Büyüyenay Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kirenci ile Söyleşi

1I8Y1975

Celal Kuru, Edebifikir okurları için Büyüyenay Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kirenci ile söyleşi yaptı.

***

Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz, Mustafa Kirenci kimdir?

Bu oldukça zor bir soru. Herkes bir bakıma kim olduğunu ömür boyu arıyor. Ama ilk olarak aklıma şunlar geliyor: Bir idealim olduğu bilincini daima diri tutmak isterim. Özü-sözü bir dostlarımın varlığının bir lütuf olduğunu düşünüyorum. Aşk tacirliği yapanlardan ziyade sessiz ve sakin “benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” düşüncesiyle varlığa yönelen insanları ararım. Değerler ve erdemlerin sözle değil iş ve eylemle temsil edileceğine inanırım. İstediğim bir kitabın hazırlanıp World dosyası olarak mailime gelmesi beni çok heyecanlandırır.

Ekim ayı ile birlikte dördüncü yayın dönemimize girdiniz.  Hayırlı olsun. İdealist bir yapıya sahipsiniz ve hemen hemen herkesin “satmaz” diyerek yayımlamaya çekindiği eserleri neşrediyorsunuz. Geçen üç yıl içinde hak ettiğiniz ilgiyi gördüğünüzü düşünüyor musunuz? Hiç unutamadığınız bir anekdot var mı?

Bana, ‘Yaptığınız yayıncılığın karşılığı var mı?’ diyenler çok oldu. Elbette bu tür bir yayıncılığın karşılığı yok. Ama olmayacağı anlamına gelmiyor. Çalışarak, örnekler vererek, tanıtarak bu karşılığı sağlayabileceğimize inanıyorum. Ülkemiz yakın tarihini dikkate alırsak karşılığı olmayan öyle şeyler var ki şimdi neredeyse hayatın vazgeçilmezleri haline geldiler. Ve bunların birçoğu da olumsuz şeyler. Ki bizim yaptığımız olması gereken bir şey. Karşılık bulma bakımından daha şanslıyız. Biz kültür ve medeniyet olarak bir hazineye sahibiz. Bu hazineler her ne kadar unutturulsa da onlar bizim kültürel kodlarımız, her biri DNA’mız. En önemlisi o eserlerin her biri insanlık medeniyetine yaptığımız üstün katkılar.  İnancımız ve motivasyonumuz buradan geliyor.

Kitaplarımızdan elde ettiğimiz gelir kadar yeni kitap çıkarmaya çalışıyoruz. Hiç unutmadığım ve unutamayacağım bir anım yayıncılık hayatımın da başlangıcında olması bakımından benim için oldukça enteresan bir tecrübe oldu: Cağaloğlu’nda bir yayıncıya yayınevi kuracağımı söylediğimde “Sen öğretmen değil misin? Paraya mı ihtiyacın var?”  diye sormuştu. Ben de “Bu işler para için yapılır mı? Para kazanılacak o kadar iş var ki” dediğimde “o zaman ağlamayasın” demişti. Buradan hareketle yayıncılar “para kazanmayı” esas aldıklarında yani aracı amaç haline getirdiklerinde yayıncılık bir kültür ve ideal olmaktan çıkıyor, domates satmaktan farkı kalmıyor. TabiÎ ki para kazanmak gerekir, para pulun bir anlamı varsa belki şudur: İdeali gerçekleştirmeye hizmet etmesi. Büyüyenay para kazansa biz daha büyük eserler çıkarırız. Mesela Mescid-i Haram’ın ayrıntılı tarihinin kaleme alındığı, neredeyse 40 âlimin takriz yazdığı 5000 sayfalık eseri fotoğraflarla yayımlamak isterim. Böyle nice eserler var.

“Büyüyenay dedik. Bir dua gibi…” diyorsunuz ve Mevlâna hazretlerinin “Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.” kelâm-ı kibârını motto olarak kullanıyorsunuz. Büyüyenay yayınları güneşini nereden alıyor ve ışığını kimlere saçmak istiyor?

