Mehmet Raşit Küçükkürtül, eskiden hızlı ve acar muhabir olan Emre Baştuğ’un artık yazı yazamadığını, iyice atalete düştüğünü görüp onu harekete geçirmek ve üzerindeki ölü toprağını atmak için Emre’yle bir Bosna sohbeti gerçekleştirmiş. Bosna’da son yaşananları anlamlandırmada faydası olacağını düşündüğümüz sohbeti Edebifikir okuyucularına takdim ediyoruz.
***
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Emre, yakın zamanda Bosna’daydın. Bosna’da işsizlik, yolsuzluk ve maaş ödemelerinde yaşanan problemlerden çıktığı söylenen hadiselerden hakkında oradaki insanlardan neler dinledin?
Emre Baştuğ: Ne sen sor ne ben söyleyim! Ama bu konuları konuşmak, tartışmak gerek. Sonuçta Bosna burası, hâlâ bizim bir parçamız, bizim bir vatanımız. Evet, sadete gelirsek; özellikle gençler hayatlarından çok şikâyetçi. Geleceğe dair büyük kaygılar taşıyorlar. Üniversitelerinden mezun olmadan ‘Hangi ülkeye kapak atsam’ diye planlar kuruyorlar. Siyasal ve ekonomik sistem onları bu planları yapmaya itiyor. Savaştan sonraki hükümet ektiğini biçiyor diyebiliriz. Ama gençlerin içinde bulunduğu bu ümitsiz atmosfer ve Bosna’dan bir an önce kaçma hayalleri beni endişelendiriyor. Bence onları da endişelendirmeli. Bosna’nın, ülkenin geleceği hakkında hayalleri, hedefleri olan gençlere ihtiyacı var.
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Bosna’daki insanların kendilerine başka bir ülke arayışları, bu hadiseleri bezginlikle karşıladıkları anlamına mı geliyor? Yani ülkedeki hadiseler büyüdüğü takdirde ilk yapacakları iş ülkeyi terk etmek mi olur?
Emre Baştuğ: Zaten bezginler. Dediğim gibi ülkede büyük bir işsizlik var. Ama bu hadiseler, bezmiş ve umutsuz bir gençliğin ayaklanması ile olmuş olaylar değil. Ortada toplumsal bir ayaklanma yok yani. Saraybosna’daki hükümet binasının yakıldığını günün ertesi oradaydım. İnsanlar her zamanki rutin hayatlarına devam ediyor, zaman zaman önlem için polisin kapattığı yollar yüzünden trafik sıkıştığı için edilen küfürler ‘genel’in bu olaylara en büyük tepkisi oluyordu. Kimisi ‘öyle ya da böyle bu topraklar ancak bir savaş daha olursa’ düzelebilir diyor. Kimisi ‘amannn bana ne diyor.’ Özellikle gençlerin bu kadar umursamaz ve eylemsiz bir tavır içinde olması bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu gösteriyor.
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Bu savaş muhabbetini ben Türkiye için çok duydum. İnsanların vurdumduymazlığı, ataleti, ülke meselelerine duyarsızlığı mevzubahis olduğunda “Bir savaş çıkarsa derlenir, toparlanır birbirimize kenetleniriz.” diyen insanlarla karşılaştım. Bence bu sözü söyleyen insanlar, bir şey yapmak için adım atmak istemeyen ve bekleyip görelim diyen hesapçı, uyanık, sevimsiz insanlar.
Bosna’daki işsizliğin %48 olduğunu Radikal’de okuduğum bir mülakatta Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Rektörü Yücel Oğurlu’dan öğrendim. Bu gerçekten doğru bir bilgi mi, açıkçası güvenemiyorum. Yarısı çalışmayan bir toplum, nasıl hayatını idame ettiriyor? Bosna’daki insanlar nelerden para kazanıyor? İşsiz insanlarla konuştun mu Bosna’da? İşsizliklerinden memnuniyetsizleri var mıydı?
Emre Baştuğ: Evet ortada bir vurdumduymazlık var ama bunun sebeplerinin de olduğunu düşünüyorum. Ortada genç bir Boşnak nüfusu var. Şu an yirmili yaşlarında olan gençler hayata gözlerini açtıklarında kendilerini savaşın içinde buldular. Savaşın sebep olduğu yokluğa şahit oldular. Dedelerinden, babalarından, annelerinden savaş hikâyeleri dinlediler. Akrabalarının silahsız bırakılıp, sadece Müslüman olduğu için nasıl katledildiklerini birinci ağızdan duydular. Çok ağır bedeller ödediler, ama ne için? Orta bir şey yok. Vatanım diyebilecekleri bir toprakları yok. Kantonlara ayırıp bölük pörçük ettiler bütün ülkeyi. Bir yanda da hâlâ bağımsız bir ülke olmak için çalışan, her fırsatta ‘bize müsaade’ diyen bir Sırbistan Cumhuriyeti saçmalığı var. 1995’te dayatılan ve önlerinde duvar olarak duran Dayton anlaşması var ve de bunun sonuçları. Evet bu gençler umursamaz ve belki de hesapçılar ama buna sebep olmuş gerçeklikleri görmezden gelemeyiz. Çözüm dersen, bunun tam bir cevabı yok. Ekonomik yatırımlar yapılmalı, kültürel bağlarımız kuvvetlendirilmeli. Gençlere kim oldukları hatırlatılmalı. Üzerlerine serpilmiş ölü toprağı silkelenmeli. Belki de uyansınlar diye şöyle bir Osmanlı tokadı çakılmalı. Ama öylece kendi hallerine bırakılmamalı.
