Yazarlarımız Davut Bayraklı ve Mehmet Erikli, Edebifikir için Mehmet Niyazi ile konuştu.
***
Türkiye’de Osmanlı arşivlerinin kapalı olduğu söyleniyor. Bu doğru mu? Araştırmacılara arşivlerin sadece belli bir kısmı mı açılıyor?
Osmanlı arşivlerinin kapalı olan kısmı -tam emin değilim ama-, bugünü etkileyen hususlara dâhildir. Mesela Kanuni’nin, Yavuz’un, Fatih’in ve daha sonraki dönemlere ait arşivlerin kapalı olacağına ihtimal vermiyorum. Ama biliyorsunuz biz, bu arşivlerin büyük bir kısmını dışarıya yani Bulgarlara sattık. Şimdi de araştırmacılarımız Bulgaristan’a gidip tarihimizi araştırıp öğrenmeye çalışıyorlar. Biz arşivin tam da kıymetini anlayabilmiş değiliz.
Son yıllarda tarih alanında dergicilik çalışmalarında bir hareketlenme görülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette bu güzel bir şey… Ama bizde resmi tarih, telakkilerle ve kanunlarla korunmaktadır. Tarih dergileri bunların üzerini ne kadar açabiliyor, onların üzerindeki örtüyü ne kadar kaldırabiliyor, kanunlar bunlara ne kadar müsait? Bunlara bakmak lazım… Yoksa çıkarılan her dergi kültür adına, ilim adına iyi niyet taşıdığına ben kaniyim. O gayretin mutlaka bir gayesi vardır. Hiç kimseden bir mükâfat aldıkları yoktur. Ama bilhassa bugünümüzü etkileyen tarihimiz hakkında ne kadar yazabildiklerine bakmamız lazım.
Karşılaştırmalı tarih diye bir şeyden bahsediliyor. Olaylar üzerinden “şöyle olsa, böyle olurdu” gibi bir hareket ve analiz mantığı var. Bu ne kadar doğru, tarih ilminin metoduyla örtüşüyor mu? Burada bir zihin inşası mı yapılmaya çalışılıyor yoksa?
Şimdi olmayan bir şeyi “şu olsaydı şöyle olurdu” demek mümkün değil. Çünkü o dedikleri olsaydı hangi sürprizlerle karşılaşacağımızı da şu an bilmiyoruz. Onun için İmâm-ı Şâfiî Hazretleri bir şeyde hüküm verirken olmayan bir şey için olsaydı diye hüküm vermeye cevaz vermez. Onun için tarihte İkinci Selim gelmeseydi, Kanuni’nin diğer oğlu Mustafa gelseydi Osmanlı’nın durumu bambaşka olurdu diyemeyiz. Yani Mustafa’nın karakteri, telakkisi, eğitimi, bilgisi hangi sürprizlerle karşı karşıya geleceğimizi bize göstermeye kâfi değildi, bilmiyoruz yani. O yüzden ben “şöyle olmasaydı, böyle olsaydı” diye bir telakkinin hiçbir ilimde, tarih ilmi de dâhil ileriye sürüleceğine ihtimal vermiyorum. Bunun doğru bir yöntem olduğuna da inanmıyorum.
Bizim kendimize has bir tarih metodolojimiz var mı? Bu konudaki eksiğimiz neden kapatılmıyor? Siz bu konuda bir eser yazıp, açığı kapatmaya çalıştınız, sizin dışınızda neden bu konuyla ilgilenilmiyor?