Hayatta her başlangıç ve devam duayla mümkün. Oluşun, varlığın kendisi, aslı dua. Niyetlerimiz, hayallerimiz, hepsi birer dua. O yüzden “Büyüyenay” isminden de hareketle büyüsün gelişsin ve “Büyüyenay”ın bütün eserlerine bu niyetimiz eşlik etsin istedik. Çıkaracağımız eserlerin bizim ve okuyucularımız için ne anlama gelmesi gerektiğini anlatması bakımından “Karanlık hep vardır çabalayan ışıktır” sözü dilimize geldi. Bu, hem kitabın fonksiyonunu anlatması hem de insana, âdeta bir kitap gibi karanlığa aldırmayarak ışığı taşıması, üstün bir bilinçle bu çabayı ideal edinmesi çağrısında bulunan bir söz. Bu çağrı hatırlansın istedik. Bu sözün Mevlana hazretlerine ait olduğunu zannediyordum. Epey bir araştırmadan sonra Mevlana’da böyle bir söze rastlayamadım. İstanbul Üniversitesi’nde Fars Dili ve Edebiyatı bölümünde bir hocamıza sordum. O, Mevlana’nın böyle bir sözü olmadığını muhtemelen onun düşüncelerinden hareketle zihnimde bu sözü adeta bir motto haline getirmiş olabileceğimi söyledi. Ben bu sözün ruh ve anlayış olarak Mevlana’ya ait olduğunu düşünüyorum. Zaten karanlık-ışık metaforunu işleyen bir düşünür Mevlana. Mesela O’nun bu anlamda insana seslendiği ve çok sevdiğim “Niçin hep karanlıklardan şikâyet edip duruyorsun? Hiç değilse bir mum taşı…” diye bir sözü var.

Sorunuzun son kısmı için şunları söyleyebilirim: Büyüyenay güneşini medeniyetimizden almaya çalışıyor. Ve bir köprü vazifesi bilinciyle şimdiki zamana ve geleceğe medeniyetimizin ışığını taşımaya çalışıyor.

Yaklaşık iki nesil öncesinin okuyarak büyüdüğü Hazreti Ali Cenkleri gibi nitelikli eserler neşrettiniz. Tabiî olarak nitelikli eser nitelikli okur bekler. Yayınevi ve okur arasında köprü olacak kitap dergileri gazete eki olarak veriliyor.  Bunlar sizce yeterli mi? Ülkemizde kitap tahlil-eleştiri alanı çok zayıf bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Maalesef bu sorunuz bizim en sancılı alanımız. Güncel bir konudan da hareketle anlatmak isterim. Mesela “kültürel iktidar olup olmama” tartışmaları var.  Kültürel iktidar nasıl olunur? Bu tartışmayı yapanlar kültürel iktidarın yazarla-çizerle ve sanatçıyla olacağını zannediyorlar. Onlar zaten var. Bana göre kültürel iktidar kültüre atfedilen değerle olunur. Marks’ın söylediğinin tersine kültür-ahlâk ve değerler üst yapı değil alt yapıdır. Biz kültürü-sanatı yapacağımız bütün işlerin temeline koyar ve ona vazgeçilmez, yüksek bir değer atfedersek kültür iktidar olur. Bunu test etmemiz çok kolay. Mesela bugün birçok gazete kitap dergisi-eki veriyor. Bu yayınların kültüre, kitaba, bilinçlenmeye, yeni yayınlardan okurları haberdar kılmaya hizmet etmesi gerekiyor. Gazetelerin verdikleri kitap eklerinden sadece bir tanesi haftalık olarak çıkıyor. Kendi görüşleri çerçevesinde ciddi anlamda kitap tanıtımı yapıyor. Bir tanesi daha vardı o da haftalıktı. Gazete kapandığı için başka bir gazetenin haftalık eki olarak çıkmaya devam etti. Ya diğerleri… Onlar “aylık” olarak veriyorlar. Çıktığı günü çok çok ilgilisi dışında bilen var mı acaba? Ve bu gazetelerin çıkardığı aylık kitap ekleri, İstanbul’un bazı yerleri dışında gazetenin ilavesi olarak bile verilmiyor. Yani sınırlı sayıda göstermelik olarak basmışlar. Mesela (test ettiğim için biliyorum) o gün Trabzon’da, Konya’da yok. Şimdi kim kültürel iktidar? O zaman burada büyük bir değer sorunu ortaya çıkıyor. Benim çok sevdiğim bir söz vardır: “Hissin kadardın hissen.” Eğer kültürü, medeniyet değerlerini pratiğimize, tutum ve davranışlarımıza yansıtacak derecede hissediyorsak, ideal haline getirebiliyorsak o zaman kültür iktidar olur.