Bildiğim kadarıyla maalesef işsizlik bu boyutlara ulaşmış durumda. Ülkede bin kişinin çalışabileceği ne bir fabrika var ne de başka bir şey var. Göze gelecek bir üretim yok. Biliyorsun savaş sırasında başka ülkelere muhacir olarak giden yaklaşık iki milyon Boşnak oldu. Orada kendilerine yeni bir düzen kurdular. Birçoğu da hâlâ gittikleri yerlerde yaşıyorlar. İşte bu insanlar Bosna’da yaşayan akrabalarına büyük katkılarda bulunuyorlar. Boşnakların aile yapısı sımsıkı… Birbirlerini her zaman kolluyorlar. Gariptir ama birçok ailenin gelirlerinin bir kısmı hısımları tarafından karşılanıyor. Ama bu nereye kadar böyle sürer?
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Bosna-Hersek dışına çıkmış iki milyon Boşnak’ın göndereceği dövizlere mahkûm insanlar… Bunun uzun süre böyle devam etmeyeceği malûm. Boşnakların, Bosna’da kendi elleriyle üretim yapmaları gerekir. Ancak o zaman kendi ayakları üzerinde durabilirler. Türkiye’nin buraya yapacağı her türlü yardımdan daha fazla tesirli olacak olan budur. Bunun başka bir formülü yok. Geçenlerde gazeteci ve Gıda Hareketi başkanı Kemal Özer’in Facebook’ta yazdığı bir not aklıma geldi. Bosna’nın zor durumda olduğunu, bu yüzden Türkiye’de Bosna’yı seven insanların tatile gideceklerse mutlaka Bosna’ya gitmelerini ve bu ülkenin ekonomisine turizm yoluyla katkıda bulunmalarını istiyordu. Bence Kemal Özer’in önerisi de yetersiz, kötü hatta gülünç bir öneri. Elbette Bosna-Hersek’e gidilebilir, ben buna bir şey demiyorum. Fakat bundan Bosna için ekonomik bir fayda temin etmeyi düşünmek beyhude bir çabadır. Zira Dayton’un temin ettiği siyasî kurgu kötü. Bosna’nın ordusu da yok. Acaba Bosna-Hersek hükümetine bir ordu yetiştirmemesi, hazırda bekletmemesi hususunda bir dayatma mı var? Dayton’da böyle bir madde var mıydı? Bakmak lâzım.
Şimdi Google’ı taradım ve Bosna eski Genelkurmay Başkanı Sefer Haliloviç ile yapılmış bir mülakatı okudum. Mülakat 1999 yapılmış. Bosna ordusunun bugünkü durumu hakkında bilgi yok. Fakat orada ilginç bir bilgi var: 1991’de Bosna için savaşan 25 binden fazla Sırp ve Hırvat’ın kurulan ilk orduda bulunduğunu yazıyor. O sıralarda savaşmak için 126 bin kişi toplamış, bunun ancak 60 binini silahlandırabilmişler.
Bu arada, dün de Anadolu Ajansı’nda mevcut sıcak gündem bakımından manidar sayılabilecek bir haber vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgedeki gücü, Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri ile ortak bir tatbikat gerçekleştirmiş. Ben, Bosna’da bir ordu olmadığı bilgisini Yücel Oğurlu’nun bugünkü Radikal’e verdiği mülakatta okumuştum. Sana Anadolu Ajansı’nın haberinin son paragrafını okuyayım: “Bu arada, Bosna’daki savaş sırasında Boşnak, Sırp ve Hırvatlar’a ait 3 ordunun bulunduğu ülkede Dayton Barış Antlaşması’nın ardından uluslararası toplum bu 3 ordunun birleştirilmesi için büyük çaba gösterdi. Yapılan çalışmalar sonuç verdi, Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri, Boşnaklar’a ait Bosna Hersek Cumhuriyeti Ordusu (ARBIH), Hırvatlar’a ait Hırvat Savunma Konseyi (HVO) ve Sırplar’a ait Sırp Cumhuriyeti Ordusunun (VRS) birleşmesiyle 1 Aralık 2005’te kuruldu. Üç ordunun birleştiği gün olan 1 Aralık tarihi, 2005 yılından itibaren ülkede “Silahlı Kuvvetler Günü” olarak kutlanıyor. Üç ordunun birleşerek tek bir yapıya kavuşması, karışık siyasi yapıya sahip ülkede diğer kurumlara da örnek gösteriliyor.”
Emre Baştuğ: İlk bakışta bu üç ordunun birleşmesi, ülkede tek bir askeri gücün oluşması dışında etnik grupların da birbirine yakınlaşmasına sebep olacak bir hareket olarak görünüyor ancak savaştan önce zaten bu üç farklı milletten oluşmuş bir Yugoslavya Federal Ordusu mevcuttu. 1992’de savaş başladığındaysa bu ordu dağıldı ve Boşnaklar kendilerine yeni bir ordu kurdu. Etnik kökene bağlı nefret ise tavan yaptı. Ortak bir ordunun kurulması ileride yaşanabilecek her hangi bir savaş durumunda Boşnakların pek hayrına olacak gibi durmuyor. Hatta bu Boşnakları askeri güç açısından pasifleştirme politikası dahi olabilir.
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Bu aktüel konulardan daha ötesine bakmak lâzım: Uzun vâdede Boşnakların varlıklarını sürdürebilmeleri için ne lâzım? Boşnaklar kendilerini Avrupalı mı hissediyorlar? Acaba iki milyon mülteci Boşnak, ekmeklerini ve geleceklerini hangi ülkelerde arıyorlar? Bunların çoğunluğu Avrupa ülkelerinde mi? Aliya İzzetbegoviç’in De Gaulle’e olan hayranlığını okuyunca şaşırmıştım. Bence Boşnaklar da Türkler de İslâm harflerine geçmeli.
Emre Baştuğ: Biliyorsun olaylar yaklaşık üç hafta önce Bosna’daki Tuzla şehrinde başladı. Orada başlamasına ilk başta anlam verememiştim. Ancak daha sonra Tuzla’nın Bosna’nın asi çocuğu olduğunu, burada yaşayanların birçoğunun ‘No War’, ‘Green Peace’ gibi hülyalarda dolandıklarını ve de şehirde yaşayan halkın yaklaşık %70’inin ateist olduğunu öğrenince olayların ilk burada cereyan etmesi biraz daha anlam kazandı. Tuzla’da başlayan ve küçük grupların eliyle ülke geneline yayılan ama bodur kalan eylemlerin bir ‘güç’ tarafından yönetildiğini gösteren bazı bulgular var. Bunun için ilk olarak Saraybosna’nın en yüksek binası olan ‘Avaz Twist Tower’ın sahibi bir iş adamı ve aynı zamanda Bosna’nın ‘Milli Savunma Bakanı’ olan ‘Fahrudin Radončić’den bahsedebiliriz. Kendisi politikaya girmeden evvel ‘Dnevni Avaz’ gazetesinin imtiyazını karısına devretmişti. ‘Benim artık medyada elim kolum yok’ mesajı vermişti. Ama ne yazık ki kimsecikler buna inanmamıştı. Açgözlü bir Amerikan Valisi imajı çizmesi de insanların kendisine güven duymasını bir hayli güçleştirmişti. Ancak her nasılsa Milli Savunma Bakanı olmaya layık görülmüştü. Yaz aylarında onun hakkında bazı Boşnak gazetecilerden onun gözünü başkanlığa diktiğini ve bunun için her yola başvurabileceğini öğrendim. Fikirlerini önemsediğim bazı Boşnakların bu yaşanan olayları onun finanse ettiğini söylemesi, karısının Türkiye’deki bir cemaate üye olduğu söylentileri ve Radončić’in halk nezdinde güvenilmez gözü dönmüş bir politikacı olarak görünmesi kendisinin bu olaylarda bir “maşa” olduğu şüphesini doğuruyor. Ama bu halkın algısı tabiî.
Peki, maşayı tutan kim? Uluslararası bir haber kanalının web sitesinde yayınlanan olaylarla alakalı bir analiz yazısının girişinde Dayton anlaşmasına övgüler yağdırılması, yazının alt metninde ‘Haydi herkes sokağa’ mesajının verilmesi. Diğer bir taraftan yazıda suçun sistemde değil de, sadece hükümet liderlerinde bulunması ve olaylardan bahsederken ‘Bosna-Hersek’ ifadesinin yerine ülkenin ayrı ayrı kantonlarının isimlerinin kullanılması. Bunun yanında Sırbistan Cumhuriyeti Başkanı’nın bu olayları fırsat bilerek ‘Bakın ülke ne halde, işte biz bu yüzden ayrılmalıyız’ söylemleri maşacının yine dış mihraklar olduğuna inanmaya itiyor.
1991’den sonra ilk kez 1-15 Ekim 2013 tarihleri arasında yapılan nüfus sayımını henüz detaylı olarak açıklanmış olmasa da bazı yetkililer Boşnakların yüzde elliyi aştığını söylüyor. Bu durum ise etnik farklılıklar üzerinden ülkeyi daha kötü bir yere sürüklemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Mehmet Raşit Küçükkürtül: Balkanizasyon diyorsun yani?
Emre Baştuğ: Evet, olabilir. Kesin hüküm vermek için belki erken ama işaretler o yönde.
Fotoğraflar: Emre Baştuğ, 11 Temmuz 2013 Bosna \ Srebrenitsa.
1 Yorum