Bizim kitapların nasıl yazıldığını biliyorsunuz. Bir kitap yazmak istiyorsanız, bir konuyu ele alıp, onunla ilgili bilgilerin yerlerini biraz değiştirip aynı şeyleri tekrar ediyoruz. Tarih metodolojisiyle alâkalı benim bildiğim kadarıyla merhum Zeki Velidi Togan biraz ilgilenmiştir. Ondan sonra hiç kimse ilgi duymamıştır. Hâlbuki tarih emperyalizmin anahtarıdır demiştik. Biz eğer hür olmak istiyorsak kendi değerlerimizi değerlendiren, kendi tarihimizi bizzat kendi açımızdan bizim yazmamızdır. Aksi takdirde bize dikte ettiriliyor “Sen böyleydin, senin değerlerin şöyleydi” diye. İngilizlerin bir tarihçisi vardır Arthur Sharaton diye. Onun “Mimar Sinan Biyografisi” diye bir eseri vardır. Bunun yanlış hatırlamıyorsam 208. sayfasında der ki “Türk tarihiyle uğraşan bütün Avrupalıların ortak bir amacı vardır. O da Türklerin tarihleriyle olan bağını koparmaktır.” Şimdi bakın bizim tarihimizle kim ilgilenmiş, Hammer. Bizim tarihçilerimizin büyük kısmı ondan kopya çekerler. Hammer 1529 yılında Kanuni’ye karşı Viyana’yı savunan bir Albay’ın evinde doğup onun himayesinde büyüyen ve onun beslemesi olan bir adamdır. Koyu bir Katolik, koyu bir German’dir. Şimdi bu adam bizim tarihimize ne kadar önyargısız yaklaşabilir? Tarih, ayrıca o kültürle at başı gider. Geçmiş dili, kültürü bilmiyorsanız, siz o tarihi yazamazsınız. Mesela yanlış hatırlamıyorsam Yavuz Sultan Selim’in kızı Fatma Hanım’ın eşi Antalya’da vali… Babasına bir şikâyette bulunuyor, diyor ki “Sultan babam, benim eşimin işi gücü oğlanlarla düşüp kalkmaktır.” Şimdi biz burada kullanılan “oğlan” tabirini bilmiyorsak eşcinsel anlarız. “Kız oğlan kız” dediğimiz zaman dikkat edin “hiç el sürülmemiş kız” anlaşılır. Şimdi hâlâ Trabzon’un dağlarında “Benim 10 tane oğlum var. 5’i kız, 5’i erkek.” Demek ki, orada kast edilen bugün anladığımız manada oğlan değil. “Evlat, kız, kadın” gibi, onun üst kavramı yani. Bu kabilleri bilmiyorsak, o dile hâkim değilsek geçmişte olduğu gibi, siz ne kadar iyi niyetli ve önyargıdan arınmış olursanız olun tarihte çok büyük hatalar yaparsınız, bizde olduğu gibi. E, biz de Avrupalıları rehber ediniyoruz. Avrupalıların izinden gitmek bize bir ayrıcalık, imtiyaz, statüko kazandırıyor. Dolayısıyla Türk Tarihi de Hammer’in izinden gidenlerin tarihidir. Onun için bence hiçbir manası yoktur. Bunun bir tek istisnası Ziya Nur Aksun’dur. O da, çok genç yaşta felç olmuş ve yazamaz hâle gelmiştir. Onun 6 ciltlik bir Osmanlı Tarihi vardır. Bence o, en orijinal kaynaktır. Yani kendi değerlerimize göre yazılmaya çalışılmış bir kaynaktır.
Halil İnalcık’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Halil İnalcık’ı Hammer’in izinde görüyorum. Farklı görmüyorum. Bakıyorsunuz böyle kuru dereden pekmez sıktığını görüyorsunuz. “Osmanlı 1299’da değil de, şu harbi yaptığı için 1302’de kuruldu” diyor. Bakıyorsunuz orada da bir şey yok.
Bizans tarihçisi Georgios Pahimeres’e dayandırıyor zaten bu düşüncesini.
O da olmayabilir. 1292 de olabilir. Değişik tarihlerde Selçukî Hükümdarı Menşur elçi gönderiyor “Ben Moğolların eline düştüm, artık ümmeti siz kendi başınıza yönlendirin” tarzında. Onların tarihlerini şu anda bilemiyorum ama 1282, 1299 gibi verilen bütün bu tarihler bağımsızlıkla alakalı diye tahmin ediyorum. Ziya Nur Aksun ağabeyin kitabına bakarsanız orada var.
Türkiye’de Orta Asya tarihi ne kadar biliniyor? Bu konuda çalışma yapılıyor mu, yapılanlar yeterli mi?
Biz şimdi Orta Asya’dan geldik diyoruz. Fakat biraz derinine baktığımız zaman Heredot, Sakalar’ın ve İskitler’in Türk olduğundan, Anadolu’da yaşadıklarından bahsediyor. Yanlış bilmiyorsam son dönemlerde bizim buradan Orta Asya’ya gittiğimiz iddia ediliyor. 1900 senesinde Yahya kemal bir derse girmiş Fransa’da. Profesör soruyor “Nerelisin?” diyor. Yahya Kemal’de “Türk’üm” diyor. Eğer doğruysa profesör de diyor ki “20. yüzyıla adım attığımız bugün Coğrafyada kutuplar, tarihte Türkler meçhuldür” diyor. Onun için bizim tarihimiz araştırılmış değildir. Yani ciddi bir şeyden geçirilmesi lazım… Bunu merak ediyorsanız Montesquieu’nün “İran Mektupları” vardır. Bu mektuplardan 82. mektup bizim tarihimizle alakalıdır. “Ey Usberk! Dünyada şöyle bir millet var, böyle bir millet var. Cengiz’in, bir şunun, bir bunun yaptıklarının yanında, bir İskender’in veya Avrupalı kahramanların yaptıklarının ne hikmeti olabilir. Fakat bu milletin bir eksiği var tarihî konularını gün ışığına çıkarmak için yazmamış, her zaman da kuvvetli olacağına inandığı için, hâkimiyetini kuvvetli olmakla sürdürebileceğine inanmış ve tarihine eğilmemiş” tarzında bir ifadeyle bizim tarihimize gerektiği kadar eğilmediğimizi anlatmıştır. Kuvvetli zamanlarımızda tarihimizi bilmememiz de büyük bir eksikliktir tabii, ama eğer biz zayıf düştükten sonra tarihimizi bilsek, o zaman düştüğümüz yeri öğreneceğiz ve nasıl kalkacağımız da önümüze çıkacaktır. Biz bu tarihi bilmediğimiz için, ne düştüğümüz yeri biliyoruz ne de buradan nasıl kalkacağımızı fark ediyoruz. Onun için bizim büyük bir tarih seferberliği yapmaya ihtiyacımız var.