Yine başka bir örnek: Bu yıl Tüyap fuarının teması “mizah” idi. Kültürel iktidar olmak isteyen bir gazetenin kitap eki “Tüyap, gülümsemeye ve okumaya bekliyor” diye iki sayfalık yer ayırmış ve orada tanıttığı kitaplardan sadece bir tanesi mizahla ilgili. Orada ne Nasreddin Hoca var ne medeniyet dünyamıza ait bir başka kişi. Bunun araştırılması en azından mevcut yayınlardan okuyuculara örnekler sunulması gerekmez miydi?

Eleştiri zayıflığı, eleştirinin insanı geliştiren, yanlıştan alıkoyan, doğruyu bulmaya yardımcı olan bir tutum olarak görülmemesinden kaynaklanıyor. Bir başka açıdan da Balzac’ın deyişiyle söyleyecek olursak “Eleştiri bir fırçaya benzer. Zayıf kumaşları paramparça yapar, sağlamlarını ise parlatır.” Herhalde kimse kimsenin kumaşından emin olamadığı için eleştiri kültürü de gelişmiyor.

Siyasetname türünde çok kıymetli on tane eseri neşretmiş bulunuyorsunuz. Yakında neşredeceğiniz iki eserle birlikte bu sayı on ikiyi bulacak. Modern siyaset teorileri ile siyasetnameler arasındaki temel farklar nelerdir?

Modern siyaset teorileri kaynağını, referansını Batı medeniyetinden, Batının kültür değerlerinden almakta. Bu görüşlerin ortak tarafları seküler olmaları. Bütüncül bakamamaları, ayrıştırıcı olmaları, hümanist gözüküp emperyalizme hizmet etmeleri. Kendi dışındakileri ötekileştirici bir karaktere sahip olmaları. Burada hâkim olan temel düşünce her yönetimin kendi vatandaşlarına iyi yaşama imkânlarını sunmakla görevli olması. Bu başkalarının felaketine sebep olsa bile. Pragmatizmin hâkim olduğu bugünkü siyaset felsefeleri ve bu felsefeleri uygulayan yöneticiler, ülkelerin çıkarları için dünyayı ateşe veriyorlar. Irak işgalinde ölenlerin sayısı 1,5 milyon.

Bizim siyasetnamelerimizde “iyi yaşama ideali” değil “iyi insan olma” ideali hâkimdir. Yöneticinin en başat görevi “iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğü ise ortadan kaldırmak” olarak kabul etmektedir. Bu eserlerde her türden yöneticide olması gereken vasıflar, yüksek bir bilinçle erdemlere sahip olmaları ve bu erdemleri hayata geçirmeleri şeklinde belirlenmiştir. Yöneticinin yapacağı işlerin kalitesini, değerini belirleyecek olan onların temelinde erdemlerin bulunması, Allah’ın rızasının gözetilmesi. Siyasetnameler bunun yollarını, yöntemlerini anlatmaktadırlar. Her biri devrine göre farklılaşan yöntemler sunmakta. Biz siyasetname eserlerini yayımlamakla öncelikle idarecilerimize şunu demek istiyoruz. Bizim medeniyetimizin kültür değerleri arasında siyaset düşünürleri var. Evet Aristo, Platon, Makyavel, Hobbes… gibi düşünürler var. Bunları bilelim. Ama sırf bunları değil bizim düşünürlerimizi de bilelim. Bütün siyasetnamelerden hareketle bir siyaset felsefesi ortaya çıksın.

Eski Türkçe ile yazılmış eserleri transkripsiyon ve tıpkıbasım olarak da yayımlıyorsunuz. Şüphesiz ki bu durum maddi bir külfete yol açtığı gibi ciddi bir zaman harcamayı da gerektiriyor. Hâl böyle iken kitaplardan bu şekliyle istifade edebilen insan sayısı oldukça sınırlı. İslâm harflerinin öneminin fark edilmesi için bilhassa gençlerimize yönelik neler yapılabilir?

Büyüyenay bunu yaygınlaştırmak için çıkardığı eserlerde bize maliyeti yüksek olsa bile bazı uygulamalar gerçekleştirmektedir. Öncelikle biz bir eseri üç bölüm halinde yayınlıyoruz. Eserin günümüz Türkçesiyle verilen kısmı, transkripsiyon dediğimiz Latin harflerine çevrilen kısmı ve tıpkıbasımı. İstiyoruz ki okuyucularımız, özellikle gençler Eski Türkçeden ürkmesinler, bunun kolaylıkla öğrenilebileceğini görsünler. İsterlerse sadeleştirilmiş kısmı okusunlar.  Kendilerini geliştirmek isteyenler de transkripsiyonlu metin ile metnin tıpkıbasımını karşılaştırarak öğrenebilsinler istedik. Bazen tıpkıbasımı yapılacak metne göre karşılıklı sayfalar halinde de yayımladığımız oluyor ki bu şekilde öğrenmek daha kolay.

