Erol Erdoğan ile Söyleşi

Yazar Erol Erdoğan ile “N’apsak Bu Gençleri?” kitabı çerçevesinde keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

***

“N’apsak bu Gençleri?” kitabınız, kalıp yargıların arkasındaki insan psikolojisini okumak, gençlere nasıl hitap etmek ve yaklaşmak gerektiği konusunda zihin açıcı bir eser. Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

“N’apsak bu Gençleri?” kitabının yazılmasına gençliğimde yaşadıklarım ve beş altı sene önceki bir şahitliğim sebep oldu. İlkokuldan sonra hafızlık eğitimi için okula ara verdim, ortaokula geç başladım. Ortaokul, lise ve üniversite eğitimim boyunca sınıf arkadaşlarıma nazaran hep bir iki yaş büyük oldum, fark bazen üç yaşa kadar çıkıyordu. Sınıfımdaki arkadaşlarıma göre yaşça büyük oluşum, sosyal ve kültürel organizasyonlarda abi, öncü, girişimci rolü yüklüyordu. Bu önde oluş, ciddi sorumluluk ve külfet yüklerken farklı tecrübelere de imkân sağladı. Bu tecrübelerden en önemlisi, yetişkinlerin (ailelerimiz, öğretmenler, eğitim ve sivil toplum yöneticileri…) biz gençlere yönelik yaklaşımlarına ilk muhataplıktı. Duvar gazetesi çıkaracağız, pikniğe gideceğiz, münazara yapacağız, seminer düzenleyeceğiz veya bir talebimizi ya da şikâyetimizi ileteceğimiz zaman yetişkinlerin hem gündemimizdeki meseleye dair hem de bizim gençlik duruşumuza yönelik sözlerini genellikle ilk ben duyuyordum, yani benim gibi yaşça büyük olanlar duyuyordu. Eğitim hayatım boyunca bu hâl sürdü. Sonra vakıf ve dernek çalışmalarında, sonra da siyasette benzer tecrübelerim oldu. Yetişkinlerin, biz gençleri çok sevdiklerini ve bize kıymet verdiklerini sıklıkla ifade etmelerine rağmen, nasıl da derin ön yargılarla gençlere yaklaştıklarına yıllar boyu tanıklık ettim. Bu önyargılar hüzne, kırgınlığa, kızgınlığa sebep oluyordu. Bir taraftan da önyargıların nedenleri üzerinde de düşünüyordum. Zihnimde sürekli tartıştım bunları… Sonra ben yetişkin oldum, baba oldum. Ancak gençliğe yönelik önyargılarla ilgili okumalarım, zihni tartışmalarım, araştırmalarım sürdü. Belli bir dönemden sonra önyargılara yönelik düşüncelerimi sohbetlerde, seminerlerde, ekranlarda paylaşmaya ve işin gerçeğine yönelik analizler yapmaya başladım. Ancak 2016 yılında, konuşmacı olarak katıldığım ve üç gün süren uluslararası bir gençlik sempozyumundaki şahitliğim, gençlere yönelik önyargıları, derli toplu biçimde konu edeceğim bu kitabı yazmaya motive etti. Üç gün süren sempozyumda, kürsüye çıkan her konuşmacı, toplumsal alışkanlığa paralel şekilde, her sorunu bir şekilde gençlere fatura edince, daha önce hazırladığım konuşma metnini çantama koydum, oradaki önyargılara cevap vermeye matuf bir konuşma yaptım. Sempozyumun son konuşmacısı olmam, tüm konuşmalara belli ölçüde cevap verme imkânı da sağladı. O gün, gençliğe yönelik önyargılarını analiz eden ve topluma ayna tutacak bir kitap yazmaya karar verdim.

Kitabınızın ilk bölümünde gençler hakkında kullanılan olumsuz yargıların kelimelere yansımasını konu alıyor ve bu olumsuz bakışın sebeplerini irdeliyorsunuz. Z kuşağı neden bu kadar eleştiriliyor? Acaba Z kuşağının eleştirilmesinin arkasında ebeveynlerin kendilerini başarısız hissetmesi olabilir?

Tarihin her döneminde yetişkinler ve gençler arasındaki farklılıklar vardı, ancak bu farklılıklar son dönemde, teknolojik dönüşümün de etkisiyle arttı, hızlandı, çeşitlendi. Değişimin bu denli hızlanması ve muhtevasının çoğalması, yetişkinlerin gençlerle ilgili bilgilerini ve öngörülerini azalttı, belirsizlikleri çoğalttı, bu durum onların gençleri yönetme ve yönlendirme kabiliyetlerini eksiltti. Okuma, araştırma, merak etme gibi çabalarını azaltan büyükler için, bahsettiğim sorunlar, daha derin biçimde tezahür etti. İşte bütün bunlar, sorunuzda işaret edilen yetişkinlerin kendilerini gençlerle iletişimde başarısız hissetmelerini sağladı. Yanı sıra, bu başarısızlık ve kopuş, kuşaklar ve dönemler arası sağlıklı kıyaslama imkânını da azalttığı için, bazı yetişkinlerde kendi gençliklerini kutsamaya da yol açtı.

Kitabınızda; “çoluk çocuk”, “çocukcağız”, “zamane gençlik”, “Z kuşağı”, “ergen”, “sıpa” ve “velet” gibi gençler hakkında kullanılan olumsuz kelimeleri irdeliyorsunuz. Bu olumsuz kelimelerin arkasında ise önyargılar, gençleri anlama çabasında olmama, ezberlenmiş bir hayatı yaşama gibi sorunlar var. İnsanın kendini aşması ve sınırları genişletmesini nasıl sağlayabiliriz? Kendi aklıyla ve bu aklın oluşturduğu tasavvurlar ile sınırlı bir insanın başkasını anlamasını nasıl sağlayabiliriz?

Gençlere önyargılı olmak, esas itibariyle hayatın geneline önyargılı ve eksik bakışın bir parçasıdır. Gençlere eksik ve önyargılı bakanın kadınlara veya çocuklara, yaşlılara ve engellilere bakışında da sorunlar olma ihtimali çok yüksektir. İnsanoğlu, aklına koyduğu bariyerleri yıkarak, merak duygusunun peşinden giderek ve son nefese kadar öğrenmeyi bırakmayarak birçok önyargısından kurtulabilir, eksiğini giderebilir, sayısız gerçeğe kavuşabilir. Yetişkinler, büyükler ve yaşça kendisinden küçüklere önyargılı tutum ve davranışta bulunanlar, isterseler, bu sorunlarından belli ölçülerde kurtulabilirler. Bunun reçetesi; okumak, merak etmek, dinlemek, izlemek, araştırmak, her insanın farklı olduğunu akıldan çıkarmamaktır.

Eleştirinin kökeninde; “Ben bu işi ondan daha iyi yaparım.” cümlesinin yattığını düşünüyorum. Eleştirinin dayanılmaz cazibesinin kaynağı da budur, ki aslında küçük görme durumudur. Acaba büyüklerin, gençleri bu kadar eleştirmesinin arkasında onları küçük görmelerinin yanında çekememe durumu da var mı? Gençlerin, kendilerine göre çok daha geniş imkânlara sahip olmalarını sorun ediyor olabilirler mi?