Doğru Tarih için okunmazsa olmaz diyeceğiniz isimler ve eserler var mı?
Türkiye’de İslâm tarihini Filibeli Ahmet Hilmi yazmıştır ama Ziya Nur Aksun ağabey çok ciddi dipnotlar koymuştur bu esere. Mesela bizim tarihimizi araştırmak isteyen Mısırlı bir profesör vardı. O da bunu esas almak kanaatindeydi. Ona göre bu eserin dışında ciddi bir eser yoktur. Osmanlı Tarihi konusunda da yine Ziya Nur Aksun ağabeyin “Osmanlı Tarihi” isimli eseri var. Tabiî bu arada yayınlar yapılıyor, Derin Tarih gibi dergiler çıkıyor. Bunlarda faydadan hâli değil. Ama biz şunu unutmayalım, tarihte propaganda çok önemli bir unsurdur. Hayatta da öyledir, aksini düşünemezsiniz. Şimdi Güney Kore ile Kuzey Kore aynı kültürün, aynı coğrafyanın insanlarıdır. Kuzey Kore, Güneye göre dört misli daha fakirdir. Çocuklar sütsüzlükten, mamasızlıktan ölüyorlar. Aynı kültürün hemen yanındaki Güney Kore de zenginlik içinde yüzüyor. Şimdi Kuzey Kore’nin Devlet Başkanı ölüyor, millet nasıl ağlıyor görüyorsunuz. Hiç demiyorlar ki “Namussuz adam! Sen bizi aç bıraktın. Çocuklarımız bu yüzden öldü.” Öyle bir propaganda yapılıyor ki! O yüzden biz okuduğumuz şeyler için “Bu olabilir mi? Böyle olabilir mi?” diye düşünerek kitapları okumamız lazım. Mesela bizim kitaplarımızda bir el vardır, bu el bize sanki huzur vermemek için tarihimizde dolaşmaktadır. Bugün için söylemiyorum. Bu yüz yıldır var. Çünkü tarihî konularda ekmiş olduğun fesat tohumları devamlı yeşerir, o millette, o ümmette huzur bırakmaz ve parça parça eder. Mesela eski Cumhurbaşkanımız Demirel de diyor ki, “Kuyucu Murat alevi çocuklarını kuyulara doldurdu.” Hâlbuki bakıyorsunuz Kuyucu Murat’ın alevi çocuklarla alakası yok, kuyulara falan doldurmamış. O, Celalî İsyanlarından on beş yirmi sene önce İran Cephesinde bir harpte, bir mermi geliyor ve Murat Paşanın atı vuruluyor, yere düşüyor. Bu esnada da Murat Paşa bir kuyuya düşüyor ve esir oluyor. Kahkah Kalesine kapatılıyor ve sonra esir mübadelesinde kurtuluyor. Bu “Kuyucu” lakabı oradan kalıyor Murat Paşaya. On beş yirmi yıl sonra bu Celalî İsyanları oluyor. Şimdi birileri bilerek veya bilmeyerek ilerde kaşınması için böyle şeyler ortaya atıyorlar. Biz de dört yüz sene, beş yüz sene önce olayın nasıl olduğunu bilmiyoruz ve o kaşımaya biz de iştirak ediyoruz. Ondan sonra da fitnenin boyutlarını yakalayamıyoruz. Dolayısıyla “Bu olabilir mi?” diye düşünmeliyiz. Çünkü herkesin elinde kalem var. Bazı sakıncalı tarafları bir kenara koyarsan her şeyi yazabiliyorsun. Fatih Sultan Mehmed’in annesi despot kızıdır, Sırp’tır diye yazabiliyorsun. Ama Fatih’in annesi İsfendiyaroğlu’nun kızı Hatice Hanımdır. Ama adam “Ben öyle okudum bir kitapta, aklımda öyle kaldı” diyor. Tarih, sadece geçmişi öğreten bir ilim değildir, hâli değerlendiren ve geleceği inşa eden bir ilimdir. Biz de bu ilimde çok zayıfız.