Doç. Dr. Ahmet Dağ ile Transhümanizm bağlamında insanın dönüşümü ve gelişimini konuştuk. İlgiyle okuyacağınız bir söyleşi sizleri bekliyor.
***
Okurlarımız sizi İnsansız Dünya: Transhümanizm kitabından tanıyor. Kitaplar, makaleler ve akademik unvanların yanında Ahmet Dağ’ı bizlere tanıtabilir misiniz?
Ahmet Dağ, annesinin ifadesi ile “okumaya küçükken meyli olan” bir çocuktu. Fakat çok okuyan ve kitap okumayı seven bir çocuk olduğumu söyleyemem. Hatta hiç okumayan bir çocuktum diyebilirdim. “Peki, annenizin tespiti neyin nesiydi?” diye sorabilirsiniz. Annem bana 3-4 yaşlarında iken köyde yaşlı, bilgin bir dedeyi takip ettiğimi, bu dedenin “üzerine, Kur’an-ı Kerim yazılan kâğıtlar mübarektir” diye kâğıtları duvar taşlarının arasına sıkıştırdığı benim de o kâğıtları çıkarıp okumaya çalıştığımı anlatırdı.
İlk-orta-lise tahsilimi bitirdiğim Ankara’da ODTÜ’de okuyan bir köylüm ve akrabamın “senden iyi bir felsefeci olur” diyene kadar bırakın felsefe okumayı üniversite bile okumayı düşünmeyen bir gençtim. “Zeki adam bir bildiği var” diyerek Felsefe Bölümü’nü tercih ettim. Tercihlerimin arasında ne Ankara ne de İstanbul vardı. Zira Ankara’dan yani büyükşehirden çok bunalmıştım. Köklerime (İslami, milli bir duruşa) dönme ve köklerimi bilme ihtiyacı hissettim. Bunun karşılığının mekânı olarak marangoz ustam ve has bir dadaş olan Ali ustamın ısrarla tavsiye ettiği Erzurum olduğunu düşündüm.
Erzurum, hayatımda çok önemli yeri olan bir şehir. Orada “deliler” gibi okudum ve düşündüm diyebilirim. Bilgiyle, düşünce ile düşünürle sahih bir ilişki kurduğum yıllardı. Hatta şu cümleyi kurduğum zamanlar olur; “Bende bir ilim varsa %70-80’i Erzurum’dandır.” Nitekim Erzurum’un âlim ve üstatlarına atıfta bulunan Evliya Çelebi, Erzurum için “netice-i kelâm, tahsîl-i ulûm edecek diyardır” der. Erzurum tam böyle bir mekân oldu benim için. Çok güzel kitaplarla, insanlarla ve mekanlarla tanıştım orada.
Felsefe bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik hayatına başladım. Akademisyen veya profesörlük düşünmekten daha çok “mütefekkir” olmayı isteyen biriydim. Kendimi kitaplara vermek istiyordum. Fakat annem için “elimde bir mesleğimin olması” önemliydi. “Öğretmenliğe başvurmazsan sana hakkımı helal etmem” cümlesi benim öğretmem olmam için yetti. “Memurluk”; okuma ve düşünme sevdamı hiçbir zaman engellemedi. Evlendiğim ilk zamanlarda hanımın “Okuyup, yazmayı seviyorsun. Master, doktora yap bir işe yarasın.” demesi beni akademiye itti. Hem öğretmenlik hem aile babalığı hem de lisansüstü (Marmara ve Kırklareli Üniversitesi) akademik çalışma çok uzun, zahmetli ve yorucuydu. Tam 9 yıl sürdü. Bu süreci ve günleri sevmediğimi söyleyemem, bilakis çok sevdim.
15 yıl öğretmenlikten sonra Hocalarım Sadık Türker’in daveti ve Teoman Duralı’nın oluru ile Kırklareli Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olarak göreve başladım. 4,5 yıl orada çalıştıktan sonra ayrıldım. 3,5 yıldır Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi anabilim dalında çalışmaktayım. Evliyim -şu anlık- felsefeyi çok sevmeyen 3 erkek oğlum var.