Tasavvufi eserlere ayrı bir önem veriyorsunuz. Bozulan zihin kodlarımızı onarmamızda, damarlarımıza zerk edilen zehirleri temizlememizde tasavvufun etkileri nelerdir? Tasavvufi eserlerin sizdeki karşılığı neye tekabül ediyor?

Tasavvuf bir gönül ilmi, iç âlem terbiyesinin yol ve yöntemlerini anlatan bir ilim. Kendini bilme ve bu bilişle Yaratıcıyı idrak etme, ona ulaşan yollarda seyrüsefer etme ilmi. Hani hep bizde piskoloji ilmi yok, gelişmemiş…  Bizim Freud’umuz, Jung’umuz,  Fromm’umuz yok derler. Psikoloji ilminin konuları algı, öğrenme, bilinç, bilinçaltı, düşünme, insan davranışları, bellek zekâ vb. Psikoloji, bu alanları inceleyerek insanı tanımayı, bilmeyi amaçlar. Medeniyetimizde psikolojinin en çok ele alındığı eserler ahlâk eserleri. Erdem ve faziletlerin insan için ne anlama geldiği, insanın nefsani istek ve arzularını aşarak, onları eğitip terbiye ederek kendisinden kötülükleri uzaklaştırma yolları, ahlâkın ve tasavvufun alanı içinde sistemleştirilmeye çalışılmış. Nefsin aşamaları ve her aşamada bulunulan hal ve davranışları vasfedilmiş, insana tasavvufla kendini ve Allah’ı bilme yolları açılmaya çalışılmıştır. Davranışları güzelleştirme, bunun için nefsi sıkı bir terbiyeden geçirme ve insana insan olma yollarını gösteren tasavvuf düşüncesi, hakikat erlerinin sözleri ve düşünceleriyle samimiyetin, inceliklerin, insan-ı kâmil olmanın öğretisi haline gelmiştir. Her ilim ve sanat her medeniyette birbirinin âdeta kopyası şeklinde gerçekleşmez. Bizim medeniyetimizde birçok sanat insan psikolojisine hizmet eder ve tasavvuf insana kendini bilmenin ve tanımanın yollarını açar. Mesela bugün çok revaç bulan “kişisel gelişim” diye bir konu var ve bu başlıkta oldukça rağbet gören yayımlar da yapılmaktadır. Aslında tasavvuf olması gereken anlamıyla kişisel gelişimi için en etkili yöntemlere sahip bir alandır.

Öğretmensiziniz ve branşınız felsefe. Felsefe aklı önceler, tasavvuf ise hikmeti. Biliyorsunuz “akıl” Arapça bir kelime ve “bağ” anlamına gelmekte. Felsefe ve tasavvuf arasında nasıl bir rabıta kuruyorsunuz?

Felsefe aynı zamanda bitmeyen bir arayıştır. Felsefenin en ünlü tanımlarından biri “yolda olmak”tır. Felsefe bunu akılla, eleştiriyle, sorgulamayla yeni yeni bakış açıları arayarak yapmaya çalışıyor. Bunun aracı olarak da aklı görüyor. Tasavvufta böyle değil. Tasavvuf,  bu arayışın “Ne akılla ne da akılsız” olacağını savunuyor. Felsefenin nihai amacı akla dayanarak varlığı kavramaya, anlamaya çalışmak. Tasavvufun yegâne amacı, hikmeti, sonsuzluğu, akıl dışında başka araçları da kullanarak, aklın kavrayışındaki acziyeti anlayıp teslim olmak. Varlığın anlamı, bilgilerimizin kaynağı, insanın özgür olup olmadığı, insan için en yüksek iyi nedir gibi konular neredeyse felsefe ile tasavvufun ortak konularıdır. Ama bunlara en doyurucu cevabı tasavvuf verir. Felsefe ise kritik etme noktasında, pozitif şüphe yönteminde, bir şeye körü körüne bağlanmama konusunda insana akli deliller vermesi bakımından genç zihinlere öğretmeye çalıştığım ve önemsediğim bir alan.