Evet, bazı eleştirilerin arkasında “Ben bu işi ondan daha iyi yaparım” veya “Daha az imkânla daha çok iş çıkardım” anlayışı var. Önceki soruları cevaplandırırken kısmen temas ettiğim gibi okumayı, dinlemeyi, kulak vermeyi ve araştırmayı terk edişten kaynaklanan hakikatten uzak kalmak da, gerçekliği düşük ve iyileşmeyi sağlamayan eleştirilere neden oluyor. Küçük görme, kibirli bakış, çekememe de önyargılara fazlasıyla kaynaklık teşkil ediyor. Okumayı terk ediş, düşünce ve tartışmanın zayıflaması, insanda kendi sabit bilgisiyle yetinme hissi oluşturuyor, yetinme duygusu bir süre sonra yeterlilik duygusuna sonra da kibre dönüşüyor. Yetişkin kibri ise, genci sürekli küçük görüyor. Evet, yetişkinler “Gençlerin, kendilerine göre daha geniş imkânlara sahip olmalarını sorun” ediyorlar, ama burada da hakkaniyetli olmayan bir kıyaslama hatası yapılıyor. Kıyaslama dün-bugün arasında yapılırken gencin bugünü yaşadığı unutuluyor. Belki o genç dün, az imkânlarla daha çok üretim yapabilecekti. Kıyaslama dün-bugün arasında yapılırken aynı zamanda günün geçleri arasında yapılmalı. Çünkü bugünün genci, dünün genci ile bugünkü akranı ile yaşıyor.

Kitabınızda gençleri övmek gerektiğinde “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.” cümlesine ama yermek gerektiğinde de “Eşek kadar oldun” cümlesine sığınan büyüklerden bahsediyorsunuz. İnsan neden kendindeki çelişkileri göremez?

Kendisini “koşulsuz” haklı gören zihin, her malzemeyi, haklılığını ispat için kullanır. Koşulsuz haklılık ve üstünlük psikolojisi, aynaya bakmayı engellediği için, çelişkileri gizler. Amaç her şartta gençleri kötülemek olunca, her şey ama her şey bu savaşın kurşununa dönüşüyor. Peşinden de abartılar geliyor. Çelişkilerimizi fark etmek için duru bir akla, sorgulayıcı bir zihne ama en önemlisi aynalara bakabilme merakına ihtiyacımız var. Çoğumuz merakını öldürdü, statik bilgisini kutsadı, oysa nefes aldıkça bilginin yenisine ihtiyacımız var. 

Kitabınızda gençler ilgili iddiaların çoğunun mesnetsiz ve genel geçer bilgiler olduğunu ve gerçeği göstermediğini ifade ediyorsunuz. Mesela “Gençler okumuyor!” iddiasının doğru olmadığını aslında “Büyüklerin okumadığını” verilerle açıklıyorsunuz. İnsanoğlu neden ezberlere ve hazır cevaplara sarılıp gerçeğin arkasından koşmaz?

Amerikalı psikolog Leon Festinger çelişik fikirler veya tecrübelerle baş etmenin insan için zihinsel strese yol açtığından bahsederek bazı insanların inanmak istediklerine körü körüne inanarak uyumsuzluğu çözmüş hissini yaşadığından bahseder. Anadolu kültüründe yer edinmiş “günah keçisi” ifadesi de insanın çelişkisi ile yüzleşmek veya mesuliyetini yerine getirmek yerine başka bir varlığa suçları yüklemeyi tercihini açıklar. İnsan böyledir; ezberleriyle yaşamak, insana çelişkilerin stresinden uzak durma konforu yaşatır. Ne zaman ezberinden şüphe ederek yeni bilgilere ve nüanslara ulaşırsa zihin çilesi başlar, yüzleşme kapısı aralanır, çelişkiler perdede görünmeye başlar. İnsanın marifete ermesi de perdeye yansıyan nüanslar, çelişkiler, gerçekler üzerinde gerçekleşir. Yunus’un “ilim kendin bilmektir” dediği de bu olsa gerek.

Büyükler, gençlerin dilini anlamak için neler yapmalı?  Zira bir şey yapılmazsa aralarında uçurum her geçen gün artacak?