Türkiye’de müstakil bir konu olarak daha önce çalışılmamış bir kavram üzerine çalışıyorsunuz. Bu bağlamda söyleşimize transhümanizmi tanımlayarak başlayabilir miyiz? Nedir Transhümanizm?
İlk olarak J. Huxley tarafından New Bottles for New Wine-1957 eserinde kullanılan transhümanizm; özellikle insan zekâsını, fiziksel ve psikolojik yeteneklerini artırma ve yaşlılığı yok eden teknolojinin kullanılmasıyla insanın durumunu geliştirmeyi amaçlayan bilimsel ve kültürel hareket olarak tanımlanmıştır. Darwinci evrimcilik, evrimci biyoloji ve psikolojiden beslenen ikinci bir aydınlanma türü olarak kabul edilen transhümanizm, insanı yalnızca nöro-biyo/fizyolojik ve genomik çalışmalarla biyolojik’ten biyonik’liğe evriltmekle kalmayan, insanın içinde yaşadığı çevreyi dönüştüren bir harekettir Transhümanizm; modern bilim ve teknolojinin güç ve imkânıyla ölümsüzlük veya hayatın uzaması ayartıcı vaadini, aşkın kutsal bir varlıktan daha çok beşerî çabalarla başarmayı özetler. Kendini dört büyük (nano-teknoloji, biyo-teknoloji, enformasyon teknolojisi/dijitalleşme ve bilişsel bilim/yapay zekâ) bilim-teknolojiye dayandırır. İlk defa felsefi bir hareket kendini teknolojik çalışmalara dayandırmasından dolayı çok etkili bir akım olacak görünüyor.
Bizim memleketin insanı ne hikmetse komplo teorilerini çok sever. Sanayi devriminin akabinde büyüyen sermaye, popüler kültür ve kapitalizmle el ele vererek kendine has bir felaket tellallığı kültürü de doğurdu. Neo-Nostradamus’lar paranın ve şöhretin olduğu her yerdeler… Transhümanizm gerçekten söylendiği kadar kaotik bir gelecek mi öngörüyor? Teknolojik sınırları aşmasının yanı sıra potansiyel tehlikeleri ve riskleri sizce nelerdir?
Evet, bu mesele (transhümanizm) ne yazık ki ülkemizde komplo teorileri bağlamında ele alınıyor. Oysa bu meseleyi, Batı düşüncesinin ve uygarlığının felsefe-bilim birikiminden ve gerçekliğinden bağımsız düşünmememiz gerekir. Şunu kabul etmek gerekir ki 17. yüzyıldan beri (Batı uygarlığı ekseninde) dünyada dinin hâkim olduğu dinî veya manevi çağ/lar yaşanmamaktadır. Bilimsel-teknolojik çerçevede gelişen teknolojinin hâkim ve etkin olduğu bir dünyayı yaşamaktayız. Transhümanizm süreci; ağaç kovuğundan çıkmamış, fizik-matematik-mekanik eksenli ilerlemeci Batı düşüncesinin geldiği duraklardan biridir. Yani batılı uygarlığın geleceği muhtemel duraklarından biriydi bu durak. Son durağı da değil başka durakları ve uğrakları da olacak.
Transhümanizme karşı birtakım heretiklerin, maceraperestlerin veya illümünatist vs. toplulukların gizil yapılanması şeklinde komplocu bir bakış içinde olunmaması gerekir. Eğer bu akımın, felsefe-bilim-teknoloji düzleminde olan bir hareket olduğunu düşünmeyip komplocu yaklaşımlar ile ele alırsak meselenin ne’liğini kavrayamayız. Ne’liğini kavrayamadığımız meseleler, bizde yanlış düşünceleri ve eylemleri meydana getirir. Varolan süreci anlayamadığımız gibi nasıl bir gelecek ile karşılaşacağımızı da bilemeyiz. Bu bilememezlik kafa karışıklığını doğurur.
İmkânları ve zaafları da olacak bir sürecin içindeyiz. Aletin veya tekniğin her daim riskleri veya tehlikeleri hep oldu ve olacak. Hele ki transhümanizmin hedeflediği başta ölümsüzlük olmak üzere DNA ve MRNA üzerinde değişiklik, bebek tasarımı, cinsiyet atama çabalarının elbette riski ve tehlikeleri olacak. Yapay rahim, biyonik ve prostetic organlar (kalp, göz, kulak, el, ayak vs.), tekillik (zihin-makine birleşimi) teknolojisi ile insan üzerinde yapılmak istenen değişiklikler imkânlar sunabileceği gibi riskler veya tehlikeler de sunmaktadır. Büyük teknolojiler olan “nano-teknoloji, genetik, moleküler biyoloji, biyo-teknoloji, enformasyon teknolojisi ve bilişsel bilimleri” kendisine eksen alan transhümanizm; insan, bitki ve hayvanlar dünyasında, dünyada hatta uzayda değişiklikler olması gerektiğini düşünmektedir. Teknolojik gelişmelere dayanan bu değişikliklerin elbette imkanlarının yanında risk ve tehlikeleri de bulunmaktadır. Sorun olan “cinsiyet atama, gen belirleme ve öjeni” gibi çalışmaların insanlığı geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç içerisine de sokabilir. Tüm bunları dikkate alarak var olan sürecin içinde olup, sağlıklı bir sürece evrilmesi için sürecin kontrol ve yönlendirilmesinde etkin olmalıyız.
İktisat ilmi kabaca, “Kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların karşılanma çabası” olarak tanımlanıyor. Buna mukabil İsmet Özel, insanın ihtiyaçlarının değil isteklerinin sınırsız olduğunu söyleyerek modern iktisat teoremini eleştiriyor. Sizce sınırlı kaynaklarla dolu bir dünyada, transhümanizm düşüncesi insanlar arasında eşitsizliğe yol açacak mı?
Evet, hem kaynaklar kıt olup hem de -terbiye olmamış- insanın istek ve tutkuları sınırsız olduğunda çok büyük sorunlarla karşılaşıyoruz ve karşılaşacağız. Transhümanizmin -terbiye olunmamış- insan isteklerinden ve tutkularından bağımsız bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Transhümanizmin hem elitist hem de öjenik tutumunun eşitliği meydana getireceği iddiasında bulunmak çok mümkün değil. Zira dirsek temasında bulunduğu düzlem ve taban, teknolojik bir düzlemdir. Yani günümüz dünyasında teknoloji ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ var. Kapitalizmin ise sınıf farklılarını dolayısıyla eşitsizliği doğurduğu aşikardır. 18 ve 20. yüzyıl arasında bunu bizatihi tecrübe ettik. Teknolojiyle dolayısıyla kapitalizmle ilişkisi olan transhümanizmin insanlara ve toplumlar arasında 3 asırdır büyüyen eşitsizliği daha da artırması muhtemel. (Bazı) İnsanlar daha konforlu bir hayata kavuşacak mı? Tabii ki evet. Tahtıravelli gibi bunun karşılığında daha da yoksullaşacak sınıflar olacak.
Fizik kabul etse de metafizik uzun emelin insan sağlığına zararları konusunda çok fazla argüman geliştirdi. Transhümanizmin uzun vadeli hedeflerinin insan ve hayvan sağlığına etkileri nelerdir?
Transhümanizm, iddiaları bakımından insanı (fiziksel, biyolojik, zihinsel ve psikolojik) sağlık açısından daha iyi hâle getirme –iyileştirme/improvement, artırılmış/augmented, geliştirme/enhancement gibi- amacında olan teknolojik evrimciliğe dayalıdır ve maddi temelli bir ontolojidir. İnsanın orga/nik bir varlık olmasından çıkartılıp meka/nik bir varlık haline getirilmesi durumunda insanlık olarak ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Transhümanizm, sadece insan üzerinde değişiklikler veya dönüşümler gerçekleştirmek isteyen bir hararet değildir. Aynı zamanda mekândan (mimari ve şehir) uzaya, bitkilerin dünyasından hayvanların dünyasına kadar birçok alanda dönüşüm gerçekleştirmeye çalışır. İnsan sağlığı konusunda başta eizheilmer, otizm, down sendromu, Parkinson gibi zihinsel ve bedensel engelleri ortadan kaldırma amacı taşımaktadır.