1I8Y2000

İlk neşrettiğiniz Necib Asım’ın, “Kitab” adlı eserinde, Asım, kitap meraklılarını iki sınıfa ayırıyor: Kitap severler ve kitap delileri. Başka bir yerde de “Herkeste bir kitap-hâne edinme fikri, yemek dolabı edinmek ihtiyacı kadar teammüm etmelidir.” diyor. Gençlerimiz kitapla nasıl bir bağ kurmalı ve onlara her eve bir kütüphane kurma fikrini nasıl anlatmalıyız?

Söyledikleriniz gençlerimiz ve geleceğimiz için büyük bir sorun. Çünkü genç demek gelecek demektir. Belki de en önemli sorunumuz bu: Eğitim. Bu problem lokal önlemlerle, parçayı tedavi etmeye çalışarak çözümlenebilecek bir sorun değil. Daha önce söylediğimiz gibi, en alt zemine, binanın temeline, çıkış noktasına konulacak değerler, erdemler, ahlâkla ilgili bir sorun. Eğer gençlerin okuma kültürünü geliştirmek, kitapların dünyasıyla sahih ilişki kurmalarını istiyorsak bu topyekûn bir duyarlılık alanı oluşturarak çözümlenebilir. O zaman televizyon, basın öncelikli olmak üzere hayatın bütününe yayılan disipliner ve sistemli planlar yapmak ve bunu adım adım, taviz vermeden uygulamak gerekir. Mesela gençler topyekûn kitap okumuyor değiller. Okuyanları da var. Ama okuyanlar aynen nasıl fast-foodla besleniyorlarsa okumaları da öyle. Aklını, gönlünü ve ruhunu besleyecek kendisine yeni bilinç alanları açacak eserler değil kraker türü kitaplar okuyorlar bugün. Okumayanları okutmak, okuyanların da okuma kalitelerini yükseltmek gerekiyor.

Tüm kitaplar kişinin kendini bilmesi için var. Yani asıl olan insan. Beşerin insanlaşması yolunda kitabın önemi nedir sizce?

Düşünürler insanın hayvandan farkı konusunda çeşitli görüşler öne sürmüşler. Kimisi “insan çalışan hayvandır” kimisi “düşünen hayvandır”, kimisi “gülen hayvandır” kimisi de “insan konuşan hayvandır” vb. demişler. Güya hayvanda olmayıpta insanda olan özellikleri bulmaya çalışmışlar. Yukarıdaki farkların hepsi hayvanlarda da var. Yuva yapan kuş çalışan bir hayvandır, hayvanlarda kendi lisanlarınca konuşuyorlar. Hayvanların da neşeli olup olmadıkları gözlemlenebilir hallerden. İnsanın hayvandan farkı okuyup yazması. İnsanın tarihi yazıyla başlıyor. Bu yüzden insanın en soylu eylemleri okuyup yazıyor olması. Medeniyetler buna çok önem vermişler ve her konuda eser kaleme almışlar. Karanlıkları dağıtmak için, bilinç ışıklarını yakmak için yazmak insan kardeşlerimize verebileceğimiz en güzel hediye ve geride bırakacağımız eserler insanın hayırla anılmasını sağlayacak en övülmüş işlerdendir. Okumak ise bu hediyeye cevap vermek, bu hediyenin gereğini yerine getirmektir. Okuyan insan kendisinden öncekilerin en değerli tarafıyla bağ kurmuş olur ve onlarla kendisi arasında kültürü, bilgiyi ve tecrübeyi devam ettirici soylu bir görev yerine getirir. Bu yüzden dediğiniz gibi insanın insan olması okumayla ve okudukları doğrultusunda davranmayla mümkün.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Aysel , 02/12/2015

    Dolu dolu bir söyleşi olmuş. Okurken çok mutlu oldum ve bazı şeyleri bir kez daha dūşūnme gereği duydum. Emeklerinize sağlık hakkınızı helal edin hocam.Işığı aramaktan hiç vazgeçmemeniz dileğiyle…

  • Yunus fuat , 28/11/2015

    Allah razı olsun çok faydalı bir söyleşi olmuş. En büyük hayalim yıllardır şudur ki; bu klasik eserlerden hepsini değil, özellikle merak ettiklerimi ve ihtiyacım olduğunu düşündüklerimi bir dağ yamacında okumak. Şehirde bölünerek değil ama. Bir köy evinde dingin olarak. Çok şey mi istiyorum?…

    • Vefalı Türk , 29/11/2015

      Kıymetli öğretmen arkadaşıma, meslektaşıma çıktığı bu güzel yolda,burada belirttiği halis niyetle yürümeye devam etmesini Rabbimden niyaz ediyorum. Bizlere düşense yoldaşlık…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir