Tarih Monologları
Frantz Fanon’unun ismini ara ara duyuyorum ama kendisi hakkında pek bilgim yok.
Ben de zaten siyah adamın tarihine eğilip Frantz Fanon ve sonrasında da Malcolm X konuşmayı istiyordum. İstersen Fanon’un hayat hikâyesinden başlayalım.
Frantz Fanon, Karayipler’de bulunan Martinik’in başkenti Fort de France’de 20 Temmuz 1925 yılında dünyaya geldi. 1961 yılında Amerika’da 36 yaşında omurilik lösemisinden hayata gözlerini kapayan Fanon, mücadelesi ve geride bıraktığı eserlerle bugün hâlâ adından söz ettiren bir kişilikti. Martinik’de orta sınıf bir siyahi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde kökeninden ve derisinin renginden dolayı nasıl bir hayata sahip olacağını kendisi de bilmiyordu. İlk gençlik yıllarında kendisini Fransız olarak gören Fanon, Hür Fransız Birlikleri’ne katılmış, İkinci Dünya Savaşı’nda İsviçre cephesinde ana vatan olarak gördüğü Fransa’yı savunmuş, savaştaki başarılarından dolayı da madalya almıştı.
Bu dediğine göre Fanon 17-18 yaşlarında askerlik yapmış oluyor.
Evet, devam ediyorum. Savaş sonrası Fransa’ya dönen Fanon, burada tıp eğitimi almaya başlar ve çalışmalarının dördüncü yılında psikiyatriye yönelir. Daha psikiyatri asistanı iken “Siyah Deri, Beyaz Maske” isimli kitabını yazar ve bu kitabıyla ırkçılığı tartışmaya açar. Siyah Deri Beyaz Maske’yi bitirme tezi olarak sunma isteği ise bölüm başkanı tarafından reddedilir. Bunun üzerine 1951 yılında Friedrich Ataksisi üzerine bir tez yazarak mezun olur.
Bu “Friedrich Ataksisi” dediğin şey ne?
Dedim ya, adam cins bir zekâ… Bir tezi kabul edilmeyince hemen yenisini yazıyor ama konumuz Friedrich Ataksisi değil. Kısa hayatı boyunca düşünen, araştıran, çalışan ve mücadele eden bir görüntü çizen Frantz Fanon, Cezayir’de mesleğini icra ederken, kendisinden sonra gelecek nesilleri derinden etkileyecek eserlerini de kaleme aldı. İngiliz koloni psikiyatristi Carothers’in Dünya Sağlık Örgütü için yazdığı bir monografta Afrikalıyı “Beyinsiz Avrupalı” olarak tanımlaması onu çileden çıkarmaya yetmişti. Fanon, Cezayir’de süren sömürge başkaldırısını “Bir halkı beyinsizleştirme teşebbüsünün mantıklı bir sonucu” olarak tanımlıyordu. Kavga ve öfke adamı olarak gördüğümüz Fanon, kısaca “En düşük değerlerin arketipi, Zenci tarafından temsil edilir” der.
Frantz Fanon, Cezayir’de Fransızlara karşı mı savaşıyordu?
Evet. İlk olarak Fransızlar için Cezayir’e gidiyor, orada bir klinikte görevlendiriliyor. Ancak burada savaş ortamını ve Fransızların Cezayirli Müslümanlara karşı tavırlarını görüyor. Zaten İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa için savaşırken Fransız askerlerinin kendisi gibi siyah derili insanlara karşı tutumları onun Fransa sevgisini ve bağlılığını sorgulamaya yetmişti. Deyim yerindeyse Cezayir’de gördükleri bardağı taşıran son damla olmuştu. Böyle saf değiştirip Cezayir saflarına geçiyor ve bu kez sömürge anlayışına ve Fransa’ya karşı savaşıyor.
Gerçekten çok ilginç!