İnsanlığın sağlığı konusunda kötü şeyler getireceğini söylemek doğru olmaz. Fakat DNA ve MRNA konusundaki gelecek perspektifli çalışmalar konusunda kaygılanmamak elde değil. Zira genin sağaltımı veya dönüştürülmesi öjeni veya doğal seleksiyon meselesini doğuracak. Teknolojik evrimi destekleyen uygulamalardan faydalananlar ve faydalanmayanlar arasında mutlak/keskin bir eşitsizlik doğacak. Güçlendirilmiş insanlar ile güçlenememiş insanlar arasındaki ayrım meydana geldiğinde ise çatışmanın kaçınılması imkânsız. Zira modernliğin başlatıcısı olarak görülen T. Hobbes, “insan insanın kurdu” ifadesinin karşılığının olduğu modern ve hiper-siber modernlik süreci ile karşı karşıyayız. Ayrıca hem insanın hem de bitki ve hayvanların üzerinde yapılan değişiklik çabası neticesinde H.G. Wells’in yazdığı “Dr. Moreau’nun Adası” romanındaki anlatı gerçekleşebilir.
“Doğa’nın veya Tanrı’nın elinden kurtardıklarını böylelikle insanın biyolojisinin sınırlarından kurtardıklarını” iddia eden transhümanistlerin, etik düzlemi dikkate almadıklarını söyleyebilirim. İnsanın ahlak ve yazgısından sorumlu olan bir Tanrı’nın olmadığı bir kozmos/âlem, artık rastlantı ve belirsiz bir dünya olacaktır. Biraz karamsar gibi olacak ama insanın sağlığını bırakın varlığı söz konusu olur mu bilemiyorum. Şunu da söylemeliyim ki transhümanistlerin ortaya koydukları iddialarının hepsi “zararlı” ve “kötücül” değil. İnsan ömrünü uzatma bağlamında tıbba yükledikleri misyon, zaten tıp tarafından gerçekleştirilmektedir. Transhümanizmin başta zihinsel ve bedensel engeller olmak üzere insan sağlığına dair birçok “iyileştirme” tasarımları bulunur. Söz konusu bu tasarımların; imkân, risk ve tehlikeleri olması doğaldır. Bu süreç kaçınılmaz. Sadece bu sürecin insanlık tarafından nasıl kontrol edeceği ve yönlendireceği önemli bir mevzu.
Teknolojik gelişmelerin insan doğası ve insan deneyimi üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer gerçekleşirse bedenin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin artırılması insan kimliğini nasıl etkiler?
Şimdiye kadar olan teknikleşme, sanayileşme ve makineleşme sürecinin insan doğasını ve deneyimini değiştirmediğini söyleyemeyiz. Gözümüzden kaçan veya dikkat etmediğimiz şeylerden biri; insanın hâlâ aynı olmadığıdır. İnsanın, teknik ve makineleşme düzleminde eylemleri yani deneyimi değiştiği gibi buna bağlı olarak doğası/kimliği de farklılaştı. Teknolojik ve dijital değişiklikler, insanın deneyimlerini ve doğasını daha radikal değiştirdi. 40 yıl önce ölmüş bir kişiyi diriltsek ve şimdiki insanların arasına katsak, insanların kullandığı teknolojileri (akıllı evler, akıllı arabalar, akıllı telefonlar vs.), deneyimlerini ve yapısını gözlemlediğinde büyük bir şokla karşı karşıya kalırdı. Oysaki insanlık tarihinde 40 yıl, çok kısa bir zaman dilimi, dakika bile değil.
İnsanlık daha önceki süreçte araç ve aletleri dönüştürerek yaşıyordu. Oysa transhümanizmin iddiaları ve tasavvurları; başta insanın kendisi olmak üzere tüm organik ve inorganik âlem üzerinde değişimler ve dönüşümler gerçekleştirmek üzerine. Yani yalnız madde dünyasında değil zihin ve ruh dünyasında da değişiklik yapacağı bir dönüşüm amaçlamakta. Böylesi bir dönüşüm, tamamen insan kimliğini farklılaştıracak. Bu değişecek kimlik şu ana kadar olan -özellikle modernlik sürecinde inşâ edilen- insanı -daha- rekabetçi, üstünlük, lüks, tutku duygularına sahip kılacak ve parçalı bir kimlik inşâ edecek. Filmlerdeki İron Man, Robocop, Ash (Black Mirror’ın yapay varlığı), Leon (replika) gibi varlık tipleri ile karşılaşmamız ise disütopik, ürkütücü bir durumdur.