Bu soruya somut önerilerle cevap vermek istiyorum. Büyükler gençlerle samimi vakit geçirsinler, onlara anlatmak yerine onları dinlemeyi tercih etsinler, gençlerin ilgili oldukları kültür ve sanat ürünlerine yakın dursunlar, gençleri severken sevgilerinin içine saygı katsınlar, her gencin ve her varlığın şahsına münhasır yani özgün olduğunu unutmasınlar. Kitabın son bölümünde yer alan “Ne yapalım, nasıl yapalım?” başlığı altında sayılan yirmi beş maddelik öneriler de bu sorunuzun detaylı cevabı mahiyetindedir. Gençler de, büyüklerin gençleri anlamaları için çaba içinde olmalılar. Mesela gençler de, önyargıların doğru yargıya dönüşmesi için iyileştirici bir etkileşim içinde olabilirler.

“Gençler geleceğimizdir” cümlesinin yanına “aynı zamanda şimdimizdir” cümlesini de ekliyorsunuz. Gençlerin şimdimiz olması meselesini açıklar mısınız?

Kitapta bunu şu mahiyette bir fikirle açıklıyorum. On sekiz yaşındaki bir insan, hem din, hem hukuk, hem örf bakımından reşit sayılır, yaptıklarından sorumludur. Evlenebilir ve boşanabilir, ticaret yapabilir ve şirket kurabilir, ehliyet alabilir ve araç kullanabilir, oy kullanabilir ve seçilebilir, yargılanabilir ve mahkûm edilebilir… Öyleyse bir genç aynı zamanda yaşadığımız ânın da aktörü, yetkilisi ve sorumlusudur. Ayrıca, yirmili yaşlardaki bir gence asker olduğunda vatanın bayrağını ve sınırını emanet ediyoruz. Bir insan on sekiz – yirmi yaşında vefat ettiğinde ameline göre cennet veya cehennemle muhatap olacak… Bu durumda, biz neden sürekli geleceği işaret ederek onlara “Siz geleceğimizsiniz!” diyoruz? Çünkü yetişkin zihni, bir genci bugününe ortak etmek istemiyor, güya onu överek veya yücelterek geleceğe iteliyor. Oysa din, hayat ve hukuk onu şimdinin de aktörü, oyuncusu, sahibi, sorumlusu görüyor. Onun için gençler geleceğimiz olduğu kadar, şimdimizdir. “Gençler geleceğimizdir” cümlesi, saf bir övgü cümlesi gibi gözükse de, insanın zaman boyutundaki iktidarına gençleri ortak etmeme çabasının da yansımasıdır. Sadece gençler değil, çocuklar ve yaşlılar da şimdimizdir. Bir an çocukların olmadığını, aramızda hiç yaşlı kalmadığını düşünün; hayat eksilir, denge kaybolur, tuhaflıklar başını alıp gider.

Gençler hakikaten bilmez mi?

Gençler bilir, gençler bazı konularda yetişkinlerden daha çok bilir, gençlerin bilmedikleri vardır, öğrenmeleri hızlıdır. Yetişkinler bilir, yetişkinler bazı konularda gençlerden daha çok bilir, yetişkinlerin bilmedikleri vardır, öğrenmeleri gençler kadar hızlı değildir. “Gençler bilmez!” gibi cümleler, çatışmacı ortam cümleleridir, doğrusu dengeli ve etkileşimli bir toplum olmaktır ve bildiklerimizin öğrenilmesini sağlayacak iklimler oluşturmaktır.

İnsanoğlunun “Sahip olduğun yeteneği neden koruyup geliştirmedin?” sorusuyla muhatap olacağını söylüyorsunuz. Ama genel olarak insanlık sahip olduğu yeteneklerin farkında bile olmadan dünyadan geçip gidiyor? Gençler yeteneklerini nasıl fark edebilir?