İmrenilecek bir adam. “Bir ülkenin zenginliği, o ülkenin zulmüne mazeret teşkil etmez” diyen Fanon’a göre, “Sömürgeciliğin ölümü, hem sömürgenin hem de sömürgecinin aynı anda ölümüdür.” Cezayir’deki sömürgeleştirme zulmüne karşı mesleğiyle, kalemiyle mücadele eden bu öfkeli adam kendisini bir Cezayirli olarak görür ve nihai amacını satırlara dökerken “Bizim Cezayir olarak istediğimiz…” diye başladığı cümleyi “sömürgenin arkasındaki insanı keşfetmek; bizi boğan ve sessizliğe mahkûm eden bir sistemin hem kurucusu hem kurbanı olan insanı!” diyerek noktalar. Buradaki detayı görüyor musun? “Bizim Cezayirli olarak istediğimiz…” diye başlıyor cümleye. İşte onu, çağındaki aktivistlerden ayıran en önemli yanı bu tarafı.
Frantz Fanon, Cezayir bağımsızlık mücadelesinde toplumun orijinalliğini tahribe memur olarak kendini gören iktidarların, ilk olarak çarşafa hücum etmelerinin tesadüfi bir tavır olmadığı görüşündedir.
Günün şartları göz önüne alındığında Cezayir’deki Fransız idarecilerin, Cezayir kadınının toplumsal statüsünün sembolü olarak kabul edilen çarşafa var güçleriyle saldırmaları ve onu yok etmeye çalışmaları, daha öncesinde “Arap bürolarının” ve “yerli işler uzmanlarının” işbirliği yaptığı “sosyolog” ve “ırk bilimcilerin” araştırmalarından ortaya çıkmış bir bilinçli harekettir. Bu bilinçli hareket kendisini teorik alandan pratik alana kaydırdığı aşamada, sömürgeci ilk hareket mantığını “kadınları elde edelim gerisi kolay” olarak formüle eder. Fanon da bu gerçeğin farkında olan bir adamdır.
Yani Cezayir’de savaşı kazanmak ve sömürgeciliğini pekiştirmek isteyen Fransızlar, Cezayir kadınını ve onun giydiği çarşafı mı hedef alıyor?
Evet. Ona göre, “kimliksizleştirme” ve buna bağlı olarak da “kişiliksizleştirme” çalışmalarında teorik alt yapı formülüne uygun olarak sömürgeci “beyaz adam” ilk olarak saldırı merkezine, Cezayir kadınını ve onu tüm yabancı gözlerden, kötü bakışlardan koruyan, dinî ve millî özellikler taşıyan çarşafı hedef alır. Fransız sömürge mantığı Cezayir toplumunu öz değerleriyle, kendi mukavemet kaleleri ve kendi yapısı içinden vurmak için ilk olarak kadını fethetmesi, onu ele geçirmesi gerektiği gerçeğini görür. Yine Fanon’un tespitlerine göre sömürgeci Fransa, “toplum içinde itilen, horlanan, hakir görülen kadını” tantanalı bir şekilde savunur ve pasif bir sosyal varlık haline dönüştürülen kadının sonsuz(!) kabiliyetlerini anlatmaya başlar. Güya Cezayirli erkeklerin tutumu “ortaçağ kalıntısıdır, barbardır, çağ dışıdır” hatta “tutucudur.” Erkek, kadını ezer, onu sömürür ve bu yaptıklarından dolayı da Cezayir erkeği sanık sandalyesine oturmalıdır.
Yani Fanon’a göre işgalci güç, sömürgeleştireceği toplumun bel kemiği olarak gördüğü kadının üzerinden toplumun değerlerine saldırıyor, buradan da bir parçalanma, bir bölünme bekliyor diyorsun.
Ben değil, Fanon diyor. Tam olarak tespit ettiği şey bu ve bu tespit çok önemli… Fanon’a göre, Cezayir insanını suçluluk çemberine alabilmek için işgalci zihniyet, ülke halkının aile hayatı üzerinde yığınlarca yargılar, değerlendirmeler, gerekçeler toplar ve bunları doğrulayacağına inandığı hikâyeleri ve örnekleri arttırır. Kadınına reva gördüğü davranış ve ona sunduğu hayattan dolayı erkeğinin utanması gerektiği yolunda sızma tekniklerini kullanmayı da ihmal etmez. Ortada bir savaş var ve Fransızlar bu savaşı kazanmak için her türlü toplumsal mühendisliği kullanmaktan çekinmiyorlar senin anlayacağın.
Bu işin sonucunda galiba Fransızlar yenildi değil mi?
Evet. Hem Fanon’a hem de Cezayir’e karşı giriştikleri acımasız savaşı kaybettiler. Gerçi bu savaşın faturası Cezayir için çok ağır oldu ama sonuçta bağımsızlıklarını kazandılar.
Fransızlar çarşafa nasıl yenildi?
Frantz Fanon, işgalci Fransa’nın çarşafla mücadele için işe ilk olarak fakir ve imkânsızlıklar içinde kalan kadınların oturduğu merkezlerden başlandığını, buralarda ücretsiz irmik dağıtıldığını ve dağıtılan her bir kilo irmik için çarşaf ve kapalı giyimle ilgili nefret içeren telkinlerin yapıldığını söyler. İşgalci, bu nefret söylemlerinin hemen ardından pratik tavsiyeleri devreye sokar. Kadınların kendi kaderlerini çizmek için önemli ve temel bir rol üstlenmeleri istenir onlardan. Sömürge yönetimine göre, “Çarşaf” ve “kapalı giyimin her türü” asırlardır süren bir bağımlılıktır ve kadınlar bu bağımlılıktan kendilerini kurtarmalıdırlar. Sömürgeci idarenin bu çaba uğruna büyük paralar harcadığını yazan Fanon, işgalci güçlerin Cezayir kadınını var güçleriyle kontrol altına almaya çalıştığını, kadın ele alınmadıkça erkeğin yerinden kımıldamayacağını, işgalci güçler tarafından sürdürülen kültür tahribatına karşı direneceğini ve asimilasyona imkân vermeyeceğini belirtir. Bu anlattıklarımın arasında farklı nüanslar var.
Nasıl yani?
Sömürgecilerin mantığı değişmez! Dün Cezayir’de, yarın başka bir yerde aynı şeyi yaparlar. Belki de Cezayir’den önce bizim topraklarımızda yapmışlardır.
Ne dedik, Fransızlar Cezayir kadınını hedef almışlardı. Kadını değiştirmek, onu yabancı kültür değerleriyle asimile etmek, toplum içinde sahip olduğu mevkiden söküp almak, böylece erkek üstündeki gerçek iktidarı ele geçirmek ve Cezayir kültürünü tahrip edecek müessir ve kolay vasıtalara sahip olmak demekti. Bunun ilk ayağı da, kadını tüm asimilelere karşı koruyan çarşafın çıkartılmasıydı.
Hiç böyle düşünmemiştim! Bir kıyafet üzerinden toplumun sinir uçlarına nasıl müdahale ediliyor, oradan da toplumun hafızasına nasıl dokunuluyormuş! Bu gerçeği Frantz Fanon gibi bir Martinikli siyahî bir adamın bulup tespit etmesi de çok sıra dışı bir olay.
İşin bir tarafı daha var. Cezayir’de bu çalışmaları yapan işgalci güçler psikolojik eylemlerini Cezayirli kadınlar üzerinde yoğunlaştırınca zamanla bazı neticeler de elde ettiler. Cezayir’in direniş ruhunu kırmak için çalışan işgalci yönetim uzun mesailer ve büyük paralar harcadı ve sonuç olarak Cezayir’de bir dönem, sembolik olarak, çarşafsız, kurtarılmış kadınlar görülmeye başlandı.
Yani kısmen de olsa başarılı oldular, öyle mi?
Tam olarak öyle değil… Bu kazanılmış gibi görünen cepheler de psikolojik savaşın bir aldatmacasıydı. Daha önceden kurgulanmış bir mizansen sahneleniyordu yani. Arada belki çok küçük sayılarda kadını kandırmış olabilirler ama kesinlikle istedikleri sonuca ulaşamadılar ve topumdan tepki aldılar. “Atılan her çarşaf bugüne kadar yasaklanmış ufukları işgalcilere açar ve çıplaklaştırılan kadının tenini parça parça gösterir” diyen Fanon “Açılan çarşafla birlikte gün yüzüne çıkan her yüzden sonra, işgalcinin şirretliği, dolayısıyla umutları daha da artar. Çarşafını çıkaran her yeni Cezayirli kadın, işgalciye, savunma mekanizmasının yıkılma, açık düşme ve dağılma yolunda olan bir Cezayir toplumunu haber verir” der. İşte bu tespitleri yapan Fanon, Cezayirli kadının her an bilinçli olması için onu uyarır.
Bu tespitlerden sonra bir adım daha ileri giden Fanon, çarşafını kaybeden Cezayir’in durumunu şöyle resmeder: “Düşen her peçe, ananevi kıyafet hayık’ın kıskacından kurtulan her vücut, işgalcinin sabırsız ve cüretkâr bakışlarına açılan her yüz, Cezayir’in kendini inkâr etmeye başladığını ve sömürgecinin iğfalini kabul ettiğini ifade eder” der. Yani bir hastalığı tespit edip çözümünü söylerken tedaviye cevap verilmemesi durumunda da neler olacağını anlatıyor. Tespit edip bırakmıyor meseleyi.
Burası çok önemli sanırım.
Zaten Fanon, toplumun terk edilen her çarşaf ile efendisinin rahlesinde tedris etmeye razı olmuş ve işgalcinin sahipliği ve idaresi altında âdetlerini değiştirmeye karar vermiş olarak görüyor. Fanon, çarşafın özellikle bir güzelliği gizlediğini ve işgalci idareyle askerlerin ısrarla çıkarmak istedikleri bu kıyafetin altında aslında bir ruh olduğunu söylüyor. Yani Fanon, işgalci açısından kadını çarşafından çıkarmak, güzelliğini gözler önüne sermek, sırrını bütün çıplaklığıyla ortaya koymak, onun çarşaf dolayısıyla içinde taşıdığı manevî mukavemeti kırmak ve kadını maceraya hazır bir hale getirmek demekti. İşgalciler ve Avrupalılar, Cezayir kadınını kıyafetinden kopararak, bir nevi kendine bend etmek istiyorlar.
Bunlar muazzam tespitler.
İşgalci askerler, karşısında duran Cezayirli çarşaflı kadını görmek ister diyor Fanon. Ancak bu görme arzusunun kısıtlanması karşısında da saldırgan tepkiler gösterdiğini yazıyor. İşgalci, önce kadını o kıyafetten kurtarmak, sonrada ona kendi dünyasının değerleri içinde sahip olmak sevdasını taşır. Bu nedenle Fanon’un da belirttiği gibi işgalci, Cezayir kadınına iki defa sahip oluyor. Daha doğrusu burada sahip olmadan ziyade bir “iğfal etme” söz konusudur. Fanon’a göre, çarşafın yırtılması ile birinci iğfal gerçekleşir. Bunun ardından da Avrupalı, çarşafı yırtılan ya da çıkartılan kadını rüyasına alır ve onu ikinci kez iğfal eder. Anlıyor musun meselenin vahametini? Yani konuştuğumuz şey basit bir çarşaf meselesi değil, Fanon’un dediği gibi bir ruh meselesini konuşuyoruz.
Peki, sonuç olarak kadın ve çarşaf üzerinden hareket eden, toplum mühendisliği çalışması yapan Fransız gâvuru yenildi mi diyoruz? Yenilginin izahı bu kadar basit mi?
Birincisi bu basit bir mesele değil. İkincisi yenilginin nedeni bu değil, yenilgiye giden yolu açan etken bu.
Fransızların yenilgisine nasıl yol açtı çarşaf?
O konuda ki tespiti de Fanon yapıyor. Fanon, tüm bu olumsuz çabalar sonucunda sömürgeci konumunda olan işgalcilerin, Cezayir kadınını illa çarşafsız görme ve çarşaf zaferini her ne pahasına olursa olsun kazanmak iddiasının, yerli halkın direnişe geçmesine neden olduğunu tespit ediyor. Yani bu durum bir şuur, bir bilinç ortaya çıkarıyor. Tetikleyici çarşaf oluyor… Çünkü Fanon’a göre, “bir halkın ebediyen var olma iradesini harekete geçiren, direnme merkezlerini belirleyen, işgalcilerin projeleri ve eylemleriydi” ve hesaba katılmayan bir diğer unsur da “işgalcilerin kadınları açmak ve onları kültür tahribatı sırasında müttefik edinmek için gösterdiği kararlılık geleneklerin güçlenmesine yol açma” olgusuydu. Bir psikiyatrist olarak çarşafa yaklaşan Fanon, ilginç değerlendirmeler yapar: “Çarşaf korur, emniyet hissi verir, çarşaf tecrit eder. Çarşafın kadı vücudu açısından ehemmiyetini takdir edebilmek için Cezayirli kadınların itiraflarını dinlemiş olmak ve ya çarşafını yeni çıkarmış bazı kadınların içine düştükleri halleri tahlil etmiş olmak gerekir.”