Transhümanizmin din ile ilişkisi nasıl olacak? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Ütopyası veya vizyonunu insanlığın kurtuluşu olarak sunan ve teknoloji tabanlı olmasından dolayı “teknoloji dini” olarak da tanımlanan transhümanizm, ahiret inancı olmayan ve, ölüme son verme amacında olan sahte-dinsel bir dünya görüşüdür. Ölümsüzlük ve kusursuzluk vaadi ile âdeta Şeytan’ın Âdem’e vaadine benzer vaatleri vardır. Transhümanizm, sonsuz hayat vaadidir, cenneti yeryüzüne indirme çabasına ulaşmak ister. Transhümanistlere göre insanlar, müspet bir geribildirim döngüsü içinde evrimi büyük ölçüde hızlandırarak Tanrı’ya benzeyebilirler ve böylelikle geleneksel dini bir kenara koyabilirler. Tasavvurları ve ütopik yaklaşımıyla bilim kurgu içeren bir tutuma sahip transhümanizm, kadim dinlerin iddialarına sahiptir. Nitekim Mul gibi yorumcular, transhümanizmi kadim dinlerin ölümsüzlük umudu ve vaadiyle benzer bir tutumda olduğunu dile getirir. Yalnızca vaadini değil iddiasını da yani her şeye gücü yeten Tanrı’ların hazır ve nazır hâlde bulunması tarzıyla yani Tanrısal irade tarzı ile ilişkili olarak görür. Ona göre transhümanistler; ümitlerini genetik mühendisliği, klonlama, kalp kapakçıları imp-lantasyonları, insülin pompaları ve elektronik algılama gibi zaten gerçekliği olan şeylere ümit bağlamışlardır. Transhümanistler, teknolojik devrimlerin sayesinde dinin vaatlerinin bu dünyada gerçekleşeceğini düşünürler. Kökleri itibariyle Hristiyanlık ve pagan dinlerinden beslenmiş söylemleri ve vaatleri bakımından dinî bir perspektiftir.
Biz Edebifikir ailesi olarak senelerdir Allah’tan insansız hava sahasını ve ölümün hayırlısını istiyoruz. Transhümanizm, insanların ölümsüzlük konusundaki hedeflerini nasıl etkileyebilir?
“İnsansız hava sahası” talebi oldukça ilginç, tuhaf bir talep. Dumansızı var da insansız hava sahası talebi oldukça tuhaf. Ölümün hayırlı ve güzel olmasını isteme isabetli bir talep. Ölümsüzlük, transhümanizmin en büyük hedef ve vaatlerinden biri. Öncelikle ömrü 300 yıla kadar uzatma çabası olan transhümanizm, ölümü çeşitli araçlarla atlatma çabası içindedir. Biyolojik organların (el, ayak göz, kulak, kalp, beyin vs.) yerine biyonik organlar ikame etme, doğal doğum yerine yapay rahim üzerinden bio-biyonik döllenme diyebileceğimiz üreme biçimiyle fantastik bir bakışa sahiptir. Zihni makineye aktararak orada yaşatma (teknolojik tekillik) yani dolayımlı ölümsüzlüğe erişmeyi sağlayacak bilimsel teknolojik çalışmalara ümit bağlamakta. Şunu kabul etmeliyiz ki zaten tıp bilimi, sağladığı imkanlarla insan ömrünün uzatılmasına katkı sağlamıştır. Ölümsüzlük mü? İnsan için imkânsız görüyorum. Hz. Adem’den beri ayartıldığı olmayacak bir vaat. Zira insan varsa ölüm de var.
ChatGPT’ye hayatın anlamını sorduk; gayet statik, monoton, durmadan tekrara düşen, kekre bir cevap verdi. Bir kere de şiir yazdırmıştık, hiç beğenmedik. Buradan hareketle; transhümanist teknolojilerin sağlık ve performans artırma gibi alanlarda kullanımı düşünüldüğünde, eğer gerçekleşirse bu kazanımlar toplum içinde eşit bir şekilde sunulacak mı sizce?
ChatGBT algoritmaya dayanan bir yapay zekâ yani insan zihnin taklididir. Silikonun düşündürüldüğü post-kartezyen bir gerçeklik. Derin öğreniyor, makine biçimli öğreniyor. Fakat şimdilik “ben/self” düzleminde öğrenen bir “varlık” değil. Her ne zaman “ben” eksenli düşünürse yani “ben idraki” olursa o zaman “hayatın manası” gibi metafizik bir soruya “monoton” veya “kekre” bir cevap vermesi oldukça doğal. Şiir için de benzeri durum geçerli. Ama şunu söylemeliyim ki bazı “şairim” diye gezenlerden daha güzel şiir yazdıkları da söz konusu diyebilirim.
Herkesin eşit biçimde bu teknoloji veya imkanlardan faydalanması çok mümkün değil. Zira gerek tıbbi gerekse teknolojik iyileştirme unsurları doğrudan sermaye ile bağlantılı. Sermaye sahibi olanların erişebileceği, olmayanların ise kolay kolay erişemeyeceği bir düzlemle karşı karşıyayız. Eşit şekilde sunulamayan teknolojilerin, başta eğitim olmak üzere insan hayatının tüm alanlarında eşitsizliği meydana getirmesi muhtemeldir. Elitist bir sınıf (küresel sermaye sahpleri), 20. yüzyılın başlarında doğdu. Bu durum, 21. yüzyılda daha da radikalleşecek görünüyor.
Muhterem hocam, kim bilir kaç yüz bin yıldır dünyayı insan türü yönetiyor. Durum ortada… Ne savaşlar sona erdi ne Baharat Yoluna sıcak asfalt döküldü, ne Kuzey Irak’a özgürlük ve demokrasi geldi ne Kamboçya’nın kan kuyularından yeryüzüne içme suyu çekildi ne holokost mağduriyeti bitti ne Amik Ovası’nda karanfiller açtı… Acaba transhümanizm, bu bağlamda bir umut mu yoksa karabasanımız mı olacak?
İnsanın ürettiği tecrübeler için bizatihi “kötü” ya da bizatihi “iyi” diyemeyiz. Başta transhümanizmin kendisinin dayandırdığı teknolojiler olmak üzere transhümanist tasarımlar, insanların tasavvurları ve tecrübeleridir. Bu bağlamda tamamıyla bir “umut” olması veya “karabasanlığı” ile karşı karşıya değiliz. İçinde umuda dair unsurlar olduğu gibi insanlık için “kötücül” veya “zararlı” olabilecek çalışmalar ve yaklaşımlar da söz konusu. Tıpkı bıçağın sadece “iyilik” sadece “kötülük” olmadığı gibi. Zira katilin elinde cinayet vasıtası, aşçının elinde lezzet vasıtasıdır bıçak.
İnsanlığın her hâli heyecanlı geçti. 21. yüzyıl, daha heyecanlı, atraksiyonu bol olan bir yüzyıl olacak. İnsanlık önceden 100 yıl sonrasını merak ediyordu. Şimdilerde 10 yıl sonrasını merak ediyor. Zira kısa zamanda her şey çok çabuk değişiyor. Teknolojiler üstel biçimde büyüyor. Bu çabuk değişim başta insan olmak üzere hayata dair ne varsa değiştirecek. Ben, yeni konular çalışan bir felsefeci olarak hızla akan bu nehrin kenarına oturup bu akışı seyrediyorum. Şu an bu nehrin içine girme gibi bir niyetim olmadığı gibi bu nehre yön verecek bir gücümün de olmadığını biliyorum. Tabii ki bu akışın taşma ihtimali ya da bazı şeyleri yutma ihtimali de var. Fakat insanlığın bu akıntının içinde salını veya kayığını doğru biçimde/usulle doğru yöne süreceğini düşünüyorum. Zira dünya tarihinde insan, çoğu zaman bunu başarmış bir varlıktır. Neler olacağını göreceğiz.
Söyleşen: Davut Bayraklı, Bahadır Dadak