Evet, “Sahip olduğun yeteneği neden koruyup geliştirmedin?” sorusuyla muhatap olacağımızı düşünüyorum. Yetenek nimettir, hakkının verilmesi gerekir.Yetenek, kendini hissettirir. Çocuğun veya gencin yeteneklerini ailesi, akrabaları, komşuları ve öğretmenleri çıplak gözle ve samimi bir gözlemle fark edebilir. Yeteneğin görülebilmesi için doğru ilişki, önyargısız yaklaşım, etkileşime açık süreç gerekir. Olağan hayat akışında tezahür etmeyen yetenekler ise olağanüstü durumlarda ortaya çıkarak kendinin fark edilmesine imkân sağlar. Yetenek, zekâ, karakter testleri de insanın kapasitesini, eğilimlerini ve meraklarını tespit için işe yarayan ölçümlerdir. Ayrıca sosyal ve kültürel değişimler ile zaman ve mekân değişimleri de yetenekleri ortaya çıkarır. Mesela seyahat, insanın kendisindeki farklı huyları, eğilimleri, yetenekleri gösterebilir.

Gençlik çalışmalarında gençlerin aktör olmasının üzerinde çok duruyorsunuz. Yetişkin ve yaşlıların tecrübeleri ile yol göstermeleri, bilgi ve birikimleri ile gençlere ışık olmalarını ve de gençleri pasif değil aktif bir konuma getirmeleri gerektiğini hatırlatıyor ve gençlerin üreten, planlayan, organize eden bir konuma taşınmasının elzem olduğunu söylüyorsunuz. Gençleri, gençlik çalışmalarının sadece hizmet alanı konumundan çıkarmak için neler yapabiliriz? Bu konuyu biraz açar mısınız?

Gençlik çalışmalarında gençlerin sadece hizmet alan ve müşteri konumundan aktörlük konumuna geçmesi için çok sayıda maddeden oluşan bir yol haritası çıkarmak mümkün olsa da, çok işe yarar birkaç maddeyi saymak sorunun önemli kısmını çözebilir. Mesela gençlik çalışması yapan kuruluşlarda gençlik kolları, gençlik komisyonları veya gençlik masası gibi sadece gençlerden oluşan izole edici yapılar olmamalı; gençler ve yetişkinler ortaklaşa hareket etmeli. Yetişkinler insanın işte piştiğini hatta işi işte öğrendiğini hatırlayarak gençlere sorumluluk ve yetki vermeli. Gençlerle ilgili konularda gençlerin görüşleri alınmalı hatta daha çok onlar konuşmalı. Yine yetişkinler, çocukken ve gençken edilgen yetiştirilen insanın yaşamın diğer dönemlerinde de inisiyatif alma eksikliği yaşayacağının farkında olarak gençlere inisiyatif vermekten çekinmemeli. Gençlerin bilgi ve teknolojiye daha çok vakıf olduğunun farkında olarak bazı alanlarda genç öncülere itibar edilmeli.

Erol Erdoğan kimdir?

Sinop’ta doğdu, İstanbul’da yaşıyor. Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde, yüksek lisansını Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde tamamladı. Nida, Mavikuş, Şehrengiz, BengisuNet, Yeni Dünya, SPD Sosyal Politikalar Dergisi, İSMEK El Sanatları, Minika Çocuk ve Minika Go dergilerinin kurucu ekiplerinde yer aldı. Yazıları günlük gazeteler ve aylık dergilerde, şiirleri Şehrengiz, Ay Vakti, Tütün ve Aydos dergilerinde yayınlandı. Siyasi partilerde ve sivil toplum kuruluşlarında görevleri oldu. Eğitim, gençlik, çocuk, kültür politikaları ile ilgileniyor. Halen ARGETUS Araştırma’nın danışmanlığını yürütüyor. Evli ve iki kız babası. İnsan Mevsimi, Oruç Mevsimi, Günbegün, Oyun Sözü, Saklambosi, N’apsak Bu Gençleri? adlarında kitapları var.

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir