençler dünyaya dar açıdan bakıyordu yani at gözlüğüyle. Bu yüzden şu anki gençlerin daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Gençliğin nereye gittiği konusunda ise olaya nereden baktığınızla ilgili. Maneviyat açısından bakarsak gidişat bir kayıp. Türkiye’de olaylara hep yanlış yaklaşılıyor: Bütün olaylara hep dinî açıdan bakıyorlar. Bütün olaylara dinî açıdan bakamayız. Sosyolojik ve ekonomik açıdan bakmalıyız. Benim bir kaygım yok. Anne babası düzgün bir insansa, haram yememiş ve yedirmemişse, çocuğu illa ki bir gün doğru yolu bulacaktır.
Bizler birçok cafe işletmecisiyle muhatap oluyoruz. Fakat sizi diğerlerinden ayıran bir özellik dikkatimizi çekti. Yanınızda çalışan personellere bir patron gibi değil, bir abi, bir arkadaş gibi yaklaşıyorsunuz.
Biz kurumsal bir yer değiliz, amatör çalışıyoruz. Sahada garson olduğunda ben de servis yapıyorum, ben de boşları topluyorum. Çalışan arkadaşlarımızın hepsi pozitif insanlar, ego sahibi değiller, buna çok dikkat ediyoruz. Bu nedenle bir ayrımımız yok, herkes yeteneğine göre yardımcı olmaya çalışıyor. Aynı masaya oturup beraber yemek yiyoruz. Biz esnafız. Patron-çalışan ilişkisinde olanlar ise tüccar. Tüccarlar, gün sonu kasaya bakarlar, biz ise gün sonunda “Bugün kimseyi kırdık mı, kötü mü davrandık, iyi mi davrandık, hizmetimizde eksiklik oldu mu?” diye kendimize sorarız. En büyük ibadetlerden biri de budur, insanları üzmemek, sevgiyle yaklaşmak. Bu anlamda bu yaşam tarzı bizim felsefemiz.
Çaycıların kralı Ümit Abi’yi bize anlatabilir misiniz?
Ben duaya inanan, iman etmiş bir insanım. Burayı açtığımız ilk sene ocaktan ayrılamıyordum, diğer işleri takip edemiyordum. Hep dua ettim üç ay boyunca, “Allah’ım bana bir kulunu gönder, benden daha iyi yapsın bu işi.” diye. Ümit Abi, bir arkadaşımın bacanağı. Bir gün buraya çay içmeye geldiler, o da işten yeni ayrılmış. O gün dedi ki, “Ben yardımcı olabilirim.” O gün Allah kulunu gönderdi, biz bir şey yapmadık duadan başka.
Yozgat ve Kadıköy’e şube açmayı düşünüyor musunuz?
Sadece Yozgat ve Kadıköy’e değil, Starbucks’ın olduğu her yere açacağız. Önce Washington DC’de Beyaz Saray’ın karşısına Abbara Amerika açacağım. Ondan sonra Abbara World geliyor. Dünyada ne kadar Starbucks varsa Abbara World de o kadar olacak.
Bir cafenin müşteriler tarafından sevilmesi ve uğrak mekân haline gelmesi için püf noktalarınız neler?
İnsanlar rahat ettikleri yere gidiyorlar, fiyatlara, ürünlere bakıyorlar. Bir de sürpriz yaşamak istemiyorlar. Mesela bir mekâna gittiniz 20-30 kişi. Kimse orada içtiği çayın hesabını tutmaz. Ama işletme düzgün bir işletme değilse bazen fazladan çay ücreti yazabilir. Bizim bu anlamda güvenilirliğimiz ön plandadır. İnsanlar ufak hesaplamaları yapmayacağımızı bilirler. Ortamlarda ambiyans ve hava çok önemli. Hava dediğim şey, çalışan insandan dekora kadardır. Sahibinin enerjisi de ortamı etki eder. Mesela bir efendi anlatıyor, bir sohbet halkasında 40 kişi varsa iki tane Allah’ın sevdiği kulu vardır orada. Biz de şöyle bakıyoruz, mekânda 40 kişi varsa demek ki Allah’ın sevdiği iki kul var burada ve bu yüzden işimiz zorlaşmaz, kolaylaşır, bereketlenir Allah’ın izniyle.
Çay mı kahve mi? Neden?
Biz Türk kahvesini kendimiz kavuruyoruz. İkisi bölgesel ve kültürel ürünler. Bazı bölgeler çok kahve tüketir, bazı bölgeler ise çay tüketir. Üsküdar’da da çay ön planda. Zaten kahveyi günde on kere içemezsin ama çayı içebilirsin. Müslüman mahallesinde çay içilir.
İnsanlar sürekli cafe açmayı planlıyorlar. Cafe açmak nedense çok kolay geliyor. Neden böyle?
İşten anlamadıkları içindir. Herkes modaya uyuyor ama çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Bir yerden sonra çoğu devrediyor.
Yeni dönemde Abbara’da Edebifikir olarak ders ve imza günleri yapmamızı ister misiniz?
İsteriz elbette. Size her zaman kapılarımız açık. Sadece sizlerin değil, henüz yeni yazar olanların bile burada imza gününü yaparız. Binlerce yazar geldi geçti buradan. Herkesi bekleriz.
Son olarak, Edebifikir okurlarına ne söylemek istersiniz?
Edebifikir okurlarını muhakkak Abbara’ya bekleriz. Burada diledikleri gibi okuma ve yazma imkânları var. Aramızda görmekten mutluluk duyarız elbette. Buyursunlar…
2 Yorum