Peki, çarşaf sadece millî bir giysi olduğu için mi tetikleyici unsur oldu?
Tüm bir bağımsızlık savaşının arkasında yatan en önemli etkenin çarşaf olması, onun sadece millî bir giysi hüviyeti taşımasından değildi. Cezayir halkı için çarşaf, aynı zamanda dinî bir kimlik de taşıyordu. Bir de işgalciler, Cezayir kadınında saldırdıkları bu kıyafetle aslında bütün bir halkın millî ve dinî değerlerine de saldırıyordu. Bu yüzden çarşaf ve millî kıyafet olan hayık saldırıları, işgalcilerin hesap edemediği sonuçlar doğurdu. Fransız sömürgeciliği bu konudaki yenilgisini yine de kabullenmemiş, yeni bir batılılaşma kampanyası başlatmıştı.
Frantz Fanon, işgalci güçlerin zoruyla bu kampanyada, “kapı dışarı edilmekten korkan hizmetçilerin, yuvalarından sökülüp alınan fakir kadınların ve fahişelerin” halk meydanına götürülerek “Yaşasın Fransız Cezayir’i” çığlıkları altında çarşaflarını çıkarıp attıklarını yazar. Ama dediğim gibi bu sahneler bir mizansendi ve önceden tertiplenmişti.
Bazen bir şeye yapılan saldırı tahrip yerine o şeyin daha da sağlamlaşmasına neden olurmuş.
Aynen öyle oldu! Fanon’un yazdıklarına bakarsak yeni taarruz da başarılı olamadı ve Cezayir kadını bu saldırıya karşılık olarak hemen ve ortak bir karar almadan millî kıyafet olan hayık’a büründüler. Yani işgalcinin hesapları yine tutmadı ve beklediği tepkiyi alamadı. Aksine Cezayirli kadınlar, işgalci-sömürgeci güçlerin beklediklerinden daha güçlü bir karşı tepkiyle dinî ve millî değerlerini savunmaya geçtiler.
Frantz Fanon’ın bu tespitleri çok önemli.
Ölümüne kadar Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde var gücüyle savaşan Fanon şu gerçeği gözler önüne seriyordu: “Cezayir’deki sömürgeciliğin yıkılışında, çarşafın çok somut olarak algılanan bir tarihi, bir dinamizmi vardır. Bağımsızlık mücadelesinde çarşaf bir direniş mekanizmasıdır ve toplum içindeki kuvvetli değerini muhafaza eder.” Bu tespitler onun Cezayir’deki bağımsızlık savaşını nasıl sahiplendiğini gösterdiği gibi Cezayir halkını da nasıl benimsediğini gösteriyor. Sözü çok uzattım belki ama netice olarak Frantz Fanon Cezayir’de, devrimden önceki kadının örtüsünün sömürgeci için “çıkartılması gereken; geriliği, gizliliği ve Fransızlığa karşı direnişi” simgeleyen bir sembol olduğunu, sömürgeci erkeğinse egzotik fantezi dünyasını süslediğini söylüyordu. Sömürgeci Fransa’nın örtüyü kaldırmaktaki ana gayesi hem Cezayirli kadının güzelliğini ortaya çıkarmak, hem de Müslüman olan toplumu asimile etmekti. Bu açıdan bakıldığında Fanon’a göre sömürgeci Fransa için Cezayir kadınını fethetmek, aslında sömürgeye direnen, direniş mücadelesinde ayakta kalan Cezayir’i fethetmek demekti. İşgalcinin bu zihin yapısını anlayan Cezayir, kadını ve erkeğiyle buna direnç gösterdi ve örtüye daha fazla bağlandı. Bu takdir edilecek bir harekettir ama bu tespiti yapan ve bu gerçeği Cezayir halkına anlatan Frantz Fanon’da takdiri hak eden bir adamdır.
Davut Bayraklı
2 Yorum