Alçı ile sanatın arasındaki çekime kapılıp bir anda kendini sanat tarihi bölümünden mezun olarak bulan alçı ustası Musa Hitay ile Edebifikir okurları için bir söyleşi gerçekleştirdik.
***
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Musa Hitay. 1972’de Kastamonu’da doğmuşum. Antalya’da büyüdüm. Baba mesleğini devam ettiriyorum, alçı dekorasyon. Evliyim. Çocuklarım var, bayağı çok…
Öncelikle biraz mesleğinizden bahsedelim. Neden bu mesleği seçtiniz? Mesleğinizden memnun musunuz?
Mesleğimden memnunum. Mesleğimi babamın mesleği olduğu için seçtim.
Peki sizce mesleğiniz sizden memnun mudur?
Benden memnun değildir. Çünkü aşağı yukarı 10-12 sene önce modelleri ve kalıplarımı yenilemem lâzımdı, orda biraz gevşeklik gösterdik. Hazır kalıpları kullanmaya devam ettik. Benden biraz şikâyetçi olabilir ama meslek için çalışıyoruz, çaba sarf ediyoruz. Tekrar gönlünü almak istiyorum…
Alçı nasıl yapılır, içine neler konur, alçı yapımının püf noktaları nelerdir?
Birkaç çeşit alçı var ama benim kullandığım kartonpiyer alçısı hazır geliyor, 30 kiloluk torbaların içinde. Alçı taşı var, doğada maden şeklinde çıkıyor. Bunlar fabrikalarda ezilip toz şekline getiriliyor. Sonra büyük fırınlara konulup taşın içindeki suyun yüzde 15’inin buharlaşması sağlanıyor. Torbalanıp bize geldiği zaman biz kullanacağımız kadar toz alçının içine o yüzde 15’lik suyu katıp tekrar sertleşmesini sağlıyoruz. Püf noktalarına gelince alçıya suyu katmadan çok rahatsın saatlerce oturabilirsin ama suyu katmaya başladıktan sonra 15 dakikada işini bitirmen gerekir. Alçıyı karmadan önce hazırlıklarını tam yapman lâzım. Yoksa o alçıyı yetiştiremezsin ve çöpe gider. Alçı da çok kıymetli bizim için. Diğer alçılar değil ama kartonpiyer alçısı nimet gibi, yenilebilir toprak gibidir. Yere düşse öpüp başımıza koyarız…
Alçıya sevginizi de katıyor musunuz?
Evet, katıyorum… Çünkü çok zor bir meslek, çoğu kişi bıraktı. Alçıpan, boya ve sıva işine geçtiler, onlar daha kolay. Bu mesleğe sevgini katmazsan yapamazsın, para için yapılmaz yani meşakkatli bir meslek. Sevmezsen yapamazsın…
Meslek ile insan arasında nasıl bir ilişki vardır?
İnsanın yaptığı meslek kendisine sirayet ediyor. Mesela alçı suyu gördü mü çamurlaşıyor, cıvıyor. Çok oynarsan alçıyla çürür. Bizde de öyle bir huy oluşmuş olabilir. Çok fazla oynamamalı.
Zanaat/Meslek, insan için bir terbiye yoludur diyebilir miyiz?
Evet, çünkü insanın arzularını dizginlemesi, nefsini bir manada terbiye etmesinin yolu meslek sahibi olmaktan geçiyor. Bütün padişahlar ve Allah dostları ilimden önce veya ilimle beraber bir meslek sahibi olmuşlar. O yüzden çok mühim.
Artık çoğu kişi meslek sahibi olmak için üniversite okuyor. Ama üniversitelerin insana meslek öğretmediği ortada… Yavaş yavaş zanaatla uğraşanların sayısı azalıyor. Zanaatsız bir toplumu nasıl felaketler bekler dersiniz? Ya böyle bir toplumda yetişen insanın ruhunu..?
Dediğiniz gibi okuyarak meslek sahibi olunmuyor. Bu yüzden esnaf ve zanaatkârlar çırak bulamıyor, usta yetiştiremiyor. Mesela bizim şu anda çırağımız yok. Bir çırak arıyoruz. Çoğu meslek böylelikle yok oluyor. Ama yine de zanaatsız bir toplum mümkün değil, olamaz.
Peki neden üniversite okudunuz bunca yıldan sonra?
Mesleğimizi geliştirelim diye okuduk. Biz model üretiyoruz. Bu ürettiğimiz modeller gerçekten eski uygarlıkların kullandığı modeller mi, onlara uygun modeller üretebilir miyiz veya aynı modelleri tekrar üretebilir miyiz, böylelikle toplumdaki o güzellik algısını daha iyi bir yöne kanalize edebilir miyiz diye okuduk. Renksiz, düz hatlı ev ve iş yeri dekorasyonları var. İnsan akşam evine geldiği zaman o renksiz, düz hatlı yerde kafasını boşaltamaz ama tavan duvar süslemelerinin olduğu renkli bir mekânda insan ruhunu tekrar yenileyebilir, günlük düşüncelerinden kurtulup ertesi güne kafası ve kalbi boşalmış şekilde uyanabilir.
“Üniversite insana ne katar veya insandan ne götürür?”
Üniversitenin, insana kattığı en büyük şey bildiklerinin doğruluğunu, kaynağını araştırma fırsatı… Bir müddet sonra kaynağını bilmiyorsan susma ihtiyacı duyuyorsun. Bir de konuyla ilgili popülist yayınlara değil de gerçek kaynaklara ulaşma yolunu gösteriyor. Bunların yanında çok büyük bir zaman götürüyor. Bizimki bir de biraz para götürdü, ikinci öğretim olunca harç var, 513 lira, her dönem. (Gülüyoruz…)
Biraz da bölümünüzle yani sanat tarihi ile alakalı konuşalım isterseniz… Nedir bu sanat, nerelerde yaşar, hangi iklim tiplerinde yetişir?
Sanat çok enteresan bir şey. İnsanın olduğu her yerde var. İnsan, kendisi için sanatı üretmiş. Başkaları tarafından beğenildiği zaman bunu sunma ihtiyacı duymuş. Bu da sanatın üretimini geliştirmiş. Bir de bütün medeniyetler birbirlerinden müthiş derecede etkilenmiş. Bu yüzden sanat şuraya ait diyemiyorsun ama bizim kültürümüzün sanatları gerçekten çok başka, çok ince, tam insanın ruhuna hitap ediyor.
Sanat tarihi aslında neyin tarihidir? Sanatın bir başlangıç tarihi falan var mıdır?
Sanatın tarihi var ama ‘sanat doğdu ve bir yaşında iki yaşına geldi’ gibi bir gelişimi yok. Bundan 20 bin yıl önce üretilen bir sanat eseri şimdiki sanat eserlerinin çok üzerinde. Mesela yanılmıyorsam M.Ö. 2 yılına ait olduğu söylenen ve Türklerin kullandığı pazırık halısının santimetrekaresinde 36 düğüm var. Şu anki halılar, o sanata göre çok gerilemiş. Hocalar mağaralardaki insanların boyalı ellerini duvara vurmasını ilk sanat eseri olarak anlatıyorlar. Hocaların aslında bütün sanatların, bütün güzelliklerin cennetten geldiğini bize anlatmaları lâzım ama biz yine mağaradan başlıyoruz. Sağlık olsun, bir gün o da anlatılır inşallah!
Ne fikirler geldi geçti şu sanatla alakalı… “Sanat toplum içindir / Sanat sanat içindir” diyenlerden “Sanat da kimmiş arkadaş!?” diyenlere kadar… Peki sizce kimin içindir bu sanat?
İnsan gelişir, belli bir medeniyet birikimini sağlar, ondan sonra taşma yapar. Bir küp gibi düşünün. Doluyor, doluyor sonra artık kendiliğinden taşıyor. O taşmayı yani kendini ifşa etmeyi insanlar beğeniyor, sen de içindeki o mahrem duyguyu gizlemeye değil de üretmeye devam ediyorsun. Mesela kelâm-ı kibar denilen Allah dostlarının sözleri taştıktan sonra millet ona teveccüh ediyor, yöneliyor. Sen bunu tekrar insanlar beğeniyor diye üretmeye devam edersen kendine ihanet etmiş oluyorsun aslında. Sanatın kendiliğinden çıkması lâzım. Çıktıktan sonra dünya ve ahiret hayatına uygun bir şeyse onu beslemek gerek. Mutlaka her şeyin olduğu gibi sanatın da Allah için olmasına dikkat etmek lâzım ki hem dünya hem ahiret faydası olsun.
Alçı sanata, sanat alçıya nasıl bakar dersiniz? Sanatla alçı arasında nasıl bir ilişki var? Siz bu ilişkinin neresinde duruyorsunuz?
Sanat alçıya, kullanabilirim diye çok iyi bakar, ama alçı sanata pek iyi bakmaz. Çünkü bıkmıştır artık. Alçı her kalıba girebilen bir madde. Bütün motifler desenler alçıya aktarılabiliyor. Sanatla direk bir bağı var bu yüzden. Ben eline alçıyı almış yüzünü sanata dönmüş bir insan pozisyonundayım. Kesinlikle alçının da arkasındayım, ikisinin arasında değilim, olamam zaten. Biraz daha sanatsal şekilde mesleği icra edersek ufak bir nokta koymuş oluruz mesleğe.
Son olarak Edebifikir okurları için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Okurlar okumaya devam etsinler. Sanatla beraber olsunlar, meslek sahibi olsunlar, para için uğraşmasınlar, para bir şekilde peşlerinden gelir…
Teşekkür ediyoruz…
Rica ederim efendim…
Edebifikir Haber Ajansı – Antalya
1 Yorum