Türkiye’de tarih yazımı üzerine bir altın zincir halkası oluştursak hiç şüphesiz bu zincirin en son ve en güzide isimlerinden birisi Mehmed Niyazi Özdemir olurdu. Onu, kendi dönemindeki tarihçilerden ayıran en belirgin özelliği tarihi anlama ve anlatma çabasıydı. Mehmed Niyazi’nin hayatı kütüphanelerde kitap tozları içinde geçmiş, kitap kokularıyla koca bir ömrü bereketli kılmaya azmetmiş bir isim olarak hafızalarımızda yer etmişti.
1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesinde doğan Mehmed Niyazi, aslen Trabzon Vakfıkebirli bir ailenin çocuğudur. İlk ve orta eğitimini doğduğu ilçede, lise eğitimini ise İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde tamamlayan Özdemir, daha sonra İ.Ü. Hukuk Fakültesi’ne girerek 1967 yılında mezun oldu. Üniversite eğitiminin ardından Almanya’da Marlburg, Bonn ve Köln üniversitelerinde eğitimine devam etti ve “Türk Kamu Hukukunda Temel Hürriyetler” konusunda doktora çalışması yaptı. Doktora sonrasında Türkiye’ye hemen dönmedi ve 1988 yılına kadar Almanya`da kaldı.
Mehmed Niyazi, çalışma alanı olarak kendisine seçtiği tarih ilminde ilerlerken bir taraftan da Türk kültür ve bilim hayatında hikâyeci ve romancı olarak eserler verdi. Tüm bunların yanında fikir adamı kimliği ve hassasiyetiyle ortaya koyduğu özgün eserleri de unutmamak lazım. 10 Mayıs 2018’de aramızdan ayrılan bu değerli tarihçimiz, geride bıraktığı her satırla fikir ve düşünce sorumluluğunu her daim yerine getirmiş bir isimdir.
Mehmed Niyazi ismi anıldığı zaman çoğumuzun aklına Çanakkale Mahşeri isimli romanı gelir. Bu romanın en belirgin özelliği kuşkusuz o güne kadar doğru düzgün yazılmamış olan Çanakkale Savaşı’nı ve bu savaşın bizim için önemini anlatmış olmasıydı. Ancak kitabın kısa süre içinde yeni baskılar yapması ve çok satılmasının yanında çok okunmasının bir nedeni de tarih ilmini roman kurgusuyla başarılı bir şekilde bileştirmesi olmuştur. Bu zor durumu başaran Özdemir, tarihî bir hadiseyi işlerken roman türünün ana unsuru olan kurgu için tarihî gerçeklerden vaz geçmemiştir. Çanakkale Mahşeri kitabının bir özelliği de belgesel roman türü diyebileceğimiz türün ilk ve en başarılı örneği olmasıdır.
Belki bu noktada Mehmed Niyazi’nin hem tarih hem de roman anlayışına kısa da olsa değinmek gerekiyor. Çünkü bugün için hem Türkiye’de hem de Batı dünyasında kurgusal metinlerin konusu tarih ya da başka bir alan olduğunda daha başarılı bir anlatıma ulaşabilmek adına romancı, tarihî gerçekliği kurguya feda etmekten kaçınmıyor. Ancak Mehmed Niyazi, hem Çanakkale Mahşeri romanında hem Plevne, hem de Yemen, Ah Yemen romanlarında tarihî gerçeklikleri kurguya kesinlikle feda etmedi. Tam aksine tarihe bağlı kalarak kurguyu bu imkân içerisinde kullanmaya özen gösterir. Doğal olarak okurlar onun tarih romanlarını okurken yanlış bilgilere, çarpıtılmış tarih tezlerine, merkezinden saptırılmış ve resmî bir tarihe hizmet eden düşüncelere gönderme ya da referans bulamazlar. Bu anlamda hem ilmin hem de edebiyatın izzetini koruyan ender bir ilim adamı ve değerli bir şahsiyetti kendisi. Türkiye kıymetini bildi mi diye sormaya gerek görmüyoruz çünkü bizler Mehmed Niyazi gibi birçok değerimizin kıymetini maalesef bilmiyoruz.
Resmî tarih tezinin işlendiği dönemlerde kendi anlayışına uygun olarak bildiği, inandığı ve okuduğu gerçek tarihi kendisinden sonraki kuşaklara da bırakmak için çabaladı. Resmî matematik, coğrafya, fizik olmayacağı gibi tarih de olmaz derdi. Fikri ve edebi eserlerini kaleme alırken de hareket noktasına, ilkelerine ve ilmin izzetine her zaman sadık kaldı.
Yazılamamış Destanlar, Çanakkale Mahşeri, Yemen Ah Yemen gibi kitaplarının yanı sıra yazdığı diğer romanlar ve hikâyelerde ele aldığı dönemin toplumsal yapısını aksettirirken kendi tarzı olarak bu eserlerin tarihî roman özellikleri taşıdığını görürüz. Romanlardan ve dizilerden tarih öğrenilmez dese de onun romanlarından ve hikâyelerinden hiç korkmadan tarih öğrenebilirsiniz. Zira yukarıda da söylediğimiz gibi hocanın öncelikli hedefi ve ana ilkesi kurgu değil tarihî gerçekler ve vesikalardı. Durum böyle olunca normal okurlar için sıkıcı olabilecek tarihî meseleleri roman kurgusu içinde sıkmadan, kolayca okunabilecek bir çerçevede yazarak meraklısına ulaştırıyordu.
Mehmed Niyazi’nin romanlarının bir özelliği de gerçekliği tüm çıplaklığıyla vermesi, okuru gözyaşlarına, zaman zaman da tebessüme boğmasıydı. Tüm kitaplarında sadeliğin ihtişamının nasıl yazıldığını da görürsünüz. Roman karakterlerini gerçek hayattan alırken özellikle bizim unuttuğumuz gizli kahramanları ama gerçek kahramanları bize yeniden hatırlattığını da fark edersiniz. Sadece bu yönü bile Mehmed Niyazi’yi bizim açımızdan “iyi ki varmış… İyi ki yazmış… İyi ki okumuşuz…”diye anmamız için yeterli olurdu.
Davut Bayraklı
1 Yorum